Rıdvan Turan: Devletin Kürtlere karşı yeni terbiye yöntemi elektrik

TBMM Tarım Komisyonu Üyesi, HDP'li Rıdvan Turan, son günlerde artan elektrik kesintisi isyanının arkaplanını anlatıyor. Turan’a göre bölgedeki milyonlarca insan Türkiye’nin batısına göre elektriğe çok daha fazla para veriyor. Ayrıca kaçak oranı DEDAŞ’ın iddia ettiği kadar olmadığı gibi, sebebi de kullanıcılar değil, ilkel altyapı.

İrfan Aktan iaktan@gazeteduvar.com.tr

1990’ların meşhur işkence yöntemi olan “elektrik” son yıllarda halka karşı başka türlü bir işkenceye dönüştürülüyor. Tarımsal üretim için en hayati dönem olan yaz aylarında Urfa, Batman, Diyarbakır, Mardin gibi şehirlerde bazen haftaları bulan elektrik kesintileri yaşanıyor. Elektrik kesintisi sadece gündelik hayatı değil, tek geçim kaynağı tarım olan çiftçilerin geleceğini de tehdit ediyor, kıtlığa kapı aralıyor. Elektronik tıbbi cihazlara bağlı hastalar, sıcaktan korunmak için klimaya muhtaç olan yaşlılar, hastalar hayati tehlike yaşıyor, eğitim almak için EBA’ya bağlanması gereken çocuklar en temel haklarından mahrum kalıyor ve hijyen koşulları ortadan kalktığı için salgın hastalık riski artıyor.

Bölgedeki elektrik dağıtım tekelini elinde bulunduran DEDAŞ ise kesintilere gerekçe olarak “kaçak elektrik kullanımını” gösteriyor. Peki Türkiye’de ırkçı söylemin temel ezberlerinden biri olan “Kürtler kaçak elektrik kullanıyor” cümlesinin kaynağı olan iddia ne kadar doğru? DEDAŞ-devlet el ele bölgede nasıl bir elektrik ve su politikası güdüyor? Kaçak elektriğin kaynağı halk mı, bölgedeki ilkel elektrik altyapısı mı?

Ezberin dışına çıkıp “Kürtlerin elektrik gerçeğini” anlamak için 2019 yılında DEDAŞ’ın bölgedeki faaliyetlerine ilişkin son derece kapsamlı bir rapor hazırlamış olan ve süreci yakından takip eden HDP Mersin Milletvekili, TBMM Tarım Komisyonu Üyesi Dr. Rıdvan Turan’a kulak verelim.

Mezopotamya Haber Ajansı’ndan Bilal Gündem’in aktardığına göre 23 Haziran’dan beri Batman’ın Kozluk ilçesine bağlı en az 12 köy, DEDAŞ’ın elektrik kesintisi yüzünden ciddi bir su sorunu yaşıyor. Dün de Mardin-Kızıltepe’de büyük yankı uyandıran bir olay oldu çünkü orada da günlerdir elektrik kesintisi var. DEDAŞ kesintileri kaçak elektriğe bağlıyor, halk ise bunun gerçek olmadığını söylüyor. Nedir bu olayın aslı-astarı?

Türkiye’nin batısındaki kamuoyunda bir biçimde oluşturulan “Kürtler kaçak elektrik kullanıyor” algısı, Dicle Elektrik ve Dağıtım Anonim Şirketi (DEDAŞ) tarafından halka yönelik uygulamaların meşruiyet zemini olarak kullanıyor. Maalesef zaman zaman bunun işe de yaradığını görüyoruz. Batman’da, Mardin’de, Urfa’da halk elektrik kesintilerine isyan ettiğinde hemen bu yalan devreye konuyor ve batı kamuoyuna “biz elektriğe bu kadar para öderken ülkenin bir yanındakiler neden hiç ödemiyor” dedirtiliyor.

Rıdvan Turan

Peki gerçek nedir?

Gerçek tam tersi. Birazdan anlatacağım üzere, bölge halkı Türkiye’nin batısından daha pahalıya ve daha kalitesiz elektrik kullanıyor. Faturasını ödediği halde insanların toptan elektriği kesiliyor. Kaynağı bilinmeyen zamlar uygulanıyor. Elektrik hizmeti bir zulüm ve terbiye aracına dönüştürülüyor.

'KAÇAK ELEKTRİĞİN SEBEBİ HALK DEĞİL, İLKEL ALTYAPI'

Kaçak elektrik hadisesi nedir peki?

Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi bölgede de kaçak kullanan insanlar vardır. Fakat Elektrik Mühendisleri Odası’ndan profesyonellerin de değerlendirmeleri, bu kayıp-kaçak oranının önemli bir sebebinin bölgedeki eski, ilkel altyapı olduğu yönünde. Bu altyapı nedeniyle kayıp oranı Türkiye’nin batısına göre daha yüksek oluyor. Altyapıyı yenileme yatırımlarına ağırlık vermesi, bundan kaynaklı kayıpları önlemesi gereken DEDAŞ, faturaları şişirip inzibati yöntemlerle de olsa parasını halktan tahsil ettiği için altyapı yenileme çalışmalarına cüzi miktarda para harcıyor.

Elektrik kesintileriyle su sorunu arasındaki ilişki nedir?

İklim değişikliğinden en fazla etkilenen ülkelerden biri olan Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde olağanüstü bir kuraklık var. Hem evsel hem de tarımsal kullanım amaçlı su ihtiyacı burada çok ciddi boyutlarda. Bölgede çok korkunç bir çölleşme tehlikesi var. Susuz tarımın yapılamadığı Urfa’dan Şırnak’a kadarki bölgede kuraklık dolayısıyla suya ihtiyaç daha da arttı. Çiftçinin buradaki verimli topraklarda tarım yapabilmesi için de elektrik yoluyla yeraltından su çıkarması gerekiyor. DAEDAŞ elektriğin özelleştirildiği 2013 yılından beri Diyarbakır, Urfa, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak’ta 5.5 milyondan fazla nüfusa elektrik dağıtan tekel konumunda ve bu konumumu açık bir biçimde halkı sömürmek için kullanıyor.

'DEDAŞ, HALKIN CEBİNE ELİNİ DALDIRMIŞ VE ONU ENGELLEYECEK BİR GÜÇ YOK!'

Nasıl kullanıyor bunu?

Bir kere söz konusu şirketin kapitalizmin olağan piyasa ilişkileri içinde faaliyet sürdürüp sürdürmediği bile tartışmalı. Biz elbette stratejik bir kol olan enerji üretim ve dağıtımının özelleştirilmesine karşıyız ama DEDAŞ, bir şirketin vermesi gereken taahhütleri bile yerine getirmekten muaf. Türkiye’nin batısında da DEDAŞ gibi elektrik hizmeti sunan özel şirketler var. Fakat bu hizmeti sunarken ilgili şirketler vatandaşa da elektriğin nakledilmesi, sistem altyapısının yenilenmesi, aboneleri bilgilendirme sorumluluğu, elektrik sürekliliğini ölçmek için kayıt cihazlarının takılması, elektrik kesildiğinde tazminat verme gibi sorumlulukların, taahhütlerin altına giriyorlar. Gelin görün ki, DEDAŞ tüm bu sorumluluklardan muaf.

Neden?

İzah edilemez bir biçimde devlet tarafından himaye altına alınmış ve buna dayanarak halka haksızlık eden bir firma bu. DEDAŞ halkın cebine elini daldırmış ve onu engelleyecek herhangi bir güç yok. Aslında bu, bir nevi sömürgeciliğin elektrikte tezahürüdür bu.

'DEDAŞ’IN DEVLET DESTEĞİYLE SAĞLADIĞI BİR MUHTARİYET ALANI VAR'

Peki DEDAŞ’ın bu muafiyetinin yasal bir dayanağı var mı?

Bir kere Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (EPDK) 'Dağıtım Sistemindeki Kayıpların Azaltılmasına Dair Tedbirler Yönetmeliği'ne göre yüzde 40’ın üzerinde kayıp-kaçak söz konusu olan illerde firma tazminat ödeme, ölçme ve kayıt cihazı takma, teknik kaliteye ilişkin yükümlülüklerden muaf tutuluyor. Fakat DEDAŞ’ın ayrıca devlet desteğiyle kendisine yarattığı bir muhtariyet alanı da var. DEDAŞ yaptığı hemen her basın açıklamasında abonelerin kaçak elektrik kullandıklarını, elektriklerin bu yüzden kesildiğini iddia ediyor. 2019 yılındaki bir açıklamada hizmet verdiği 6 kentte kayıp-kaçak oranının yüzde 86 olduğunu ileri sürdü. Fakat bunun akla yatkın hiçbir yanı yoktu ve kamuoyunda çok büyük tepkiler ortaya çıkınca geri adım atarak Şırnak, Urfa, Mardin, Siirt, Batman ve Diyarbakır’da bu oranın yüzde 54 olduğunu söylediler.

Kayıp-kaçak oranını bağımsız bir kurum denetleyemiyor mu?

Hayır, firmanın kendisi bu rakamları ileri sürüyor.

'DEDAŞ FAHİŞ FATURALARI MEŞRULAŞTIRMAK İÇİN KAYIP KAÇAK ORANINI YÜKSEK GÖSTERİYOR'

DEDAŞ bu oranı neden yüksek göstersin?

Fahiş faturaları, elektrik kesintilerini, ilkel eski altyapının değiştirilmemesini meşrulaştırmak için. Pek çok yerde sayaçları okumadan, kafalarına göre, kâr marjını koyarak fatura kestiklerine dair şikâyetler var. Zaten son birkaç yıldır binlerce hanenin elektrik sayacını elektrik direklerinin tepesine yerleştirdiler. Bunu da yine az önce bahsettiğim EPDK yönetmeliğine dayandırarak yapıyorlar.

Eskiden faturasını ödemeyen abonenin elektriğini evdeki sayacı sökerek keserlerdi. Şimdi telefon aboneliği gibi, elektriği merkezden kesiyorlar galiba.

Onu şöyle yapıyorlar: Bir elektrik hattının üzerinde on tane abone olduğunu varsayalım. 1’den 5’e kadarki aboneler ile 6’ncı abone hariç diğer aboneler faturalarını ödemiş olsa bile, sırf 6’nın elektriğini kesmek için ondan sonraki tüm abonelerin elektriğini kesiyorlar. Keza DEDAŞ, kaynağının ne olduğu tam olarak bilinmeyen zamlarla da halkı, çiftçiyi resmen köleleştirmiş durumda.

SU KULLANIM BEDELİ TÜRKİYE GENELİNDE AYLIK 100 LİRA, BÖLGEDE 1000 LİRA

Geçtiğimiz yıl yayınladığınız DEDAŞ raporunda, Kızıltepe Hububat ve Ticaret Merkezi Başkanı Mehmet Şerif Öter’in bir iddiasını aktarıyorsunuz. Buna göre Mardin’de çiftçilerin dönüm başına ödediği elektrik faturası Türkiye’nin diğer bölgeleriyle kıyaslandığında yaklaşık 10 kat fazla. Öter şöyle diyor: “Mısır, pamuk ve süpürge otu gibi ürün ekiminde pompaj sulamalarının Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2020 yılı için belirlediği Su Kullanım Hizmet Bedeli Tarifeleri’ne göre, Türkiye’nin her yerinde dönüm başına 100 TL ödenirken, Mardin’de ikinci ürün olan mısır üretimi için kullanılan elektrik, dönüm başına 1000 TL ve üzerinde çiftçiye yansıtılmaktadır.”

“Su kullanım hizmet bedeli” diye bir kalem var ve Türkiye genelinde bu oran, dönüm başına 100 lira olarak belirlenmişti. Fakat sadece Mardin değil, bölgenin genelinde su kullanım hizmet bedeli Türkiye genelinin 10 katı kadar. Elbette hem bu konuda hem de fahiş elektrik faturalarına karşı açılmış ve kazanılmış davalar da var. Su kuyusu olmadığı halde “su kullanım hizmet bedeli” olarak hakkında astronomik faturalar çıkarılmış çiftçiler de bulunuyor.

Siz HDP olarak “DEDAŞ raporu” hazırlarken şirketle de görüştünüz mü?

Tabii, sorunun çözümü için kendileriyle de görüştük. Fakat DEDAŞ yetkilileri devlet katında muazzam bir imtiyaz sahibi oldukları bilinciyle bize yaklaştılar. Ayrıca bölgedeki güvenlik bürokrasisi emirlerinde. Hiçbir güvenlik sorunu olmadığı halde elektrik kesmeye bile zırhlı araçlar eşliğinde gidiyorlar. Fahiş zamlar yaptıkları için halk faturalarını ödeyemiyor. Kendilerine “niye bunu yapıyorsunuz” diye sorduğumuzda ise, bölge halkını hırsız ilan edercesine, “kayıp-kaçak çok fazla” diyorlar.

'BÖLGEDE BU SENE YAKLAŞIK 1 MİLYON TON HUBUBAT DÜŞÜŞÜ OLACAK'

Faturasını ödeyemeyen insanlar nasıl bir uygulamayla karşı karşıya kalıyor?

Uzun süreli elektrik kesintiler bir yana, 2018’de çıkarılan bir KHK ile DEDAŞ’a çiftçinin banka hesaplarına bloke koyma hakkı verildi. Bu korkunç bir olay. Çünkü devlet, DEDAŞ kârına kâr katabilsin diye tarımsal üretimin dip yapması bile göze almış durumda.

Nasıl yani?

Çiftçiye verilen tarım desteği, çoğunun üretim yapması için tek kaynak. Fakat bu kaynağa DEDAŞ el koyduğu için çiftçi tarımsal üretim yapamıyor. Çiftçiler ürünlerinden elde ettikleri tüm geliri tarlaya su taşımak için kullandıkları elektriğe ödüyor. Elde-avuçta bir şey kalmayınca kendi hanesinin de elektrik faturasını ödeyemez hale düşüyor. Bölge halkı işte böylesi korkunç bir sömürü düzeninin kıskacında. Kuraklığın etkisiyle bu sene Diyarbakır ve çevresinde hububatta yaklaşık 1 milyon ton rekolte kaybı olacak. Bunu bütün bölgeye teşmil edersek olağanüstü bir ürün kaybı yaşanacağı açık. Çiftçi elektrik kesintileri yüzünden su çıkaramıyor. Devlet aslında “DEDAŞ kazansın da, icabında vatandaş aç kalsın” demiş oluyor. Kapitalizmin olağan kuralları bile geçersiz kılınıp devlet-DEDAŞ arasında feodal bir himaye ilişkisi kurulmuş durumda.

'BÖLGEDE YAŞANANLAR APARTMANIN BODRUM KATI MİSALİ, GÖRÜLMEK İSTENMİYOR'

Anlattıklarınıza bakılacak olursa DEDAŞ elektrik sistemi altyapısını modernize etmeyerek kayıp elektrik oranının artmasına neden oluyor ama bunun müsebbibi olarak halkı gösteriyor ve bunun bedelini de yine halktan çıkarıyor, öyle mi?

Tam olarak öyle. Az önce söylediğim gibi, Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi bölgede de kaçak kullananlar olabilir. Fakat yüzde 50’ler oranındaki bir kayıp-kaçağın tümünün faili olarak halkı göstermek, bir bütün olarak halkı hırsızlıkla suçlamakla eşanlamlı ve üstelik bu aleni bir iftira. Eğer iftira değilse, bütün bürokrasi senin elinde, uzmanların var, çıkıp bunu ispatla! Zaten DEDAŞ bu tespiti yapmaya bile gerek duymayıp kaçağı kafasına göre halka paylaştırıp bunu tahsil etmeye çalışıyor. Halk bu parayı ödeyemeyince de elektriğini kesiyor; insanlar su çekemiyor. Köylüler toplu olarak traktörlere binip başka yerlere giderek bidonlarla su taşıyor evlerine. Hastalıklar yayılıyor, pandemi ve yaz koşullarında halk sağlığı tehlikeye atılıyor.

Elektronik tıbbi cihazlara bağlı insanlar var. EBA üzerinden eğitim gören çocuklar eğitimden koparılıyor, gıdanın muhafazası imkânsız hale geliyor…

Tabii, İstanbul’da, Ankara’da bir hafta, on gün boyunca elektriğin kesik olduğunu tahayyül edin! Oralarda böylesi bir tablo felaketken bölgede tolere edilebileceği mi sanılıyor? Bakın, geçen yıl Mardin’in Kızıltepe ilçesinde öğrencilerin EBA’ya erişimi yüzde 17, Derik’te yüzde 13’te kaldı. Bu ülkenin doğusunda yaşananlar, apartmanın bodrum katı misâli, görülmek istenmiyor. Ortada hakikaten katlanılmaz koşullar var.

'DEDAŞ’A KAYIP KAÇAĞIN BAĞIMSIZ BİR HEYETÇE İNCELENMESİ ÖNERİSİ GÖTÜRDÜK, 'BİZ SİZE DÖNECEĞİZ' DEDİLER'

Gerçekten de şu anda Ankara’daki bir haneyle Batman’daki bir hane, aynı oranda elektrik tükettiği halde, Batman’dakiler daha mı yüksek bir ücret ödüyor?

DEDAŞ’ın kendi tasarrufları bu işin içine katıldığında, evet, böyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Burada meselenin sadece ekonomi politikası olmadığını çok iyi biliyoruz. DEDAŞ’ın elektrik üzerinden halka yaptığı muamele sadece bir şirketin kâr hırsıyla açıklanamaz. DEDAŞ yetkilileriyle görüştüğümüzde ısrarla “bu uygulamayı başka şeylerle karıştırmamak lazım” diyorlardı.

“Başka şey” derken neyi kastediyorlardı?

Kürt meselesiyle, devletin Kürt politikasıyla karıştırmamak gerektiğini söylüyorlardı. Kendilerine, “madem öyle, neden en küçük bir sayaç okuma işlemi için bile zırhlı araçlarla köylere gidiyorsunuz” diye sorduğumuzda, bunu izah etmediler. Biz DEDAŞ yetkililerine bir çözüm önerisi de sunduk. Tarafsız bir inceleme heyeti oluşturulmasını, bu heyetin hem DEDAŞ’ı hem de alanı incelemesini, hem sorunu hem de çözüm yollarını bu bağımsız heyetin ortaya koymasını önerdik. “Biz size döneceğiz” dediler.

Ve?

Aradan iki yıl geçti, dönüş o dönüş! Çünkü tarafsız bir hakem heyetinin, baştan aşağıya hukuksuzluklar üzerine kurulmuş olan bir sistemi bozması ihtimali, bu sistemden faydalanan şirketi huzursuz etti.

'DEVLETİN ŞEFKATLİ KOLLARI' HALKA KARŞI ŞİRKETİ SARMALAMIŞ DURUMDA

Yine raporunuzda aktardığınıza göre Sayıştay, 2018 yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin harcamalarını incelerken DEDAŞ’ın yaptığı 1 milyon 644 bin TL tutarındaki yatırımın kayyım tarafından desteklendiğini tespit etmiş. Bu ne anlama geliyor?

Devletin “şefkatli kolları” halka karşı şirketi sarmalamış durumda. Şirketin halk üzerindeki her türlü tasarrufunun görmezden gelineceği bir mekanizma oluşturulması yetmemiş, kayyum eliyle yerel yönetimler de bu şirketin kâr etmesi için elinden geleni yapmış, yapıyor. Ayrıca bu şirkete EPDK ihalelerinde de öncelik verildiğini öğrendik.

DEDAŞ raporunu hazırlarken en çok dikkatinizi çeken husus ne oldu?

Bölgede çok büyük sulama barajları var ve bu barajlar aynı zamanda elektrik de üretiyor. Fakat halk bu barajların sularından yararlanamadığı için yerin yüzlerce metre altından elektrik yoluyla su çekip tarlasını sulamak zorunda kalıyor. Normalde devlet halka dönüp “kusura bakmayın size bu suyu taşıyamadık ama en azından bu sudan üretilen elektrikte indirim yapıyoruz” demeli. Bunun tam tersi bir işleyiş var. Halk kendi bölgesindeki suya da, o sudan üretilen elektriğe de erişemiyor. Çünkü insanları burunlarının dibindeki suya erişmekten alıkoyan bir devlet politikası var. Bölgedeki doğal kaynaklardan maksimum düzeyde nemalanıp halkı bundan mahrum kılmak sömürgeciliğin tezahürüdür. Bir gün için bile bölgedeki barajlar elektrik üretmese, Türkiye’nin geneli karanlıkta kalır; sanayi krize girer. Görünen o ki, devletin Kürtlere karşı yeni terbiye yöntemi elektrik.

'ELEKTRİK VE SU DERDİNE DÜŞÜRÜLEN KÜRTLERİN KİMLİK HAKLARINI TALEP ETMEYECEKLERİ DÜŞÜNÜYOR'
Nasıl yani?

Devlet bir yandan güvenlikçi politikalara ağırlık verirken, bir yandan da halkı ekonomik yöntemlerle yıldırmaya, haklarını talep edemez hale getirmeye çalışıyor. Bunun da en somut yansıması elektrik politikasıdır. İngilizler Hindistan’da, çocuklar başka meseleler üzerine düşünemesin diye, onlara ezberlenmesi neredeyse imkânsız olan logaritma cetvelini ezberletiyordu. Tamamen gereksiz olan bu ezber, hakikaten de başka her şeyi düşünmeyi engelliyordu. Kürtlerin bugün elektrik ve su derdine gömülmesiyle logaritma cetvelini ezberlemek zorunda kalmaları arasında amaçlanan açısından bir fark yok. İnsanların içecek, yıkanacak su bulamazken kimlik talepleriyle ilgilenmeyecekleri düşünülüyor.

Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nden Hüseyin Akıl, Yeni Yaşam gazetesine verdiği mülakatta “çiftçilerin elektrik borçları incelenmeli, ödenecek seviyeye getirilmeli, ertelenmeli ve yapılandırılmalı” türü önerilerin DEDAŞ’ın değirmenine su taşımaktan başka işe yaramadığını, DEDAŞ’ın aslında bir an önce kamulaştırılması için acil eyleme geçilmesi gerektiğini söylüyor. Akıl’ın bu değerlendirmesi biraz da sizin yaklaşımınıza tepki gibi değil mi?

Elbette son noktada elektrik dahil bugüne kadar 70 milyar dolar civarında bir paraya tekabül eden bütün özelleştirmelerin tekrar kamulaştırılması gerekiyor. Hatırlarsanız Özal döneminde ilk özelleştirmeler başladığında, “Kamu İktisadi Teşekkülleri arpalık haline geldi, işlevsizleşti, kurumlar özelleştirilince hizmet kalitesi, verimlilik, müşteri memnuniyeti artacak” deniyordu. Fakat tam tersi oldu. Özelleştirmelerle birlikte hizmet kalitesi düştü, kuruluşlar belli dar grupların arpalığına ve halkın sırtındaki kambura dönüştü. Bana göre yapılan bütün özelleştirmeler, kamu bütçesinden yapılmış hırsızlıklardır. Hırsız olan halk değil, gözünü kâr hırsı bürümüş şirketlerdir. Elbette kamulaştırmayı savunuyoruz ve savunmalıyız ama şu anda var olan akut problemi çözmek için çeşitli adımlar atılmalı.

Ne gibi adımlar?

Örneğin elektrik dâhil bazı borçların devlet tarafından kamu borcu haline getirilmesini öneriyoruz. Çiftçi borçları konusunda da CHP dâhil pek çok parti, faizlerin silinmesini ve borçların yapılandırılmasını öneriyor. Bizim önerimiz de, küçük-orta ölçekli çiftçilerin borcunun kamu borcu sayılması yönünde. Bu bütçeye olağanüstü yük bindirecek düzeyde bir kalem de değil. O açıdan DEDAŞ ve diğer elektrik şirketleri nihai olarak mutlaka kamulaştırılmalı.

Tüm yazılarını göster