Pişmanlık geçmişi değiştirir mi?

Max Scheler’in 'Pişmanlık ve Yeniden Doğuş' metni Pinhan Yayıncılık tarafından yayımlandı. Scheler, bu kitabında pişmanlık üzerine fenomenolojik bir tartışma yürütüyor. Bu duyguyu enine boyuna ele alırken, onun başka duygularla ilişkisine, farklı dönemlerdeki tahayyülüne, psikolojikleştirmeden bu duygunun bireyin varlığına onun toplum içindeki konumuna etkilerine odaklanmaya çalışıyor.

Emek Erez emekerez@gmail.com

“Son pişmanlık fayda etmez” derler, öyle midir gerçekten, hatalarımız karşısında hissettiğimiz bu duygunun insanın yaşamında bir karşılığı yok mudur, “suç”u işleyen geri dönüp baktığında, onunla yüzleşme çabasına girdiğinde, pişmanlık duygusunun etkisi nasıl hissedilir, korku ve endişe gibi duyguların pişmanlık üzerinde nasıl bir etkisi var? Pişmanlık geçmiş suçlara yönelik bir duygu olarak düşünüldüğünde hâfıza ile ilişkisi üzerine ne söyleyebiliriz, kolektif suçlara karşı duyulan ortak pişmanlığın dünyanın daha iyi bir yer olmasında payı olabilir mi?

Pişmanlık duygusu hakkında, bunun gibi pek çok soru sorarak üzerine düşünebileceğimiz bir kitaptan bahsetmek istiyorum, Max Scheler’in Pinhan Yayıncılık tarafından, Sinan Oruç çevirisi ile basılan 'Pişmanlık ve Yeniden Doğuş' adlı metni. Fenomenoloji, etik ve felsefi antropoloji alanlarındaki çalışmalarıyla tanıdığımız Scheler, bu kitabında pişmanlık üzerine fenomenolojik bir tartışma yürütüyor. Bu duyguyu enine boyuna ele alırken, onun başka duygularla ilişkisine, farklı dönemlerdeki tahayyülüne, psikolojikleştirmeden bu duygunun bireyin varlığına onun toplum içindeki konumuna etkilerine odaklanmaya çalışıyor. Bu açılardan kitap bir yanıyla duygu politikası ile ilişkilenirken, diğer yandan duyguların kişisel varlığımıza etkileri üzerine bir kere daha bakmamızı sağlıyor.

PİŞMANLIĞIN MODERN TAHAYYÜLÜ

Scheler, pişmanlığı vicdanımızdaki heyecanlardan biri olarak ele alıyor. Ona göre, pişmanlığın vazifesi geçmişe yönelmek ve onu yargılamaktır. Ancak pişmanlık hakkındaki modern teoriler onu yüzeysel bir bağlamda tartışarak, hakiki pişmanlığın anlamını zayıflatmışlardır. Scheler tartışmaya modern felsefenin bu duyguya bakışı üzerinden başlıyor, modern felsefede pişmanlık genellikle olumsuzlanıyor, düşünürün cümleleriyle ifade edersek: “Pişmanlık faydasız, fuzuli bir edim, düşüncesizlik, sağlıksızlık ya da türlü yanılsamalardan kaynaklanan zihinsel bir bunalım olarak düşünülmüştür”. Scheler bu bakışı yadsımıyor ancak monist görüşlerin dışında da farklı anolojiler kurulabileceğini böylece yüzeysellikten çıkabileceğimizi hatırlatıyor. Duyguları sağlıksızlık üzerinden ele almak çok sık karşılaştığımız durum, modern düşünce bedeni bir makine olarak tahayyül edip, onu bir nesne gibi ele aldığı için kişinin hislerini “anormal” bir kategoriye taşıyabiliyor. Ayrıca modern perspektifin zaman anlayışı da pişmanlık duygusu üzerine düşünüldüğünde sorunlu bir yan içeriyor çünkü zamanı ileriye dönük olarak tahayyül ettiğimizde, geçmişi bir yerde bırakmak, yönümüzü geleceğe dönmek gibi bir bakış ortaya çıkıyor. Pişmanlık daha çok geçmişe yönelen bir duygu olduğu için, zamanı ileriye doğru iyiye giden bir şey olarak kavrayan bakış, pişman olmaktansa gelecekte aynı hatayı yapmamayı veya daha iyisini yapmayı öneriyor. Scheler bunun bir tür kadercilik olabileceğini anımsatıyor ona göre: “Pişmanlık sıradan gözlemciye zihinsel bir karmaşanın semptomu ya da faydadan çok zararı olan gereksiz bir yük gibi görünür. Şöyle dendiğini hepimiz duymuşuzdur: ‘Pişman olmak asla değiştirilemeyecek olan bir geçmişe takılıp kalmaktır. Bizi pişmanlığa sürükleyen davranışımızın tüm nedenlerini dikkate aldığımızda görürüz ki olmuş olan -kadercilerin hep dediği gibi- zaten nasıl olması gerekiyorsa öyle olmak zorundaydı’”. Geçmiş o anda yaşanıp kalsaydı belki buna katılabilir, pişmanlığı yük olarak görebilirdik. Ancak ne bireysel edimlerimize ne de kolektif edimlere dair yaşanan geçmişte kalmıyor çünkü zaman denen şey belli anlara bölünen ve yaşananı sadece yaşandığı anda bırakan bir şey değil, yaşananlar zamanın tüm anlarıyla birlikte bedenimizde bir bütün olarak devam ediyor.

YAŞAMIN ZAMANSAL AKIŞI

Bu açılardan, Scheler’in metinde sürdürdüğü tartışmada, özellikle zaman ve pişmanlık konusundaki fikirleri, bana kalırsa kitabın en can alıcı yerini oluşturuyor. Düşünüre göre, yaşamımızın zamansal akışını kavramamız, pişmanlığı gereksiz, insanın varlığını boşa yoran, hastalıklı ve manasız bir çaba olarak görmemize engel olacaktır çünkü: “Eğer bir kişi olarak varoluşumuz doğal olayların tabi olduğu nesnel zamana âdeta geçmişten geleceğe bir nehir gibi tabi olsaydı, bu tarz bir argümanın (pişmanlığı manasız olarak görenlerden bahsediyor) sağlam gerekçelere dayandığı söylenebilirdi, zira bu nehrin, ‘birazdan’ akacak olan kısmı geriye dönüp de ‘henüz akmış’ kısmına herhangi bir etki ya da müdahalede bulunamaz.” Ancak kişisel varlığımız bir nehir gibi akıp gitmiyor yani geçmişe direkt müdahalede bulunamasak bile onunla yüzleşme, yaptığımız hatayı kabullenerek sorumluluk alma bilincine sahibiz, bu nedenle geçmiş yokmuş gibi yaparak geleceğe doğru “akacağımızı” düşünmek Scheler’in de ifade ettiği gibi, sorunlu bir yan içeriyor. Bu bakışa göre zaman, tek biçimli olarak devam ediyor ve yönünü geleceğe dönüyor. Bu, doğada bir dere için geçerliliği olan bir argüman olsa da insan varlığı için zaman böyle işlemiyor.

GEÇMİŞİ DEĞİŞTİRİLEMEZ KILAN TEK ŞEY ÖLÜM

Düşünürün deyimiyle; “insan yaşamında her bir zamansal, bölünemeyen andaki tecrübede yaşamımızın ve kişisel benliğimizin tamamında mevcuttur.” Ve bunun üç momenti vardır, “deneyimlenmiş geçmiş, şu an deneyimlenmekte olan mevcut şimdi ve gelecek. Bu üç momenti oluşturan unsurlarsa farkındalık, dolayımsız hafıza ve dolayımsız beklentidir.” Bu durumun maddesel bir gerçekliği yoktur ama hepsi bir bütünün içinde var olarak, yaşamımızın tüm anlarında yeniden olmaya devam ederek, bizi ve eylemlerimizi özgürleştirme potansiyeli taşır. Böylece geleceği sadece uzakta olacaklar üzerinden kurgulamaktan kurtuluruz, onu yaşanan şimdi ve geçmiş ile birlikte tahayyül düşünme imkânı yakalarız.

Pişmanlık ve Yeniden Doğuş, Max Scheler, Çevirmen: Sinan Oruçoğlu, 48 syf., Pinhan Yayıncılık, 2020.

 

Geçmişin değiştirilemez olmasının tek sebebi ölümdür çünkü yaşamın sonu geldiğinde müdahale edebilme kudretimizin de sonu gelir. Scheler bundan şöyle bahsediyor: “Bir yaşam ancak bütünüyle tamamlandığında yani öldüğümüzde, (ahiret inancına sahip olanlar için böyle bir durumun ‘hiçbir zaman’ olmadığını da belirtelim), geçmiş bir olay anlamını doldurmakta ve artık ‘değiştirilemez’ hâle gelmektedir ki bu durumda da artık doğada meydana gelmiş herhangi bir olgudan ayırt edilemezdir.” Ama yaşamımız tamamlanmadığında geçmiş devamlı yüzümüze vurulan, hesaplaşmamız gereken bir şey olarak kalır. Aynı şey dünyada yaşananlar için de geçerlidir diyebiliriz, dünyanın sonu gelmediği sürece, onda yaşanan bitmiş, gitmiş değildir. Hatta kolektif suçlar için düşündüğümüzde de benzer bir sonuca varabiliriz, dünyanın sonu gelmediği sürece geçmişin yaşanmışlıklarından özgürleşme umudu yoktur çünkü yaşam ve ölüm arasındaki zamanda onu değiştirme olasılığı bulunur, değiştirmeden kasıt elbette yaşananı ortadan kaldırmak olarak gerçekleşmez ama özür ve bağışlama süreçleri için işlevsel bir anlam taşıyabilir. Çünkü Scheler’in deyimiyle; “Bu zaman dilimi ‘bize ait’ bir geçmiş olur ve kişisel benliğimiz tarafından sahiplenilir. Bu da demektir ki geçmişimizin her bir parçasının yaşamımızın anlamı üzerinde bulunduğu etkilerin doğası ve boyutu her zaman bizimledir.” Her zaman bizimle olanın yükünden kurtulmak açısından da pişmanlık duygusu işlevsel olarak görülebilir çünkü bu duygu bize geçmişi yeniden değerlendirme, hatayı görme, onu yeniden anlamlandırma imkânı sunar.

ORTAK PİŞMANLIK

Pişmanlık dediğimizde sadece bireysel bir suçluluk duygusundan bahsetmiyoruz: “Pişmanlık bireysel suçluluğumuzla olduğu kadar tüm suçlardaki payımızla da temelden alakalıdır. Hem özgür biçimde üstlendiğimiz suçlarla hem de suçsuz biçimde içine düştüğümüz trajik suçla, toplulukların, ailelerin, ulusların ve tüm insanlığın paylaştığı kolektif ve kalıtsal suçla, en az bireysel suçla olduğu kadar alakalıdır” diyor Sheler. Geçmişte yaşanan soykırım, katliam gibi bağışlanması tartışma konusu olan suçlar için de pişmanlık duygusu, geçmişle yüzleşme bağlamında bellek çalışmalarıyla ilişkilenebilir. Bu durum yaşananlardan duyulan ortak bir pişmanlığa dönüştüğünde, geçmişin unutturulmasının önüne geçerek, yaşananı orada bırakmaya engel olabilir ki Scheler’in pişmanlık duygusuna dair bahsettikleri bize bu konuda çok fazla dayanak sağlıyor.

Max Scheler’in 'Pişmanlık ve Yeniden Doğuş' adlı kitabı, teolojik bir perspektiften de bakıyor meseleye, Hristiyanlığın itiraf teknikleriyle, pişmanlık arasında bağlantı kuruyor. Bu durum konuya başka açılardan bakmaya da vesile olabilir çünkü kendilik teknolojileri bahsinde, Foucault’nun bunu sorunsallaştırdığını anımsarsak, bu tekniklerin modern öznenin kurulmasındaki işlevini göz ardı etmememiz gerektiğini fark etmiş oluruz. Hristiyanlıktaki “hakikat yükümlülüğü” özneye kendini itiraf ettirerek hakikatinin ne olduğunu söyletirken, modern kendiliğin oluşmasında işlevsel bir anlam taşıyordu. Scheler, kilise öğretisine atıfta bulunarak, “yaptığından pişman olan aynı zamanda yaptığını itiraf eder ve onu aşar -hatta son anında dudaklarını kapayan o utancı bile” diyor. Bu nedenle metni başka açılardan da sorunsallaştırmanın mümkün olduğunu ekleyelim.

Bu yazıda 'Pişmanlık ve Yeniden Doğuş' kitabı ekseninde, pişmanlığın geçmişe dönük yanına bakarak, duygunun bu bağlamdaki anlamına odaklanmaya çalıştım çünkü pişmanlık bu açılardan hem hâfıza çalışmalarıyla hem de duygunun politik anlamıyla ilişkileniyor. Kitabın, konuyla ilgilenen okurun dikkatini çekebileceğini düşünüyorum.

Tüm yazılarını göster