Kanunlar her zaman aynı anlama gelir mi?

Tanguy Viel'in kaleminden 'Ceza Kanunu, 353. Madde', İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. 'Ceza Kanunu 353. Madde', okuru "Suç nedir, suçlu kimdir, suça iten nedenler nelerdir, kanunlar her durumda aynı anlama mı gelir" gibi sorular üzerine düşündürüyor.

Emek Erez emekerez@gmail.com

Montaigne 'Kanunlar Üstüne' adlı denemesinde şöyle der: “Kanunlar doğru oldukları için değil, kanun oldukları için yürürlükte kalırlar. Kendilerini dinletmeleri akıl dışı bir güçten gelir, başka bir şeyden değil. Mistik olmak işlerine gelir. Kanunları koyanlar da çok kez budala ya da eşitlik korkusuyla haksızlığa düşen kimselerdir. Nasıl olursa olsunlar, insandırlar nihayet, her yaptıkları şey ister istemez sudan ve değişkendir. Kanunlardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?” (2019: 14).

Kanunların çoğu zaman adaleti tesis etmediğini biliriz, pek çoğu Montaigne’nin de ifade ettiği gibi daha geniş haksızlıklara da sebep olabilirler. Çünkü suçu belirleyen sebepler tek olmadığı gibi bir kanun maddesiyle kişiyi suçlu ilan etmek de sorunludur. Kanunları kesin doğrular olarak kabul etmek yanılgılar ortaya çıkarır çünkü kanunun ne zaman ortaya çıktığı, kim tarafından yürürlüğe koyulduğu da önemlidir. Bu nedenle iyiyi, kötüyü, suçluyu, suçsuzu sadece kanunlara bakarak belirleyemeyiz fikrimce.

SUÇ HİKÂYELERİ

Suç hikâyeleri de bu nedenle önemlidir, çoğunlukla suça giden süreci de işin içine dâhil eden metinler ister sinema metni, ister dizi, ister herhangi bir edebi tür olsun bizi suçlu ile ilişki kurmaya çağırır. Konu bir cinayet bile olsa suça giden yolu görmek olayları sadece yasaların gözünden görmemize engel olur. Böylece yukarıya ait yasa aşınır çünkü suçun sebebinin sadece işlendiği an ile belirlenemeyeceğini görürüz. Suçluyu suça iten nedenleri gördükçe onu kolayca “cani” olarak nitelemekten kaçınırız. Kanunları değil bireysel vicdanı devreye sokarız. Elbette bahsetmeye çalıştığımız tüm suçlular aslında suçsuzdur gibi bir sonuca varmak değil ama ahlâkî yargıların kesinliğini kırmak, en başta Montaigne’den yaptığımız alıntıda söylendiği gibi kanunu yapanın da insan olduğunu hatırlamak önemlidir. Bu açılardan Tanguy Viel’in, İletişim Yayınları tarafından, Mehmet Emin Özcan çevirisi ile basılan, 'Ceza Kanunu, 353. Madde' adlı kitabı üzerine epey düşündürüyor. Yer yer trajikomik bir hikâyeye dönüşen anlatı, bizi suç ve suçlu üzerine düşündürürken kanunlar üzerine de kafa yormuş oluyoruz. Kitapta, yaşamı boyunca kaybeden karakterin bir kere kazanma hırsına kapılması ve sonrasında başına gelenler, onu bir cinayet işleyecek duruma sokuyor. Metin boyunca karakter, karşısında oturduğu hâkime cinayete giden süreci tüm ayrıntılarıyla, kendi yaşam öyküsünü, kırgınlıklarını, başarısızlıklarını, ailesi ile ilişkisini de dâhil ederek anlatıyor. Okurken karakterin yaşamının tüm ayrıntılarını öğreniyorsunuz, yer yer komik gelebilen olaylarla gülümseyip bazen de ağlamak istiyorsunuz. Metnin ince ayrıntıları içinde kaybolup giderken, tüm anlatılanlar sanki gözünüzün önünde gerçekleşiyormuş da karakteri uyarmanız gerekiyormuş hissine de kapılıyorsunuz. Bu açıdan metnin anlatısının neredeyse görselleştirilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Kitap, başlangıçta bir polisiye okuyor hissi verse de öyle tanımlanamaz. Çünkü bir cinayet çözülmüyor, ipuçlarını takip etmeniz gerekmiyor, dedektifler, polisler yok. Hikâye sondan başlıyor, ortada kim tarafından işlendiği belli bir cinayet var ve bu kitapta onun nedenleri üzerine düşünerek, suçun ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz.

YAŞAMIN RUTİNİNİ KIRMA İSTEĞİ

Hayatın rutin bir şekilde devam ettiği, hiçbir zaman gazete sayfalarına girebilecek olayların yaşanmadığı, sıradan insanların kendince kaygılarla yaşayıp gittiği bir Fransa kasabasına, bölgeyi büyük bir turizm cenneti hâline getireceğini vaat eden bir yatırımcı gelir. Aslında yaşanan bildik bir hikâyedir, kasabanın geçmişten kalan mekânları yıkılacak, yerine yeni yerler yapılacaktır. Bölgenin yaşayanları da paralarını bu projeye yatırıp bu mekânlardan daire sahibi olacaklardır. Kitabın başkarakteri Martial Kermeur her şeye, özellikle de bu projeye eleştirel yaklaşır, o eski bir sosyalisttir ve ondan beklenen de böyle bir tavırdır. Kendi hâlinde yaşamından her ne kadar pek parlak olmasa da memnun görünür. Ancak yaşamı boyu prensipleriyle yaşamak ona pek bir şey getirmediği gibi oğlu ve karısı ile ilişkisi de iyi değildir. Belki biraz da bunun etkisiyle, kendisini hem kendine hem de çevresine kanıtlamak ve bir kere olsun kazananların tarafında olmak için tüm birikimini bu çok eleştirdiği projeye yatırır. Bunda etkili olan bir nedenin de inşaat patronunun tavrı olduğu söylenebilir. Bir şekilde aralarında oluşan güç çekişmesi, kimsenin Kermeur'da bu yatırımı yapacak paranın olmadığını düşünmesi, belki de yaşamında bir kez olsun kendisinden beklenenin dışında davranma arzusuna kapılması, onu bu yatırıma iten başka bir neden olarak görülebilir. Çünkü birey için başkalarının gözündeki yeri önemlidir, hikâye özelinde karakterin, eşinin ve oğlunun gözündeki yerini daha iyi bir yere çekme kaygısını da bu nedenlere dâhil edebiliriz.

Ceza Kanunu 353.Madde, Tanguy Viel, Çevirmen: Mehmet Emin Özcan, 132 syf., İletişim Yayıncılık, 2020.

Ayrıca başta da bahsettiğimiz yaşamın hiç hareketlenmediği, her günü birbirinin aynısı küçük bir kasabada, yatırımcının gelişinin, böyle bir olayın yarattığı etkinin de rolünü düşünmek gerekir çünkü durum karakterin şu cümlelerde uzun uzun anlattığı gibidir : “Ama gerçek o ki, o adamın geldiğini göremedik. Daha ziyade bir ağacın dibinde mantar gibi bittiğini gördük ve onu fark etmeye başlamamız için epey boy atmasını beklemek gerekti. Ondan önce her şey sütlimandı demiyorum, bütün dünyada değil, ama yirmi yıldır televizyona haber olmamış bu yörede, işçilerin hiçbir aşırılığa kaçmadan kendi seyrinde ilerlediği, gazetelerin ve bar tezgâhlarının gündelik sohbetleri beslediği anlar hep olmuştur ama günün konusu olmaya yetecek hiçbir şeyin olmadığı anlar da olmuştur…” Küçük bir kıpırtı, bir şeylerin farklı olacağına inanmak, küçük yerlerde küçük küçük yaşayanlar için başka bir dünyaya eşdeğer olabilir ki metinde bunu görüyoruz bana kalırsa. Ve böyle bir durumda kasabaya gelen yatırımcının algılanışı, yine karakterin ifadesiyle söylersek; “Herkesin tamam işte o, bizi bataklıktan çıkarmak için bilmem hangi tanrının gönderdiği elçi işte o, demesi için” yeterlidir.

BEKLEYEREK TÜKENMEK

Kasabalılar tüm birikimlerini yatırıp, manzaralı dairelerde yaşamanın heyecanıyla beklemeye başlarlar, ailesinden ve arkadaşlarından projeye yatırım yaptığını gizleyen Martial için de durum aynıdır. Beklemek, beklemek, beklemek... Yaşamın bundan sonrasının karakterimiz için anlamı budur. Ama inşaat bir türlü bitmez. Patron, lüks yaşamını insanların gözüne sokarak, ortalıklarda adeta alay ederek dolaşırken, kasaba için değişen tek şey belki de yıkımdan kalan çamurdur. Metinde öyle ayrıntılarıyla anlatılıyor ki durum, şunu seziyorsunuz; bu bekleme dönemi, bu tüm olan biteni izlemek, bir insanın yaşama dair elinde kalan tek şeyinin her gün parça parça elinden alınmasını izlemek gibi. Tüm bunların bir suç hikâyesinin yan konuları olduğu düşünüldüğünde ise aslında katmanlar açıldıkça farklı hikâyeleri duymaya, onlar üzerine düşünmeye de açık hâle getiriyor metin bizi. Karakter üzerine düşünürken onu o yapan şeyler, yaptıklarını ya da yapamadıklarını belirleyen nedenler hakkında da düşünüyorsunuz. Evet, sonunda Martial kasabaya gelen yatırımcıyı öldürüyor, yaşamlarını nasıl çaldığını gün gün onlara izleten bir insanı yaşamdan koparıyor. Neden diye sorunca ki metin boyunca karakteri dinlediğine tanık olduğumuz hâkim bunu yapıyor, kanunların pek önemi kalmıyor veya yasayı uygulayan konumundaki hâkimin vicdanı devreye giriyor ki kitabın başlığında yer alan “353. Madde” buna gönderme yapıyor.

BABA OĞUL ÇETREFİLLİ İLİŞKİ

'Ceza Kanunu 353. Madde', bahsettiğimiz gibi çok katmanlı bir metin, bu nedenle üzerinden farklı okumalar da yapılabilir. Bu katmanlardan biri de metne epey dâhil olan baba oğul çekişmesi ki bana kalırsa cinayetin nedenlerinden biri bu konuda gizli. Kafka’nın 'Dönüş' adlı öyküsünde eve dönenin bir türlü giremediği baba evi kapısından ve bu nedenle evi dışarıdan dinleyen bir karakterden bahsedilir, bu metindeki baba ve oğul arasındaki ilişki bana bu öyküyü çağrıştırdı. Kapının geçilemediği, baba ve oğulun aralarındaki çekişmeyle bir türlü yüzleşemediği, ilişkisiz bir ilişki durumu. Bu anlamda metne bu açıdan da yaklaşılabileceğini eklememiz gerekir.

Tanguy Viel’in 'Ceza Kanunu 353. Madde' adlı kitabı, "Suç nedir, suçlu kimdir, suça iten nedenler nelerdir, kanunlar her durumda aynı anlama mı gelir" gibi sorular üzerine düşünebileceğimiz bir metin. Çabucak yeşeren umutların aynı hızla sönüp gittiği küçük bir kasabada, rutini bozan olaylar yaşanmaya başlayınca neler oluyor sorusu için de bakabileceğimiz bir kitap, 'Ceza Kanunu 353. Madde'. Tüm bunların yanında yaşamında bir kere farklı davranınca başına gelmeyen kalmayan bir karakterin trajikomik hikâyesinden çıkarabilecek çok sonuç var. Bu nedenlerle, hem suç hikâyesi okuyup hem de yaşamı başka yerlerden yakalayan bir kitap okumak isteyenler için Viel’in metni iyi bir seçim olabilir.

KAYNAKLAR

  • Montaigne, (2019), “Denemeler”, (Çev. Sabahattin Eyüboğlu), İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.
  • Kafka, F. (2014), “Kovalı Süvari ‘Kısa Öyküler ve Taslak Metinler’”, s.33, İstanbul: Altıkırkbeş.
Tüm yazılarını göster