Salgından sonra

Yaz ılıklığıyla birlikte dışarının çağrısına dayanmak zor. Hayat ufaktan hareketlendi ama sanat dünyamız için bunu söyleyemeyiz. Yine de elimizden geleni yapıyoruz.

Cem Erciyes cemerciyes@hotmail.com

Salgın başlamış, tüm dünyayı olduğu gibi kenti de bir tedirginlik sarmıştı. Tam o günlerde, yani ‘büyük kapanış’ı yaşamadan hemen önce gördüğüm son sergi, İstanbul Modern’deki ‘Misafirler’ oldu. Hatırlıyorum, hakkında bir yazı yazmak için gittiğim sergi bana hiç alışık olmadığım bir duyguyu yaşatmıştı: İstanbul Modern’de yapayalnız olmak… Evet İstanbul Modern, Meşrutiyet Caddesi’ndeki geçici yerine taşındığından bu yana eskisi kadar kalabalık değildi belki, Tophane’de hele hafta sonları oluşan o insan seli biraz gitmiş gibiydi… Ama bütün salonların bomboş olduğu, güvenlik görevlilerinin bir köşede kendi aralarında sohbete daldığı bir İstanbul Modern ben hiç görmemiştim. Bir süre sonra fark ettim ki, müzede tek başımayım. Neredeyse benden başka bir ziyaretçi yoktu ve bu istisnai tenhalık bana keyif vermek yerine tedirginliğimi artırmıştı. Nitekim hemen ertesinde aylar boyu sürecek karantina, evde geçirilen zaman ve o ‘büyük kapanış’ günleri geldi…

Yaz ılıklığıyla birlikte dışarının çağrısına dayanmak zor. Hayat ufaktan hareketlendi ama sanat dünyamız için bunu söyleyemeyiz. Yine de elimizden geleni yapıyoruz. İstanbul Modern’deki o tek başıma günden aylar sonra, önceki hafta tekrar bir müzeye ayak bastığımda, Pera Müzesi’nde üç beş başka ziyaretçiyle birlikte geziniyordum salonlarda. Geçen hafta da ilk kez sinemaya gittim. Ama tabii ki sosyal mesafeli açık hava sinemasıydı ve gösterim İstanbul Film Festivali kapsamındaydı.

Yaz ayları performans zamanıdır; ama sosyal mesafe zorunluluğu ile seyirci kalabalığını bir araya getirmek o kadar imkansız ki, her nevi konser, gösterim ve temsil bir başka bahara kaldı. Yine de ısrarlı seyirciler için bir küçük fırsat, Sakıp Sabancı Müzesi’nin bahçesinde kendini gösteriyor. Her akşam, İKSV-SSM işbirliğinin ürünü bir mini sinema festivali gerçekleşiyor burada. Pandemi dolayısıyla, ‘çevrimiçi’ yani internet üstünden gerçekleşen bu yılki İstanbul Film Festivali, ‘seyirci’ kavramına duyduğumuz sadakati, böyle bir ara çözümle ayakta tutmaya karar vermiş. Yarışmalı bölümdeki ulusal uzun metraj ve kısa filmler, perdede gösteriliyor. Bilet bulabilen küçük bir şanslı azınlık ile yarışmadaki film ekiplerinin davetlilerinden ve jüri üyelerinden oluşan 50-100 kişilik izleyici topluluğu, sosyal mesafeye dikkat edilerek dizilmiş sandalyelerde maskelerini çıkartmadan filmlerini izliyorlar. O eski açık hava sinemalarını hatırlatan, SSM’nin enfes Boğaz manzarasına omzunu yaslayan, yaz sıcağına püfür püfür meydan okuyan bizlere hiç değilse o güzel sanat dolu günleri yad etme fırsatı sunan, pek tatlı bir etkinlik bu.

İlk gün gösterilen film Körleşme’ydi. Şenay Aydemir Duvar’da çıkan ‘Daha neler göreceğiz’ adlı yazısında zaten söylemedik şey bırakmadı… Bir de ben yazacak değilim. Ama yine de Fatih Al’ın gerçekten iyi bir performans çıkarttığını, ‘şairlik’ini bilmem ama karakterin körlüğünü inandırıcı biçimde perdeye taşıdığını eklemek isterim. Bir de edebiyat dünyasının böyle manasız insanlardan, hırslardan ve rakı masalarından ibaret olmadığını...

Kozamızı çatlatıp sokaklara çıkma faslını bir ada ziyaretiyle taçlandırmazsak olmazdı. Müzelerde maskelerini takmayanları güvenlik görevlileri, Turyol motorlarında çaycılar uyarıyor. Vapurlar ve motorlar aşırı kalabalık değil, tıpkı Büyükada’nın sokakları gibi… Zaten ada ahalisi bu yaz halinden çok memnun. Faytonlar artık yok, bundan şikayet edeni de görmedim. Anlaşılan faytonlara son zamanlarda sadece turistler biniyordu. Valilik’in, belediye tarafından getirilen elektrikli otobüslere izin vermemesi nedeniyle adada ulaşım işi zora girmiş görünüyor. Üç tekerlekli elektrikli araçların sayısı hıza artmış ve anlaşılan idare başka çare olmadığı için bu araçları ‘şimdilik’ serbest bırakmış… Pandemi dolayısıyla uzak sahillerdeki yazlıklarına gidemeyen zenginlerin adayı hatırladıkları ve yıllardır kapalı bazı büyük evlerin, köşklerin yeniden canlandığı anlatılıyor. Tabii en büyük fark, yıllardır adanın çarşısını doldurup taşıran Arap turistlerin olmaması. Tek bir yabancı turistin olmadığı çarşının esnafı, ada sakinleri kadar memnun olmayabilir halinden.

Ama şu kesin ki adalar şimdilerde tam kıvamında…

Tüm yazılarını göster