O gemilere veda

İstanbul Modern, bir dönemin simgesi olmuş binasından ‘bir süreliğine’ ayrılıyor. Müzenin bu binadaki son sergisi Liman, bir daha önüne yanaşamayacak o gemilere de veda niteliğinde.

Cem Erciyes cemerciyes@hotmail.com

İstanbul Modern’in penceresinden denizi seyrediyorum. Yeşil dalgaların arasında bata çıka ilerleyen küçük kayık, denizin üstünde kayarak ilerleyen şehir hatları vapurunun arkasında kayboluyor. Yavaş yavaş geçen şileplerin arkasında Üsküdar görünüyor. Başımı biraz çevirince Sarayburnu...

Müzenin şık restoranından gelen kahve kokusu başka bir coğrafyadaymışız gibi. Resimlerin arasında, onlarla rekabet eden bir tablo gibi duran Boğaziçi manzarası olmasa, insan bu kokuya kanabilir.

Fark ediyorum ki, çoğu kez bu manzarayı kapatan o devasa yolcu gemilerinden biri yok bu kez pencerenin önünde. Balkonlarında yaşlı çiftlerin bizi seyrettiği birer apartman gibi dikilen o gemiler gitmiş. Ya da içindeki yükü, yanına yaklaşan kamyona boşaltan şileplerden biri de görünmüyor ortalıkta. Yorgun tayfaların şık lokantanın terasına bakarak sigaralarını tüttürdükleri o gemiler yok. Onların bulunduğu yerde demir filizleri dışarıya fışkırmış beton kazıklar var şimdi.

Çünkü inşaat başladı.

Galataport inşaatından söz ediyorum. İstanbul Modern’in bulunduğu Tophane sahilinde Resim Heykel Müzesi için yıkılan antrepo ile başlayan inşaat, artık her yeri sardı. Galataport Karaköy’de yolcu salonlarının bulunduğu yerden, Mimar Sinan Üniversitesi’ne kadar tüm sahili yıkarak geldi çattı. İstanbul Modern’in bulunduğu bina da bu proje kapsamında yıkılacak. Yerine ‘daha iyisi daha güzeli’ yapılırken kendisi Karaköy’deki Paket Postanesi olarak bilinen tarihi yapıda misafir edilecek. Bir süreliğine İstanbul Modern de göçmen kalacak. Bu gidiş, yeni bir dönüşümün simgesi. Ve dolayısıyla her yeni başlangıcın heyecanı kadar her sona erişin hüznünü de taşıyor üstünde.

2004 Aralığında açılan İstanbul Modern, 2000’lerdeki yaratıcı parlamanın simge kurumlarından biri oldu. Limanın yükünü taşısınlar diye yapılan antrepolar, çağdaş sanata hizmet etmeye biraz daha önce başlamıştı. İnşaatlar bölgeyi sarıp sarmalayana kadar da bu işlevlerini sürdürdüler, unutulmaz sergiler ağırladılar. Kentin en güzel ve en merkezi yerindeki bu ticari bölge, Türkiye çağdaş sanat tarihinin pırıltılı hatıralarında da kendine yer edindi. Tüm dünyada terkedilmiş endüstriyel yapıların sanatın hizmetine sunulup değer kazandırıldığı dönemde, bizde de antrepolar bunun bir numaralı örneği oldu. O boyası dökülmüş, biraz kir biraz rutubet kokan mekanların sanat insanlarıyla canlandığı, sergilenen eserlerle anlam kazandı. O günlerin heyecanı, oralara adım atanların ortak belleğine kazındı. Tıpkı İstanbul Modern’in bahçesinden başlayıp restoranından taşan açılışların, buluşmaların, sergi gezmelerin anıları gibi.

Şimdi bu endüstriyel bölge, hep olduğu gibi ‘yeterince seçkinleşti’ ve form değiştiriyor. 2000’lerin heyecanı, kendi mekanlarını yitirirken biz teselliyi yeni müze binalarına kavuşmakta arayacağız. Galataport’un rezidansları, mağazaları, şıkır şıkır restoranları arasında Mimar Sinan Resim Heykel Müzesi ve İstanbul Modern yan yana, omuz omuza duracak. Sanat, hayatın merkezindeki konumunu koruyacak. Daha da önemlisi Türkiye’de artık sanat müzesi olarak yapılmış sanat müzeleri devri başlayacak. 2000’lerdeki ilk heyecanların, şaşırtıcı buluşmaların, keşif ve tanışmaların yerini 2020’lerde kurumlar ve alışkanlıklar alacak.

BOĞAZ’A ADANMIŞ BİR SERGİ

İstanbul Modern, bu eski hayatına ve binasına çok güzel bir sergiyle veda ediyor. ‘Liman’ adlı sergi, artık müzenin önüne yanaşamayacak şileplere selam çakıyor gibi. Ama bunun ötesine geçip balıkçılar, vapurlar, deniz insanları ve bu kentin denizle olan ilişkisine dair her şeyi kucaklıyor. Dolayısıyla ‘Liman’ın Boğaz’a adanmış bir sergi olduğunu söyleyebiliriz. Küratörler Çelenk Bafra ile Levent Çalıkoğlu sanat tarihimizin bu en gözde konusu için sakin ve özel bir seçki hazırlamışlar. 37 sanatçının 200 kadar işinin yer aldığı, Zonaro’dan Serkan Özkaya’ya geniş bir zaman ve sanatçı çeşitliliği gösteren bir toplam oluşturmuşlar.

Suriye Yıldızı, diğer kardeşleri gibi peynir-zeytin tenekelerinden imal edilmiş.

Benim için Liman sergisinin en güzel iki sürprizinden birincisi müzenin hemen önünde Darzana’nın yeniden kurulmuş olması. Venedik Mimarlık Bienali Türkiye pavyonu için yapılan bu hayali gemi havada uçuşan parçalarıyla bir Miyazaki fantezisi gibi. Sergi salonunun girişinde ise izleyiciyi denizin ve deniz cinlerinin en büyük ressamı Ömer Uluç’un büyük resimleri karşılıyor. İçeride tabii ki Antonio Cosentino’nun teneke bir gemisi bekliyor bizi. Suriye Yıldızı, diğer kardeşleri gibi peynir-zeytin tenekelerinden imal edilmiş. Ona eşlik eden çok sayıdaki desen ise Cosentino’nun gözlemci, hayalci ve alaycı dünyasının enfes ürünleri.

Serginin en iyi fikirlerinden biri Volkan Kızıltunç’un topladığı 8mm filmlerden yaptığı video. Bütün 70’lerin ve 80’lerin ruhu o eski aile filmlerinin kayıklı, mayolu hallerine balıklama atlıyor. Yasemin Özcan’ın ‘Karada’ adlı videosu içeriği ve sergilenme biçimiyle serginin etkileyici işlerinden biri. Ama serginin afişi olabilecek kadar güçlü ve konuya tam temas eden çalışma Volkan Aslan imzalı ‘Sevgili İstanbul’. İstanbul Boğazı’nın şeklini almış, içi toprak dolu bir şilep. Bir yılan gibi kıvrılan, ya da bir ekonomi grafiği gibi zikzaklar çizen bir tuhaf form…

Volkan Aslan imzalı ‘Sevgili İstanbul’

Gülsün Karamustafa’nın yine duygusu ve fikri birbiriyle rekabet halinde bir işi var sergide. Yukarıda andığım, çağdaş sanatın o heyecanlı dönemlerine ait, çok çok önemli 4. İstanbul Bienali için antrepolarda sergilensin diye üretilmiş bir iş bu: ‘Kayıp Kadınlar’

Liman, çok güzel resimlerin, Ara Güler fotoğraflarının, 19. Asır panoramalarının ortak bir zenginlik oluşturduğu, işin aslı insanın nostalji duygusunu gıdıklayan ve neticede genzimizde tuz ve yosun kokusu bırakmayı başaran bir sergi.

4 Haziran’a kadar sürüyor.

Tüm yazılarını göster