Türkiye enerji raporunun söylemedikleri

Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) yayınladığı Türkiye enerji raporu veriler açısından yeteri kadar güncel değil. Ancak daha dikkat çekici olan, bu raporun Türkiye’de enerji alanında yaşanan sorunlardan çok uzak, nötr ilâ duyarsızlık arası bir yerde olması.

Mühdan Sağlam msaglam@gazeteduvar.com.tr

Dünya iklim krizinin inkâr edilemez bir noktaya varması, Paris İklim Anlaşması’na imza veren devletlerin sayısındaki artış, enerji kompozisyonunu etkileyecek adım ve projeksiyonları beraberinde getiriyor. Türkiye’nin durumuysa yıllık raporlarla incelemeye tabi tutuluyor. Bu anlamda son örnek, Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) geçtiğimiz hafta yayınladığı Türkiye 2021 Enerji Raporu. Bu hafta IEA’nin yayınladığı raporu ve eksiklerini, diğer kurumların yayınladığı raporları göz önüne alarak değerlendireceğiz.

DOĞALGAZ: ARTAN BORU HATLARI ALTERNATİF OLURSA

IEA raporunda Türkiye’nin doğalgaz konusunda çeşitliliğe gitme çalışmaları aktarılıyor. Ancak dikkat çekici olan, örnek verilen Türk Akım ve TANAP’ın, Türkiye’nin halihazırda gaz aldığı iki tedarikçiden geldiğinin neredeyse yok sayılması. Türk Akım’ın tedarikçisi Rusya, TANAP’ın ise Azerbaycan. Oysa İran, Rusya ve Azerbaycan Türkiye’nin geleneksel tedarikçileri zaten. Bu iki yeni boru hattı, satıcının aynı olduğu farklı yollar demek. LNG kapasitesindeki artışa dikkat çekilmiş olmakla beraber, boru hatlarının baskın statüsü biraz fazla öne çıkarılmış.

Petrol konusu incelendiğinde Türkiye’nin dışa bağımlılığı ajans verilerine göre, -ki veriler maalesef güncel değil- 2019’da yüzde 93 olarak gösterilmiş. Petroldeki temel tedarikçiler şöyle: İran, Irak, Rusya ve Suudi Arabistan. Petrolde alternatif kaynaklara yönelmek dışında güçlü bir tüketim düşüşü mümkün görünmüyor.

YENİLENEBİLİR KAYNAKLAR: UMUT VAR

Raporda yenilenebilir kaynaklara dönük yatırımlar açısından, Türkiye’nin son beş yıldaki kapasitesinin yüzde 50 oranında artış göstermesine yer veriliyor. Bu Türkiye açısından umut verici bir gelişme. Söz konusu artış Türkiye’yi, Avrupa’da kapasitesi en fazla gelişen beşinci, dünyada 15'inci ülke yapıyor. Yenilenebilir yatırımların yöneldiği başlıca alanlar: Güneş, rüzgâr ve jeotermal. Türkiye’nin yenilebilir enerjideki potansiyeli dikkate alındığında, ajansa göre bu kaynaklar sadece elektrik üretiminde değil, ısınmada da kullanılabilir. Ancak Türkiye’nin dikkat çekilen bu potansiyeline karşı, bunun yalnızca yüzde 3’ü Güneş enerjisinde, yüzde 15’i rüzgâr enerjisinde kullanılıyor.

NÜKLEER ENERJİ: ÜÇ SANTRAL DAHA MI GELİYOR?

Raporda Türkiye’nin nükleer enerji planı şöyle aktarılıyor: Türkiye 12 reaktörden oluşan üç nükleer santral yapmayı planlıyor. Bunların ilki inşa halinde olan Akkuyu Nükleer Güç Santrali. Santralin kapasitesi, 4,8 gigawatt. Bu santralin 2023’te devreye girmesi bekleniyor. IEA enerji çeşitliliğine ve sonuca baktığı için ne Akkuyu anlaşmasına ne de Türkiye’de santrale dönük olan soru işaretlerine yer veriyor. Raporda yalnızca santralin ürettiği elektriğe, Elektrik Üretim Anonim Şirketi'nin (EÜAŞ) belirlenen fiyatlarla verdiği 15’er yıllık garantiden bahsediliyor. Ancak dikkat çekici olan, Türkiye’nin nükleer enerji konusunda çabalarının süreceğinin altının çizilmesi. Bu noktada nükleere dönük çekinceleri olanlar, “nasılsa santral yapılıyor, yapacak bir şey yok” diyenlere kötü bir haber vermek gerekiyor: Nükleer santrallerin devamı gelebilir.

KÖMÜR: YENİ DIŞA BAĞIMLILIK ÖRNEĞİ

Türkiye’nin kömür politikası özellikle 2015’ten sonra kömür üretimi ve santrallerine verilen teşviklerle dikkat çekti. Ajans, raporunda Türkiye’nin kömür üretiminde artışa gitmesinin nedeni olarak, bir nevi resmi kurumların açıklamasını göstermiş: Doğalgazın elektrik üretimindeki payını azaltma. Bununla beraber, Türkiye’de kullanılan kömürün kalitesindeki sorun, Türkiye’nin kömür ithalatındaki artış ele alınmamış. Oysa Taşkömürü Kurumu’nun Mayıs 2020 raporuna göre, 2016’da Türkiye’nin toplam kömür ithalatı 36.2 milyon ton iken, bu 2018’de 39.1 milyon tona çıkmış. Bu noktada yerli kömür kullanarak ithalata bağımlılığı azaltma politikası içinde bir çelişki var. Bir başka örnek ve raporla devam edersek; 2019’da Türkiye’nin tükettiği 39.506 milyon ton taş kömürünün yüzde 97’si, yani 38.3 milyon tonu ithal edilmiş. İthal edilen taş kömürünün neredeyse 60’ı termik santrallerde elektrik üretiminde kullanılıyor. Büyük bir kısmı ithal edilen bu kömür türünün elektrik üretiminde gittikçe artan payına TMMOB raporlarında şöyle dikkat çekiliyor: 10 yıl önce elektrik üretiminde payı yüzde 20 civarında olan taş kömürünün payı 2018’de yüzde 60’ya yaklaşmıştır. Yani “hoş geldin yeni dışa bağımlılık”. Ancak termik santrallerde elektrik üretiminde kullanılan kömür türü ağırlıklı olarak linyit. Örneğin, üretilen ve ithal edilen linyitin yüzde 90’ına yakını termik santrallere gidiyor.

Bu durumda şunu söylemek mümkün; Türkiye yerli kaynakla bağımlılığı azaltmak yerine aslında dışa bağımlılığı kömür üstünden sürdürmeye devam ediyor. Yani doğalgaz ithalatını ikame etmek için kömür ithalatı devreye sokuluyor.

Benzer bir sorun kömürün etkilerinde de görülüyor. Raporda kömür kaynaklı hava kirliliğinin bazı şehirler için endişe verici olduğu söylenmiş, ancak hükümetin santral filtreleri, bazı santrallere verdiği alım garantileri, genel kömür projeksiyonunda ya hiç konu edilmemiş ya da bir cümle ile aktarılmış.

KÖMÜR VE İKLİM KRİZİ

İklim krizinin neredeyse her kurumun projeksiyonunda yer edinmesi, IEA raporlarında ülke bazlı emisyon grafiklerinin yer almasına neden oldu. Bu çerçevede raporda Türkiye’nin karbon salımındaki artışa dikkat çekilmiş. Grafik incelendiğinde karbon salımında enerji sektörü aslan payına sahip. Peki kullanılan kaynakların bunda rolü ne?

Enerji kaynaklarına göre emisyon değerlerine bakıldığında yıllık 3.500 kWH elektrik tüketen bir konutun kömür kullanması durumunda neden olduğu karbondioksit salımı ortalama 3 bin 500 kilogram iken, bu doğalgazda bin 700 kilogram düzeyinde. Yenilenebilir kaynaklar içinde yıllık 35 kilogram ile rüzgar, en düşük karbondioksit salımı yapan tür.

Burada şunu söylemek lazım, iklim krizi tüm dünyada alarm zillerinin çalmasına neden olurken, kömür ile doğalgaz arasındaki 'çevreye verilen zarar oranının' önemsenmediği görülüyor. Buysa Türkiye’nin iklim krizine karşı politika geliştirmemesini açıklayan unsurlardan.

Özetlemek gerekirse, IEA’nın yayınladığı Türkiye enerji raporu veriler açısından yeteri kadar güncel değil. Ancak daha dikkat çekici olan, bu raporun Türkiye’de enerji alanında yaşanan sorunlardan çok uzak, nötr ilâ duyarsızlık arası bir yerde olması. Örneğin Türkiye’nin yenilebilir kaynaklara geçişi takdir edilirken, bunun ülkede neden protestolara neden olduğu, HES'ler ve RES'lerin toplumda yarattığı tepki, yani uygulama yöntemi hiç gündeme alınmamış. Benzer bir üslup nükleer enerji alanında da görülüyor. Akkuyu Nükleer Santrali anlaşmasından inşasına kadar pek çok sorunlu noktaya sahip. Elbette bu da raporda yer almıyor. Dahası Akkuyu bir “oldu bitti”ye geliyorken, üç santralin daha planlandığının altı çiziliyor. Nükleer kâbus bitmiyor yani. Gelelim kömür konusuna; raporda uzun uzun Türkiye’nin kömür politikası işleniyor. Ancak ilginç olan, burada kömürden kaynaklanan hava kirliliği, hükümetin bazı santrallere tanıdığı ayrıcalık, alım garantileri ve iklim kriziyle kömür kullanımı arasındaki ilişkinin yeteri kadar vurgulanmaması. Türkiye’de elektrik üretiminde kömüre verilen teşvikler “dışa bağımlı olmayalım” politikasıyla başlatılmışken, artan kömür ithalatının yeni bir bağımlılık geliştirdiği görmezden gelinmiş. Ancak IEA açısından bence en sorunlu kısım, dünyayı iklim krizine karşı önlem almaya teşvik ederken, Avrupa’da kömür ithalatı azalırken, Çin dahil bazı devletler “sıfır karbon salımı” sözü verirken, Türkiye’yi bu konuda yeteri kadar uyarmaması. Oysa Türkiye’de TMMOB başta olmak üzere pek çok kuruluş, sivil toplum örgütü enerji konusunda IEA’nin çizdiği resimden çok farklı bir resim çiziyor. Ancak IEA raporu hazırlarken neredeyse sadece resmî kurumlarla görüşmüş.

Naçizane bir teşekkür: 2017’den bu yana Gazete Duvar’da yazdığımız yazılarımızı okuyan, düzelten, zor zamanlarımızda bize umut veren, “bu hafta yazmasam mı?” dediğimde tatlı bir şekilde beni ikna eden sevgili editörümüz Emel Gülcan'a çok teşekkür ederim. Çıktığı yeni yolculuğunda başarılarının daim olmasını dilerim.

 
 
 
Tüm yazılarını göster