Kritik bir eşik: Kredi notunun düşürülmesi

Moody’s tarafından yapılan not indirimi, Türkiye ekonomisinin uluslararası fon girişlerine ne kadar bağımlı olduğunu bir kere daha göstermiştir. Bu bağımlı yapı, uygulanan ekonomi politikalarının bir sonucudur ve tersine çevrilebilir, yani ülke ekonomisinin sermaye hareketlerine duyarlılığı azaltılabilir.

Ümit Akçay uakcay@gazeteduvar.com.tr

Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, 23 Eylül Cuma günü piyasalar kapandıktan sonra açıkladığı değerlendirmesi ile Türkiye’nin kredi notunu düşürdü ve yatırım yapılabilir seviyenin altına indirdi. Kararın etkileri, piyasaların yeniden açılacağı 26 Eylül Pazartesi görülecektir. Hükümet tarafından yapılan değerlendirmelere göre Moody’s siyasi bir karar almıştır. Ancak Moody’s tarafından ileri sürülen gerekçelere bakıldığında not indiriminin teknik olarak temelsiz olmadığı söylenebilir.

Konu farklı şekillerde tartışılıyor, ancak gerçeklik ile bağını koparmış komplocu perspektiflere sıkça rastlanabiliyor. Oysa bu tip değerlendirmeler ile varılacak bir yer yok. O nedenle not indirimi sonrası karşılaşılan durumu anlamak için gerçeklere geri dönmeliyiz. Doğru soru, “Moody’s kararı siyasi mi değil mi” değil, “Türkiye ekonomisi neden Moody’s gibi kurumların değerlendirmelerine bu kadar bağımlı” olmalı.

KREDİ DEĞERLENDİRME KURULUŞLARI NEDEN ÖNEMLİ?

Kredi derecelendirme kuruluşlarının (KDK) tarihsel gelişiminde üç önemli dönüm noktası var. İlki ABD’deki finans sisteminin doğuşu. KDK’lar, 19. Yüzyılın sonlarında demiryollarının finansmanı üzerinde yükselen finans sisteminin bir parçası. Ancak sistemin ayrılmaz bir parçası haline gelmeleri 1929 krizi sonrasında gerçekleşiyor. Kriz sonrası devlet, işlem gören finansal kağıtlar için KDK’lar tarafından yapılacak derecelendirilmeyi zorunlu tutuyor (Bu konuyla ilgili New York Üniversitesi’nden Lawrence J. White’ın NPR röportajı kısa bir özet veriyor).

Ancak KDK’ların giderek önemli hale gelmesi, 1970’lerdeki kriz sonrasında gerçekleşiyor. Kriz sonrasında bugün finansallaşma olarak adlandırılan süreci oluşturan parçalardan olan (i)  uluslararası para sisteminde istikrarsızlıkların artması ve (ii) sermayenin uluslararasılaşmasında yeni aşamaya geçiş gibi gelişmeler, kurumsal yatırımcılar açısından risk yönetimini daha önemli hale getiriyor. Bu da kurumsal yatırımcılar için risk yönetimi işini gören KDK’ları sistemin merkezine yerleştiriyor.

Son olarak, KDK’lar, 2008 krizinin tetiklenmesinde önemli payı olan “yeni finansal mimari” içinde kritik bir rol oynuyorlar. Özellikle oldukça riskli olan finansal kağıtların “risksiz” olarak derecelendirilmesi gibi sistematik yolsuzluklar, krizin patlak vermesindeki önemli kurumsal sorunların başında geliyor (Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz 2008 krizinde KDK’ların rolü üzerinde durur). Kısacası, KDK’lar küresel finansal sistem içinde büyük ölçekli kurumsal yatırımların yönlendirilmesi işlevini görür. 2008’de tüm dünyayı bir uçurumun eşiğine getirmiş bir finansal sistemin ayrılmaz bir bileşenidir.

OLASI RİSKLER

Türkiye gibi ülkeler için ise, KDK’ların aldığı kararların ayrı bir önemi var. Ülke riski, kurumsal büyük yatırımcılar için yatırım kararlarını alırken öncelikle dikkat ettikleri bir gösterge. Üç büyük KDK’dan en az ikisinden “yatırım yapılabilir” notunu alması, bu tip büyük fonların ülkeye girişi için önemli. Yatırım yapılabilir notunun kaybı ise, tersi yönde bir hareket yaratacaktır. Moody’s açıklamasındaki önemli hususlardan biri, bu tip çıkış hareketinin ödemeler dengesi krizinin yaşanması riskinin artmış olduğunu vurgulamasıdır. Bunun mekanizması ise Uluslararası Para Fonu’nun (Intenational Monetary Fund, IMF) sıklıkla dile getirdiği “ani duruş” (sudden stop) ile sermaye akımlarının tersine dönerek ülkeden çıkmasıdır. Bunun sonucunda yerli parada değer kaybı ve ithalatın pahalılaşmasıyla enflasyonda artış ve büyümenin duraklaması gibi etkilerin gözlenmesi olasıdır. Bu konuya 8 Ağustos 2016’da yine bu köşede dikkat çekmiştim:

“15 Temmuz ve benzeri şokların yaratacağı en önemli ekonomik risk, IMF’in Nisan 2016’daki Türkiye raporunda altını çizdiği “ani duruş” mekanizmasının tetiklenmesidir. IMF’e göre, kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkenin yatırım yapılabilir notunu düşürmeleri, sermaye çıkışlarının yaşanmasına, bu da firmaların borçlarını çevirmelerinin zorlaşmasına neden olabilir. Firmaların borç ödemesinde yaşanabilecek sorunların bankacılık sektörüne yansıması ise sermaye çıkışlarının daha da hızlanmasına neden olabilecek bir mekanizmayı tetikleyebilir.”

Ancak güncel konjonktürde bu tip bir “ani duruş” mekanizmasının devreye girerek geniş çaplı bir ödemeler dengesi krizini tetiklemesi olasılığı yüksek değil. Bunun nedeni, dünyada sıfır, hatta negatif faizle çıkarılan muazzam miktarda finansal varlığın mevcut olması. Örneğin, “2016 yılı tamamında ihraç edilen tahvillerin büyüklüğü 5 trilyon doları geçti. Böylelikle yılbaşından bu yana elde edilen bu seviye 1996'dan beri her yılın aynı dönemi dikkate alındığında en yüksek seviye olarak keydedildi”. Dünya ekonomisinin önemli merkezlerinde 2008 krizinin etkilerinin sürmesinin bir sonucu bu. Küresel kriz sürdükçe de, Türkiye gibi ülkelere gelen para miktarında kısa vadede dalgalanmalar olsa da orta ve uzun vadede sert bir kesinti olması düşük bir ihtimal.

Yine de bu, Moody’s kararının herhangi bir etkisinin olmayacağı anlamına gelmiyor. Kredi notunun düşürülmesi, Hazine’nin yurt dışından yaptığı borçlanmasında daha yüksek faiz anlamına gelecektir. Ülkenin kredi notu ya da Hazine faizi ise, genellikle özel firmaların borçlanmalarında önemli bir gösterge olarak kullanılır. Yani özel firmalar için de yurt dışından borçlanmak artık daha maliyetli hale gelecek. Bu ise özellikle dövizle borçlanan firmaları oldukça zorlayacaktır. TL’nin değersizleşmesi, enflasyon artışını getireceğinden, faiz indirim süreci kesintiye uğrayabilir. Daha önemlisi, 2016’nın ikinci yarısında büyüme performansındaki kötüleşme artarak devam edecektir.

SORUN YAPISAL: SERMAYE AKIMLARINA BAĞIMLILIK

Başta işaret ettiğim soruya dönelim. Moody’s tarafından yapılan not indirimi, Türkiye ekonomisinin uluslararası fon girişlerine ne kadar bağımlı olduğunu bir kere daha göstermiştir. Bu bağımlı yapı, uygulanan ekonomi politikalarının bir sonucudur ve tersine çevrilebilir, yani ülke ekonomisinin sermaye hareketlerine duyarlılığı azaltılabilir. Ancak bu bir ekonomi politikası tercihidir ve 2000’li yıllarda bu yönde bir tercih yapılmamıştır.

Tam tersine 2000’lerde, ABD, AB ya da Japonya gibi kapitalizmin önemli merkezlerinde ekonomik büyümeye eşlik eden parasal genişleme yaşanırken Türkiye sermaye girişlerinden cömertçe yararlandı. Bu dönemde Türkiye ekonomisi 2008 krizine kadar ılımlı bir büyüme temposu yakaladı. Merkez ülkelerde 2008-2009 çöküşüne verilen yanıt daha fazla parasal genişleme olunca, 2010 ve 2011’de Türkiye gibi ülkelere gelen fonlarda büyük bir artış meydana geldi ve ekonomi rekor hızda büyüdü.

2013 itibariyle küresel krizin seyrine paralel olarak bu fonlarda görülen dalgalanma, doğrudan Türkiye ekonomisine yansımıştır. Bu dönemde 2010 ve 2011 yıllarındaki büyüme oranlarını yakalamak şöyle dursun, büyümede tempo kaybı sürmüştür. Ekonominin duraklaması ise 2016’da iyice belirginleşmiştir. Kısacası, Moody’s gibi KDK’ların yaptıkları not indirimleri sonucunda ortaya çıkan tablo, Türkiye ekonomisinin küresel finansal akışlara olan bağımlılığını bir kere daha göstermiştir. Ancak iktidar çevrelerinde, kararın siyasi olması eleştirisinin dışında, bu bağımlılığı değiştirmeye dair herhangi bir çaba görmüyoruz.

Tüm yazılarını göster