Ömer Madra: Greta, dünya liderlerinin çanağına tükürdü

Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra’nın aktardığına göre “okyanuslar ayvayı yedi”, Kuzey Kutbu’ndaki buzullar eridiği için çok yakında altı büyük nehir taşacak ve tedbir alınmazsa milyarlarca insan için susuzluk, kıtlık, ölüm çağı başlayacak. Madra’ya göre petrol, doğalgaz ve kömür tüketimine son verilmesi, hayvancılık endüstrisinin derhal durdurulması, yani köklü bir devrimin başlaması şart. 16 Yaşındaki İsveçli aktivist çocuk Greta Thunberg’in öncüsü olduğu ve giderek milyonlarca insanı iklim adaleti için sokağa döken rüzgârın, insanlığın ve gezegenin kaderini değiştirebileceğini söyleyen Madra uyarıyor: “Ya devrim olacak ve kurtulacağız ya da yok olacağız.”

İrfan Aktan iaktan@gazeteduvar.com.tr

139 ülkede, milyonlarca insan 20 Eylül günü küresel ısınmaya karşı tedbir alınması için sokaklardaydı. Aynı günlerde, 21-23 Eylül tarihleri arasında Birleşmiş Milletler’in New York’ta düzenlediği İklim Zirvesi’nde dünya liderleri buluşup muhtemelen yerine getirmeyecekleri sözler verdi.

Fakat BM İklim Zirvesi’ne 16 yaşındaki bir kız çocuğu olan İsveçli Greta Thunberg’in konuşması damgasını vurdu. Dünya liderlerine, “Buraya gelip her şeyi yaptığınızı söylüyorsunuz. Gerçekten durumun ciddiyetini anlıyorsanız ve halen harekete geçmiyorsanız, bu, şeytan olduğunuzu gösterir ama buna inanmak istemiyorum. Bizi hayal kırıklığına uğratıyorsunuz ama gençler artık ihanetinizin farkına vardı. Gelecek nesillerin gözü sizin üstünüzde olacak” dedi.

Konuşması tüm dünyada olumlu-olumsuz tepki toplayan Greta’ya yönelik “kafayı yemiş”, “hastalıklı kız”, “birilerinin sahaya sürdüğü maşa” diyenler de oldu, gezegeni kurtarma mücadelesine girişecek yeni kuşakların temsilcisi olarak yüceltenler de. İnsan ister istemez şunu soruyor: Büyük şirketler ve onların sözcüsü, uygulayıcısı konumundaki iktidar elitleri tüm dünyayı yemişken, Greta ve onun gibi gezegen savunucuları kafayı yemiş, çok mu?

Yirmi yılı aşkın süredir iklim krizine, küresel ısınmaya ve bunun yaratacağı felaketlere dikkat çeken “delilerden” Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra’ya kulak verelim…

Sizinle söyleşi yapacağımızı söylediğimiz bir arkadaş, “yahu millet deprem yüzünden can derdinde, sen gidip iklim krizini konuşuyorsun” dedi. Sizce şu an deprem mi iklim krizi mi daha hayati mesele?

Böyle bir mukayese yapamam ama dünyada sınırları aşan, dağları, gökleri, ovaları, denizleri, gölleri, ormanları, her şeyi ve herkesi tehdit eden esas mesele iklim krizidir. Bakın, bilim dergisi Science Advances’ın daha yeni yaptığı bir araştırmaya göre, tüm kıtalarda kuraklık nedeniyle en geç 80 sene içinde temel beslenme kaynağı olan buğday, ekiminin yapıldığı tarlalar yüzde 60 oranında azalacak.

Bu tür bilgiler, dünya çapında alarm zillerini çaldırıyor mu?

Çaldıramıyor işte! Deprem söz konusuyken iklim krizi teferruat diyen arkadaşın kafasında bu alarm zillerin çalmıyor maalesef.

Sizce neden?

Bunun tek suçlusu biziz, medya! Bunu anlatamadık çünkü. Elbette dünyanın her ülkesinde deprem ihtimali var ve bunu kimse yadsımıyor. Nitekim Açık Radyo’da yirmi seneden beri devam eden Altın Saatler programında, deprem meselesini işliyoruz. Ama iklim krizi, insanlık, hatta gezegen tarihinin en büyük tehdidini oluşturuyor.

'İKLİM KRİZİNİN YARATTIĞI MEVCUT TEHLİKE BİR MİLYON YILDIR YAŞANMADI'

Ayrıca deprem, kürenin kendi dinamizmiyle alakalı. Ama küresel ısınma doğrudan insan eliyle yaratılan bir kriz, değil mi?

Tastamam öyle! O yüzden biz aslında küresel ısınma değil, küresel ısıtma demeyi tercih ediyoruz. Çünkü bu kendiliğinden olan bir ısınma değil. Kaldı ki, insanın yaptıkları, toprağın üzerindeki esnekliği giderdiği, kar örtüsünü azalttığı için depremleri de artırıcı etki yaratıyor. Bununla ilgili çok sayıda araştırma da var. Dolayısıyla iklim krizi dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz mevcut tehlike, bilebildiğim kadarıyla son bir milyon yıldır, yani insanlığın yeryüzünde oluşundan çok çok öncesinden beri yaşanmadı. Ve bu tehlikenin tek kaynağı var: Biz!

Peki on yıllardır bahsi edilen bu krize karşı insanlar neden harekete geçmiyor?

Bakın, Amerika’nın ve yeryüzünün en zengin insanlarından olan, Koch Biraderler denen iki kişinin bütün işi petrol, gaz filan. Onlar 1980’den beri, milyon dolar vererek yaptıkları araştırmanın sonucunda küresel ısınmanın olacağını, buzulların eriyeceğini, deniz seviyesinin yükseleceğini net bir şekilde tespit etmişler. Fakat bu hakikati gizledikleri gibi, ısrarla tersini söylemişler. Tüm bu hakikatleri bilip saklayan başta petrol şirketleri, emirlerindeki yöneticiler ve medyanın insanlığa karşı suçtan mahkum edilmeleri gerekir.

'GERİ DÖNÜLMEZ NOKTAYA 10 YILDAN AZ ZAMAN KALDI'

Az önce, küresel ısınma ve kuraklık dolayısıyla 80 yıl sonra buğday kıtlığı yaşanacağını söylediniz ama insanların kahir ekseriyeti 2100 yılını değil, bugünü dert ediyor…

80 yıl sonra değil, 80 yıl içinde olacak bu. Kaldı ki zaten milyonlarca insan şu anda bu nedenle kıtlık çekiyor, ölüyor. Milyonlarca insan göç yollarında telef oluyor. Şu anda ABD’ye doğru göç dalgasının bir numaralı kaynağı Honduras, Guatemala gibi ülkelerin kuraklıktan dolayı artık yiyecek yetiştirememeleridir. Normalde hiçkimse kendi yerini terk etmek istemez ama çocukları gece yatağa aç giren insanlar, artık tahammül edemeyip ABD’ye gitmeye çalışıyor. Bakın, kırk küsür ülkenin en deneyimli bilim insanlarının, kimyacıların, atmosfer bilimcilerin bulunduğu Hükümetlerarası İklim Değişikliği kuruluşunun (IPCC) geçen yıl Ekim ayında yayınladığı rapora göre, eğer çok radikal tedbirler alınmazsa, geri dönülemez noktaya 10 yıldan az bir zaman kaldı.

Radikal tedbirlerden kasıt ne?

Petrol, gaz ve kömür çıkarmaya kesin olarak son verilmesi!

Bu çağda petrolsüz, doğalgazsız, kömürsüz bir hayat sürdürülebilir mi?

Tam tersine, petrollü, gazlı, kömürlü bir hayat sürdürülemez! İki ay önce Portekiz’de yapılan bir ihalede, güneş bataryalarının yüzde 92 ucuzladığı görüldü. Son on yıl içinde güneş enerjisi üretimi yüzde 90 ucuzladı. Rüzgâr enerjisinde de ciddi bir ucuzlama oldu. Üstelik gece saatlerinde de güneş enerjisini biriktirebilecek teknoloji geliştirildi. Yani güneş enerjisi artık depolanabiliyor. Dünya çapında yapılan araştırmaların hepsi tedbir alınmaması halinde neler olacağını avaz avaz bağırıyor.

Paris İklim Anlaşması önleyici bir tedbir değil mi?

Bütün devletlerin imzaladığı, sonradan bir tek ABD’nin çıkma kararı aldığı Paris İklim Anlaşması’nın gereklerinin yerine getirilmesinin bile bizi dönülmez noktadan kurtarma ihtimalinin yüzde 50 olduğu söyleniyor. Küresel ısınmanın 1,5 °C’nin altında kalmasını sağlamak zorundayız ki, şu anda zaten yüzde 1,1 derece ısınmış durumda.

'GİDİŞAT, KENDİ KUYRUĞUNU YİYEN YILAN GİBİ'

Bu ölçüm neye göre yapılıyor?

Endüstriyel devrimden öncesiyle kıyaslanarak yapılıyor bu ölçüm ve buna göre küredeki ısınma şimdiye dek zaten 1,1 derece arttı. Paris Anlaşması, dünyanın kurtulması için ısınmanın kesin olarak 2, ama tercihen 1,5 derecenin altında tutulması gerektiğini belirtiyor. Fakat biliminsanları, bunun da garanti olmadığını, yüzde 50 şansımız olduğunu söylüyor.

Neden?

Çünkü hesaplanamayan başka şeyler var. Mesela bütün Sibirya’da, Rusya’da, Kanada’da permafrost denen donmuş tabakalar var. Onlar binlerce yıldır donmuş halde olan bu tabakalar erimeye başlayınca, fosiller çözülüp metan gazı çıkartmaya başlıyorlar. Üstelik metan gazı, karbondioksit denen sera gazından çok daha tehlikeli. Dolayısıyla gidişat, kendi kuyruğunu yiyen yılan gibi.

'DOĞAYLA SAVAŞILAMAZ, MÜZAKERE DE EDİLEMEZ'

Eğer Paris İklim Anlaşması’ndaki öngörü sağlanamaz ve yüzde 50 denen şans ıskalanırsa, 9-10 yıl sonra ne olacak?

Dünya artık kimsenin kurtaramayacağı, geri döndürülemez noktaya gelecek. Buzulların erimesiyle sular basacak ve sonra da kuraklık başlayacak. Dünyanın en büyük temiz su kaynağı Himalayalar’da, Tibet Yaylası’nda. Ama eriyor. Erime hızlanınca, hepsi kutsal olan altı büyük nehir olan İndus, Brahmaputra, Ganj, Yangtze, Sarı Irmak ve Mekong nehirleri taşacak, ardından da kuraklık başlayacak. Çünkü suyun kaynağı kurumuş olacak. Dolayısıyla örneğin pirinç üretilemeyecek. Yüz milyonlarca insan kıtlık yaşamaya başlayıp göç edecek. Peki nereye, hangi ülkeye gidecekler? İstanbul depremi tabii ki büyük bir tehlike ve tartışmalıyız ama bununla mukayese edilemeyecek çapta bir tehlikeden söz ediyoruz.

Geçenlerde biri “doğa bize savaş açtı” demişti…

Doğa bize savaş açmış değil, biz doğayla, fizikle, kimyayla kavga ediyoruz. Doğayla, fizikle savaşılamaz, müzakere de edilemez. Yerçekimi olmasın diyemezsiniz!

Kuzey yarımküre neden güneye göre daha fazla ısınıyor?

Fizikte “Albedo” denen, yüzeylerin yansıtma gücü olarak tarif edilebilecek çok basit bir kural vardır. Düz beyaz yüzey, güneşten gelen ışınları yüzde 90 oranında geri yansıtıyor. Dünyanın dengesi bunun üzerinde duruyordu. Ama ısınma arttıkça yansıtacak beyaz yüzey kalmıyor. Grönland’daki buzullar eriyip denize karışıyor, deniz seviyesi artıyor. Öte yandan çok yakında, benim de ömrümün yeteceği bir zaman içinde uzaydan beyaz olarak görünen Kuzey Kutbu olmayacak. Dünya tek kutuplu hale gelecek. Çünkü Kuzey Buz Denizi de muazzam bir hızla eriyor. Böylece altından lacivert deniz, siyah-gri kayalar veya kahverengi toprak ortaya çıkıyor. Bunlar da güneş ışınlarını yüzde 70 oranında emiyor, absorbe ediyor. Beyaz yüzeye göre yüzde 160 oranında bir geribeslemeden söz ediyoruz yani! Metan ve karbondioksit gibi gazlar da artıyor ve tüm bunlar atmosferi bir battaniye gibi sarıyor. Battaniye altında ısınmaya devam ediyoruz ve bu ölümcül bir hale gelmeye başladı.

'IPCC’NİN SON ARAŞTIRMASINA GÖRE OKYANUSLAR AYVAYI YEDİ'

Okyanuslarda durum ne?

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son araştırması okyanusların ayvayı yediğini gösteriyor. Aşırı avlanmanın yanısıra, hayat için gerekli oksijenin havaya verilmesini sağlayan canlılar da ölüyor. Ayrıca okyanuslarda muazzam bir asitlenme var. Karbondioksiti en fazla emen ve dünyanın bugünkinden çok daha kötü olmasını engelleyen esas varlık okyanuslar ve Amazonlar başta olmak üzere yağmur ormanları. Dünya oksijeninin yüzde 6 gibi çok büyük kısmını sadece Amazonlar sağlıyor ama onlar da yanıyor! Okyanuslarlar da ormanlar da yok olmak üzere.

Trump küresel ısınmayı “kar yağmaya devam ediyor” diyerek reddediyor. Brezilya devlet başkanı Bolsonaro, Amazonlardaki yangınları söndürmek üzere Fransa’dan, Macron’dan gelen destek önerisini “sömürgecisiniz” diyerek elinin tersiyle itiyor. Dünyadaki pek çok popülist lider, kürenin karşı karşıya bulunduğu felaketi küçümsüyor ama bu şahıslar da çok yüksek oylar alarak iktidara geliyorlar…

Yönetici elitler ve hizmet ettikleri büyük şirketler her şeyi, her saniyesine kadar biliyor ama tümüyle inkâr ediyor, yalan söylüyorlar. Bütün imparatorluklar, son dönemlerini “vur patlasın, çal oynasın” şeklinde yaşamıştır. Ama artık medeniyetin sonuna geldik.

'1900 YILINDA DÜNYADA 20 OTOMOBİL VARDI, ŞİMDİ 2 MİLYAR!'

Yani yerkürede insanlık imparatorluğunun çöküş döneminde miyiz?

Aynen öyle! IPCC’nin başkan yardımcısı, okyanuslarla ilgili durumun doğa ve insanlık için muazzam düzeyde geniş kapsamlı ve ağır sonuçları olacağını söylüyor. Tüm ekosistemin, ormanların, okyanusların ve tabii çocuklarımızın hayatı, geleceği söz konusu. Bakın, 1900 yılında fosil yakıtlarının yakılması sonucu yılda yaklaşık 2 milyar ton karbondioksit salınıyormuş. Bu sayı 1950’ye gelindiğinde üç katına, 6 milyar tona ve bugün ise 40 milyar tona çıkmış! Son on yılda bunda delice bir artış daha var. 1900’ün ilk on senesinde tüm dünyada 20 tane otomobil vardı.

Şimdi kaç tane?

Motorlu araç sayısı 2 milyar! Dolayısıyla bu yaşadıklarımız, yaptıklarımız karşısında normal!

'PARADİGMA BASİT: YA DİRENECEĞİZ, YA ÖLECEĞİZ'

Havadaki karbondioksit oranının ölçümü neye göre yapılıyor?

Hawaii’deki Mauna Loa Dağı dünyanın en temiz havasının bulunduğu nokta. Dolayısıyla havada ne kadar karbondioksit olduğu en iyi orada ölçülüyor. Mayıs ayında Mauna Loa’daki gözlem istasyonunda yapılan ölçümde havadaki sera gazının 415 ppm’yi (milyonda bir birim) aştığı ortaya çıktı. Bu artış, aşağı-yukarı 150-200 bin yıldan bu yana gelen en yüksek konsantrasyon. Rakamlar ortada, hiç tartışılacak bir şey yok yani. Dünyadaki yeni paradigma net: Ya direneceğiz, ya öleceğiz. Deprem, iktidar savaşları, hukukun, adaletin yok oluşu, diktatörlerin gelmesi elbette büyük sorunlar. Fakat dünyanın en büyük adaletsizliği, iklim krizidir. Doğmamış çocukların yaşama hakkını elinden alıyorsun. Bizim araba sevdamız yüzünden, hava kirliliğinden dolayı daha plasentadaki bebeklerin beyinleri, kalp kasları zedelenmiş oluyor.

Çocuklara “sokakta dikkat edin, araba çarpar” diyoruz ama o arabanın varlığı zaten çocukları zehirliyor…

Tabii. Bence en büyük bela, “BBO” dediğim şey.

Nedir o?

“Bize bir şey olmaz abi-abla” sendromu! Bu arada da herkes televizyon, bilgisayar ya da telefon ekranlarına kilitlenmiş, dizi izliyor. “Nasıl olsa bir teknolojik çözüm bulunur, birileri mutlaka bizi kurtarır” diye yersiz bir beklenti, umut var. Halbuki bitmek üzereyiz ve daha da kötüleşeceği muhakkak. Otoritelerle işbirliği yapmamak, direnmek lazım. Dünya çapında bir gazeteci, düşünür ve aktivist olan, Irak savaşına karşı çıktığı için New York Times’tan atılan eski savaş muhabiri Chris Hedges son yazısında “gezegenin geleceği ne olacak” sorusuna üç yanıt olduğunu söylüyor. Birincisi, muhtemelen insan nüfusunun yüzde 70’i yok olacak. Ondan sonra da bir “istikrar” gelecek ama ülke nehir, orman yok… İkinci senaryo, insan ve diğer türlerin büyük çoğunluğunun yok olması. Zaten şu anda böceklerin yüzde 40’ı tükendi ki, onların yokluğu kuşların ve daha pek çok canlının da yok olması demek. Daha bugün konuştuğumuz bir habere göre Bolivya ormanlarındaki yangında 2,5 milyon hayvan, jaguarlar, pumalar vs, kavrulup ölmüş. Hedges’a göre üçüncü senaryo ise, insan toplumunun derhal ve radikal bir biçimde yeniden şekillenmesi ve biyosferi, evreni koruyup daha üretken hale getirmesi. Bu bir devrim senaryosu ve ne yazık ki biliminsanlarına göre en olası senaryo bu değil.

Bu devrimin koşulları ne?

Mevcut fosil yakıtlarının ebediyen yer altında bırakılması ve devam eden üretimin de en kısa sürede bırakılması.

Bu aynı zamanda devasa şirketlerin ve pek çok rejimin yıkılmasına bağlı…

Aynen öyle ama başka çare yok. Zaten pek çok rejimin varlığı bu kaynaklara dayanıyor. Katar mesela, sadece fosil yakıtlara dayanıyor.

'VEGAN OLMALIYIZ: ÇÜNKÜ ISINMANIN EN BÜYÜK SEBEPLERİNDEN BİRİ HAYVANCILIK ENDÜSTRİSİ'

Fakat Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nde Katar, iklim kriziyle mücadeleye 100 milyon dolar ayıracağını ilan etti…

16 yaşındaki İsveçli çocuk Greta Thunberg ve arkadaşlarının açığa çıkartmaya çalıştığı riyakârlığın doruk noktası da bu zaten. 100 milyon dolar nedir Allah aşkına! Katar emirinin uşağı o kadar parayı cebinden çıkarıp verir yahu! Dalga mı geçiyorlar bizimle!

Peki fosil yakıtlarından vazgeçilmesiyle iş biter mi?

Ayrıca Vegan olmamız şart!

Neden?

Çünkü küresel ısıtmanın en büyük sebeplerinden biri de havyancılık endüstrisi. Muazzam miktarda yağmur ormanlarını, hayvan yemi ekim sahası yaratmak için kesiyorlar. Yüzbinlerce sığırın barındırıldığı sığır-kentler var. Küresel ısınmanın yüzde 14,5’ini bu hayvanların yellenmesi ve geğirmesi yaratıyor. Metan gazı salıyorlar ki, en tehlikeli gaz bu. Tabii onların taşınması, nakli, beslenmesi ve yem endüstrisi, küresel ısıtmanın bir numaralı faktörü haline geliyor. Dolayısıyla petrol ve hayvancılık endüstrilerinin durması lazım. İnsana uzak bir seçenek gibi geliyor ama başka çare yok! Ayrıca çöllerin yeşertilmesi, ağaçların dikilmesi gerekiyor. Çok sevdiğim yazarlardan George Monbiot, Greta Thunberg’le beraber harika bir film yaptı. “Sihirli makine keşfedildi: Ağaç” diyorlar. Ama fosil yakıtların çıkarılmasına son verilmeden olmaz. Yeni tek bir kömür santrali yapmayacaksın, petrol kuyularını kapatacaksın, kaya çatlatma yöntemiyle gaz aramalara son vereceksin. Önümüzdeki otuz yıl içinde, Çin’in kuzeyindeki 150 milyon insanın tamamen aç kalacağı öngörülüyor. Bunları uydurmuyorum. Hepsi bilimsel araştırmalarla ortaya konmuş durumda. Peki bu insanlar nereye gidecek?

'GRETA’YA 'MANYAĞIN TEKİ' DİYENLER BÜYÜK ŞİRKETLERİN KONTROLÜNDE'

Ümit Taşınır, Express dergisinin güz sayısında Antonio Negri ve Michael Hard’ın son kitabı Meclis‘ten şu alıntıyı yapıyor: “Önümüzde artık alıştığımız bir senaryo var: Adaletsizliğe ve tahakküme karşı insanlara esin veren toplumsal hareketler açığa çıkar, kısa süreliğine küresel manşetleri ele geçirir ve ardından gözlerden silinip gider. Karşılarına aldıkları münferit otoriter liderleri devirseler bile, şimdiye dek yeni ve kalıcı alternatifler yaratamamışlardır. Birkaç istisna dışında, bu hareketler ya radikal özlemlerini terk edip mevcut sistemlerin içine dahil olmuşlar ya da acımasız baskılarla bozguna uğratılmışlardır.”

Aynı fikirdeyim ama bu sefer farklı olabilir. Şu söyleşiyi yaptığımız sırada (27 Eylül) Yeni Zelanda’da yüzbinlerce insan iklim protestosu yapıyor. Roza Luxemburg’un kulakları çınlasın, 20 Eylül’de iklim koruma için dünya çapında grev yapıldı. Bu akşam Kanada ve ABD’de insanlar bunun için ayakta olacak. Gezegenin ve insanlık medeniyetinin tarihi bir dönemeçten geçtiği günleri yaşıyoruz. George Monbiot, dört kişinin bile bir araya gelmediği Yeni Zelanda’da çocuk ve yetişkinlerden oluşan yüzbinlerce kişiyi sokaklarda görünce fikrinin değiştiğini yazmış: “30 senedir bu işle uğraşıyorum ve bana ‘manyağın teki’ diyorlardı. Haklıymışlar. Ama şu an benim gibi milyonlarca insan var.” Delilerin sayısı milyonları bulmuş durumda ve bu iş çocukların öncüğünde gerçekleşiyor.

21-23 Eylül 2019 tarihleri arasında New York’ta gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’ne dünyanın pek çok ülkesinden liderler katıldı. İklim krizine karşı çeşitli sözler verildi. Rusya, Paris Anlaşması’nı uygulayacağını açıkladı ve böylece G-20 ülkeleri içinde bu anlaşma konusunda taahhütte bulunmayan tek ülke Türkiye kaldı. İklim Zirvesi’nden çıkan sonuç umut verici oldu mu?

Bu zirvenin tamamıyla riya olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü dünyanın çeşitli ülkelerinden milyonlarca insanın büyük bir baskısı var. Elbette suya-sabuna dokunmayan, yapacağız derken yalan söyleyen liderler çok fazla. Greta Thunberg için “deli, manyağın teki” diyenler oldu. Bunları söyleyenlerin tümünün büyük şirketlerin kontrolünde olduğu çok açık.

'GRETA’NINKİ, DÜNYA TARİHİNİN EN RADİKAL KONUŞMALARINDAN BİRİYDİ'

Greta Thunberg’in BM İklim Zirvesi’ndeki konuşmasından hazzetmeyenler sadece şirketlerin kontrolündeki insanlar değil. Türkiye’den de bu çocuğa “gıcık” olan çok insan var.

Greta Thunberg’in zirvedeki konuşması tayin edici önemde olabilir. Çünkü dünyadaki yeni neslin temsilcisi olarak, oraya gelen dünya liderlerinin tümünün şarap çanaklarına tükürdü. “Size mesajım şu: Gözümüz üzerinizde olacak” diye başladığı konuşmasını “Dünya uyanıyor ve değişim geliyor” diye bitirdi. Greta dünya liderlerinin gözlerinin içine bakarak şöyle konuştu: “Benim burada ne işim var! Okyanusun öbür yakasında, okulda olmam gerekiyordu. Oysa siz, biz gençlere gelip umutlanmak istiyorsunuz. Bu ne cüret!” Bana göre Greta’nınki, dünya tarihinde yapılmış en radikal konuşmalardan bir tanesiydi. Bence bu yüzden de, sol kanatta da olabilecek bazı arkadaşlarda bile tepki uyandırdı. Psikiyatrist değilim ama bir çocuğun otoriteye başkaldırması, solcu bile olsa insanlarda biraz rahatsızlık yaratabiliyor.

“Bu çocuk BM zirvesinde böylesi radikal bir konuşma yapabiliyorsa, arkasında muhakkak birtakım güçler vardır” yorumları da yapıldı…

Tabii ama sokağa ilk çıktığından beri Greta aleyhinde sistematik bir karalama kampanyası yürütülüyor.

Peki gerçekten bu çocuk nereden çıktı?

8-9 yaşındayken, coğrafya dersinde öğretmeni “sera gazları yüzünden dünya mahvoluyor” diyor. Greta, Asperger Sendromlu bir çocuk ama bu bir hastalık değil. Asperger Sendromlular farklı odaklanabilen insanlar. En büyük özelliklerinden bir tanesi, kendilerine yalan söylemenin mümkün olamaması. Greta, coğrafya dersinde duydukları karşısında “o halde neden bütün televizyonlar, gazeteler bundan bahsetmiyor” diye sormaya başlıyor. İki sene boyunca depresyona giriyor, konuşmamaya başlıyor. Annesi Avrupa’da önemli bir opera sanatçısı, babası da ünlü bir oyuncu. Onlarla konuşmaya başlayıp derdini anlatıyor ve tek başına “İklim için okul grevi” pankartıyla gidip İsveç parlamentosu önünde oturuyor. Nihayet geçen cuma günü, 20 Eylül’de dünya çapında yapılan greve sadece Stockholm’den, yani Greta’nın tek başına yola çıktığı şehirden on bin kişi katıldı! Bu orası için muazzam bir rakam. Dünyanın tüm kıtalarında, 139 farklı ülkeden milyonlarca insan, Greta’nın başlattığı bu dalgada, ayaktaydı. Bence bu oldu. Dünyanın önde gelen jeo fizikçisi Prof. Michael E. Mann, Newsweek’teki yazısında şöyle diyor: “Küresel siyasal gücün merkezi hem dramatik hem de derinlemesine değişti. Hür Dünya’nın lideri bir zamanlar Oval Ofis’te oturuyordu. Şimdiyse etrafı binlerce akranıyla çevrili, eylem talep eden, gezegeni hem kendi kuşağı hem de gelecek kuşaklar için korumak üzere savaşan biri var ortada…”

'HÜR DÜNYA’NIN GERÇEK LİDERİ TRUMP DEĞİL, GRETA THUNBERG’DİR'

Greta mı?

Tabii. Zaten Michael E. Mann’in yazısının başlığı da “Hür Dünya’nın gerçek lideri Trump değil, Greta Thunberg’dir.” Yazısının sonunda, “günümüzün çocukları manevi ve ahlaki üstünlüğü kesinlikle ele geçirdi. Yürüyün çocuklar! Başı çekin! Tehlikede olan, gezegenin geleceği, başka bir şey değil” diyor. Michael E. Mann’i küçümseyemeyiz, çünkü gelmiş geçmiş en önemli fizikçi. İklim bilim alanındaki kitapları anlatılamaz önemde. Greta’ya “Başladığın noktadan daha umutlu musun” diye soruyorlar. “Ne münasebet! Emisyonlar artıyor. Önemli olan tek şey de bu zaten. Yapabileceğim ne varsa, onu yapmak benim ahlaki sorumluluğum. Büyüdüğüm zaman, geriye bakıp neden harekete geçmedim demek istemiyorum” diyor. Chris Hedges’in de önemli lafıdır: “Biz faşizmle, kazanacağız diye değil, mücadele doğru yol olduğu için mücadele ediyoruz” diyor. Ben de aynı fikirdeyim. Bu bir ahlaki sorumluluk. Her şey umutsuzluktan ibaret olsa da ahlaki olarak mücadele etmek zorundayız.

'1962’DE ‘DDT BİZİ BİTİRİR’ DİYEN CARSON’A 'HİSTERİK KARI' DEMİŞLERDİ'

Sizce iklim adaleti için mücadele eden aktivistler, bilim insanları neden “meczup” olarak görülüyor?

Rachel Carson’ı bilir misin?

Hayır.

1962 yılında yayınladığı Sessiz Bahar isimli kitapla, bütün dünyanın çevrecilik hareketinin kaderini değiştiren kadındır. Bugün, Sessiz Bahar’ın yayınlanışının yıldönümü. O zamanlar DDT diye çok zehirli bir böcek ilacı vardı. Biyolog olan Rachel Carson, laboratuvarda DDT’yi inceliyor ve “bu bizi bitirir” diyor. Nitekim DDT, bütün canlılar dünyasını yok eden bir ilaç. “Bir sabah kalkacağız ve kuş sesi duymayacağız” diyor. O kitap bütün dünyada çevre hareketlerini derinden etkilendi ve Amerikan Çevre Koruma Ajansı da bundan sonra kuruldu. Greta’ya, Carson’a bakın, genelde bu işleri kadınlar yapıyor. Ve o kadın, zamanında büyük şirketlerin amansız bir saldırısıyla karşılaştı. “Evde kalmış, histerik karı, deli, gelişme karşıtı” dediler onun için. Ama bütün dedikleri çıktı. Fox News daha geçen gün Greta için “zihnen hastalıklı İsveçli bir kız” yorumu yaptı. Bütün dünyadan tepki gelince özür dilemek zorunda kaldılar. Trump’ın Evanjelik dini kurul üyesi Robert Jeffress, geçen gün katıldığı bir yayında, “Greta denen bu zavallıya bir sözüm var. İncil’in Tekvin bölümünün 9. faslını okusun. Tanrı ‘bir daha Nuh tufanını getirmeyeceğim’ sözü veriyor ve bu zavallı kız bunu bile bilmiyor” dedi (Gülüyor). Tarihin milyonlarca yılda bir yaşanan buzul erimesinin had safhada olduğu bir dönemde “Tanrı söz verdi, bir daha Nuh tufanı olmayacak” diyor. Çok matrak aslında! Kutuplar yanıyor yahu! Kutup yanar mı? Bildiğimiz o soğuk Sibirya yanar mı yahu! Sibirya’da dört milyon hektar yandı.

'AVUSTRALYA BASININDA GRETA’YA ANA-AVRAT DÜZ GİDİYORLAR'

Putin’in Paris İklim Anlaşması’nı uygulayacaklarına ilişkin açıklamasıyla birlikte bu anlaşmaya uymayan tek ülke Türkiye kaldı. Türkiye niye bu anlaşmayı reddediyor?

Çok basit aslında. Hükümet Muğla’ya çok sayıda kömür santralı kurmaya hazırlanıyor. Aynı durum Çin için de geçerli. Çin, güneş enerjisi teknolojisinde mükemmel işler yapıyor ama bir yandan da kömür yakıtlı santraller ihraç ediyor. Dünyanın en berbat ikinci ülkesi Çin.

İlki hangisi?

Avustralya. Ama Avustralya’da da çocuklar ayakta. Başbakanı, eline kömür alıp “bakın, bu sihirli bir maden” veya “çocukların sokakta ne işi var, okula gidip öğrensinler, sonra da neye inanıyorlarsa yapsınlar” diye konuşan korkunç bir insan. Avustralya basınında Greta’ya ana-avrat düz gidiyorlar. Trump, Greta’yla sözümona dalga geçmek için “geleceği parlak, mutlu bir genç kız” dedi. 1962’de Rachel Carson’a “evde kalmış, histerik kadın” deniyordu, bugün de Greta’ya “hastalıklı kız” diyorlar. Fakat her şeye rağmen çocuklar harekete geçmiş durumda ve hesaplaşma zamanı geldi. Her yer yanıyor, her yerde sular-seller akıyorken, ahlaki bir sorumluluk olarak da Greta’ların arkasından gitmek zorundayız. Çünkü bu çocuklar dünyayı değiştirebilir. Ya devrim olacak ve kurtulacağız ya da yok olacağız.

Tüm yazılarını göster