Kadın(ın) hareketi: Cumhuriyet'in sporunda kadınlar

Cumhuriyet'in spora ilişkin geliştirdiği söylem iki damardan besleniyordu; hem yeni ulusun anneleri olarak kadınlara sesleniyordu hem bedensel güzelliği ile vitrin oluşturmaları gerekiyordu.

Abone ol

İlknur Hacısoftaoğlu*

“Hepimiz çok küçük yaşlardan beri birçok şeyden feragat ediyoruz; ailemizden, sevdiklerimizden… Bu kadar feragate karşı başarılı olmamak elde değildi. Biz takım olarak bir aile olduk ve bence çok güzel bir kadın hareketi başlatmış olduk Türkiye’de.” (Ebrar Karakurt, Marie Claire Ekim sayısı)

Ebrar’ın bu güzel sözleri Türkiye’de kadınların spordaki varlığının daha önce hiç olmadığı kadar konuşulduğu şu dönemde sıklıkla aklıma geliyor. Kimisi yönetimsel başarıdan söz ediyor, kimisi federasyonun çabasından, kimi o ya da şu teknik direktörün mükemmel yönetiminden kimi ise kadın voleybol takımlarının yıllar süren çabasından. Kuşkusuz tüm bu faktörlerin bugünkü başarıda büyük etkisi var. Fakat unutulmaması gereken ve bu başarının kalbinde duran, kadınların sporda var olmak için verdikleri yüz yıla dayanan mücadele; Ebrar’ın söylediği gibi çok küçük yaştan itibaren her şeyden feragat edilen, azimle ve mücadele ederek yıllarını geçiren sporcu kadınların bu topraklardaki varlığı. Kadınların sporda bugüne bahsi geçen azim ve mücadele yıllarını anlamak için tarihte biraz geriye gidelim. Bu topraklarda kadın hareketinin tarihi ile kadının hareketinin tarihini anlatırken benzer bir zaman dilimine, geç Osmanlıya ve dönemin toplumsal dönüşümü getiren gelişmelerine bakmak gerekiyor.

GEÇ OSMANLI'DA KADININ HAREKETİ

Geç Osmanlı döneminin modernleşme politikalarının gündelik hayata ve politikaya yansıması sınırlı bir coğrafyada gerçekleşmeye başlamış olsa da oldukça radikal ve yaygın dönüşümler için dinamo etkisi yaratacak gelişmeler içeriyordu. Kuşkusuz bu gelişmelerden en önemlisi kadınların gündelik ve politik hayattaki yerinin ve etkisinin değişimi idi. Kadınlar bir yandan çıkardıkları dergilerle kendi söz söyleme alanlarını oluşturuyorlar, diğer yandan yeni yasal düzenlemeler ve politikalarla toplumdaki konumlarının farklılaşmasına tanıklık ve öznelik ediyorlardı. Kadınların katılımını da öngören yeni insanı oluşturma yolculuğu, kadınlara daha önce olduğundan çok daha fazla faillik alanı açıyordu. Kadınlar bu alan içinde erkeklerle birlikte yasaların düzenlenmesine, değişmesine, kimi zaman ileri, kimi zaman geri adımlarla gidiyor olsa da görünür taleplerin var olmasına ön ayak oldular.

Zafer Toprak’ın yazdığı gibi bu dönem din ve gelenekler tarafından sıkı bir şekilde düzenlenen erkek ve kadın hayatları İstanbul ve Selanik gibi kentlerde sorgulanıyor, toplumsal bir dönüşümün eşiğinde başka bir alan yaratmaya çalışılıyordu. 1. Dünya Savaşı zaten başlı başına bu dönüşümün ateşleyicilerinden olmuştu. Erkeklerin pek çocuğunun cephede olduğu savaş döneminde kurulan Osmanlı Kadınlarını Çalıştırma Cemiyeti kadının iş yaşamındaki varlığını kabul eden ve düzenleyen bir Cemiyet olarak bu dönemde varlık buldu. 1916’dan 1923 yılına kadar varlığını sürdüren Cemiyet, kadının sokaktaki varlığının uygulamadaki iziydi.

CUMHURİYET'İN YENİ KADINI

Yirminci yüzyılın başında, Türkiye’nin erken Cumhuriyet'in inşa döneminde rejim, Cumhuriyet'in ‘yeni kadını’nı daha kalın harflerle ve daha sistematik politikalarla yeni kurulan rejimin ana uygulamalarından bir olarak tanımladı. Kadınların sosyal statüleri ve bedensel uygulamaları (örneğin kıyafet seçimi, spor ve egzersiz) aynı formül içerisinde bir araya getirildi. Kadınlar, Türk milletine karşı görev ve sorumluluklarını bedenleri ve uygulamalarıyla yerine getireceklerdi.

Bu dönemde yeni kurulan Cumhuriyet'in değerlerinin tartışılmasının odak noktalarından biri medeniyet ve kültür arasındaki uçurumdu. Yeni rejimin aydınları ve kurucuları, Batı ile özdeşleşen medeniyetin modernleşme yoluyla ülkeye geleceğini savundular. Ancak ülkenin farklılığını ve özgünlüğünü temsil eden kültürün nasıl korunacağı da önemli bir endişe kaynağıydı. Bu karşıt konumlanmada kadınlar aynı anda hem Batı'dan farklılığı hem de Batı'ya benzerliği temsil ediyordu. Kamusal alana erişimleri katı kurallarla kontrol edilen “eski” kadınların yerini, kanun önünde erkeklerle eşitliğe kavuşan ancak geleneksel ev içi rollerini koruyan “yeni” kadınlar aldı.

Çolak'ın "Türkiye'de Laiklik ile İslamcılık Arasında Vatandaşlık" başlıklı makalesinde belirttiği gibi, her Türk kadını yeni vatandaş olarak bedenlerine yansıyan bir dizi "idealleştirilmiş" ve "uygar" sembol, imaj ve ritüele uymak zorundaydı. Spor, yeni kadınların sergileneceği alan olarak düşünülüyordu. İlk ralli oyuncusu Samiye Cahid Morkaya ile 1936 Berlin Olimpiyatları'na Müslüman ağırlıklı bir ülkeden katılan ilk kadınlar olan Halet Çambel ve Suat Fetgeri o döneme baktığımızda tarihi yazan kadınlar olarak karşımıza çıkıyorlar.

1920'lerde, Türkiye'nin modernist entelektüelleri ve yönetici elitleri (resmi) toplumsal cinsiyet eşitliğini modernleşme projelerinin çok önemli bir unsuru olarak görüyorlardı ve kadınların (ve erkeklerin) yeni rollere ve beklentilere uyma konusundaki olası bir direncini, toplumsal ilerlemeyi tehlikeye atan ve toplumsal cinsiyet eşitliğini ortadan kaldıracak bir unsur olarak değerlendiriyorlardı. Ülkenin modernleşmesi içinde kadınlar 'modern Türkiye'nin yüzü' olarak görülüyor ve ailelerin ve grupların 'modernliği'nin yanı sıra statünün, dini ve siyasi konumların göstergesi olarak kullanılıyordu. Kadınların özgürleşmesi ve 'modern' görünümleri ve davranışları, modernleşmeyi büyük ölçüde Batılılaşmayla, yani Batılı sosyal, kültürel ve politik ideallerin benimsenmesiyle özdeşleştiren reformcuların başarısına işaret ediyor gibi göründüğü için nüfusun çeşitli grupları tarafından da destekleniyordu.

BATI TARZI GÜZELLİK İDEALİ

Kökleri Osmanlı dönemine kadar uzanan liberal feminist bakış açısına göre, eğitim ve istihdam 'kadın sorunu'nun en önemli çözümüydü. Siyasi haklar, eğitime ve akademik pozisyonlara erişim toplumsal cinsiyet eşitliği vaat ediyordu ve Cumhuriyet'in kadınlara bir 'armağanı' olarak görülüyordu ve memnuniyetle kabul edilmiş görünüyordu. Elbette kadınların fiziksel farklılıkları ve yapabilirlikleri ince detaylarıyla tanımlanmaya çalışıyor ve sınırlar çiziliyordu fakat kamusal alanda erkekle birlikte varlığı radikal bir biçimde savunuluyordu. Kızların da erkekler kadar okulda başarılı olabileceği ve her iki cinsiyetin de aynı dersleri alması ve aynı talepleri karşılaması gerektiği vurgulandı. Kadınların akademik meslekler gibi geleneksel olarak erkeklere ait alanlarda kabul görebileceği ve görmesi gerektiği, modernleşen Türkiye'nin güçlü mesajlarından biriydi. Bu güçlü eşitlik mesajı İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük kentlere yayılıyor, modern spor gibi tarihsel inşasından itibaren erkek alanı olan ve Türkiye dışındaki dünyada da erkek kimliği çok belirgin olan bir alanda dahi kadınlar var olmaya başlıyordu. Kadınların spordaki varlığı farklı boyutlarıyla politikaların bir parçası haline gelmişti, ülkedeki siyasi ve ideolojik değişimi görünür kılmak için bir araç olarak görülüyor ve kullanılıyordu.

Kadınlar, o dönem diğer birçok kültürde ve ülkede olduğu gibi, bu alanın politikalarına göre şekillendirilmesi gereken vatandaşlar olarak görülüyordu. Başarıları, amaçları ve niyetlerine göre değil, mevcut kadınlık idealine uyumlarına göre değerlendirildiler. Erken Cumhuriyet döneminde bu ideallerden biri de 'Batılı' görece ince bir vücuttu. Yarar, Cantek ve Özgüven’in 2009’da gerçekleştirdiği TUBİTAK projelerinde ortaya koydukları gibi jimnastik egzersizleri dönemin dergilerinde sıklıkla yayınlanıyor ve bu ideal bedene ulaşmanın bir yolu olarak tavsiye edilirken, radyo programları da kadınlar için jimnastik egzersizlerinin propagandasını yapıyordu. Şehirli kadınlar evlerinde, hatta bazen diğer kadınlarla birlikte jimnastik egzersizleri yapıyorlardı. Özellikle büyük şehirlerde kadınlar giderek daha fazla Batı ideallerinden ve estetiğinden etkileniyor ve bedenlerini buna göre değiştirmeye çalışıyorlardı. Alemderoğlu'nun Kerime Halis'in 1932 Dünya Güzeli yarışmasındaki zaferiyle ilgili bir yorumunda belirttiği gibi, Atatürk için Türk kadınlarının güzelliğini göstermek önemliydi çünkü görünüşleri Türklerin yüksek ırksal statüsünü yansıtıyordu ve modernleşmiş bir Türkiye'yi temsil etmeleri bekleniyordu. Yarışmalar ve dergiler aracılığıyla 'modernliği' simgeleyen bir 'Türk kadını' imajı popülerleştirilmeye çalışılıyordu.

Bu dönemde bir yandan Batı tarzı bir güzellik ideali etkisini artırır ve kadınların bu güzellik normlarına uymaları yönünde bir söylem güçlenirken, diğer yandan 'herkes için spor' özellikle kadınların 'üreme işlevine' odaklanmaya başladı. Alemdaroğlu’nun öjeni politikaları üzerine yazdıklarında ya da Yuval Davis’in milliyet ve cinsiyet ilişkisine dair incelemelerinde belirttiği gibi 'üreme', sadece kadın sağlığına değil, gelecek nesillerin sağlığına da odaklanan modernleşme projelerinin ve sosyal reformların önemli bir konusuydu. Dönemin en önemli spor insanı olarak anılan, pek çok dönemin ileri geleni çağdaşı gibi yurt dışında eğitim almış ve spor eğitimi aldığı bu dönemde öğrendiklerini yeni Cumhuriyet politikalarının hizmetine sunmuş olan Selim Sırrı Tarcan’a göre, kadınlar için jimnastik vücuda sağlık ve uyum getirmeliydi ve hareketler özellikle sağlıklı bir hamilelik için önemli olan mide kaslarını güçlendirmeliydi.

Aynı dönemde sadece Tarcan değil, başka yazarlar ve politikacılar da kadınların esas olarak üreme kapasiteleri için egzersiz yapmaları gerektiğini vurguluyordu. 1943'te Türkiye'nin Başbakanı olan İsmet İnönü, hükümetin kadın sporuna yaklaşımını şu şekilde tanımladı ‘… Anadolu dağlarının sarı çiçeklerini başına takarak, gürbüz vücutla cephane taşıyan anaları gibi, kızlarımızın vücutlu ve yerli ipeklileriyle dağ çiçeği kokusunu dalgalandırarak her şeyden evvel kuvvetleri, kanaatkarlıkları, tasarrufları ile kendi yuvalarını yıkılmaz kaleler gibi sağlamlaştırmalarını isteyeceğiz’,". Atatürk, güçlü Türk kadınlarını selamladı ve güçlü nesiller yetiştirmek için görevlerinden bahsetti: “Türk kadını dünyanın en aydın, en erdemli, en onurlu kadını olmalıdır. Türk kadınına düşen görev, aklı, kasları ve hırsı ile vatanını koruyan ve savunan güçlü nesiller yetiştirmektir”.

MODERNLİĞİN KANITI OLARAK KADIN

Ancak kadın sporcuların toplum içinde görünmesinin başka bir amacı daha vardı. Sporcular ülkelerini uluslararası arenada temsil ederken, sporcu kadınlar yeni Cumhuriyet'in modernliğinin mükemmel bir kanıtıydı. 1920'lerde Türk kadınları tenis, yüzme, eskrim, kürek ve voleybol gibi 'üst sınıf sporlarda' ve aynı zamanda atletizmde de yarışmaya başladı. 1933 yılında iki Türk kadın tenisçi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ndeki bir yarışmaya katıldı. 1929'da Sabiha Fırat popüler bir erkek takımına beşinci oyuncu olarak katıldı ve kulüp başkanı başarısından dolayı kendisine selam gönderdi. Kadınlar erkeklere karşı yarışmasalar da (mühendislik fakültesindeki eğitimi sırasında erkek voleybol takımında oynayan Sabiha Rıfat dışında) aynı tesisleri kullandı ve az sayıda olsalar da sporların çoğuna katıldılar. Kadın sporcular bu genç ülkede toplumsal cinsiyet eşitliğinin 'göstergeleri' ve bir ülkenin batılılaşmasının nişaneleri idiler. Modernlik ve ilerlemenin bir göstergesi olarak Batılılaşmanın batılı beden ideallerinin belirli bir yaşam tarzı ve batılı sporlara katılım yoluyla kendini göstermesi bekleniyordu. İdealler ve faaliyetlerin yanı sıra gerekli mallar ve metalar da kitle iletişim araçları tarafından taşındı ve yayıldı (ve halen de yayılmaktadır). Özellikle bu dönemin dergileri, kadınların spor yaparken ne giyeceğinin ayrıntılı tariflerini içeriyordu. Aynı dergiler kadın sporcuları rol model olarak sunuyor, kadınların spora katılımını teşvik etmeye çalışıyordu. 'Sporcu kadın', yeni kadının vücut bulmuş haliydi.

Yeni kadın oluşuyordu ancak bu 'Yeni Kadın'ın aynı zamanda geleneksel değerlere ve toplumun “genel” ahlaki normlarına uyması bekleniyordu. Dolayısıyla çizilmeye çalışan resim birbiriyle bazen paralel bazen kesişen birçok hattı aynı anda tanımlamaya ve gerçekleştirmeye çalışıyordu.

Özetlemek gerekirse erken Cumhuriyet döneminde devletin spora ilişkin geliştirdiği söylem ana iki damardan besleniyordu. Birincisi yeni oluşan ulusun anneleri olarak kadınlara sesleniyordu. Burada kadınların bir yandan ulusun ahlakının taşıyıcısı iken güçlü bedenleriyle yeni uluslun yeniden üretim rolünü ifa etmelerini salık veriliyordu, diğer taraftan hem bedensel güzelliği hem de sportif başarısı ile kadınların modern Cumhuriyet söyleminin vitrinini oluşturmaları gerekiyordu.

'CUMHURİYETİN KIZLARI'

Elbette, politikacıların desteğine rağmen, kadınların spora katılım olanakları açısından sosyal arka plan belirleyici bir faktördü. Pahalı sporlara katılım elit ailelerden gelen kadınlarla sınırlıydı. 'modernizme' yönelik tepkiler, diğer faktörlerin yanı sıra durumlarına, siyasi yönelimlerine ve dünya görüşlerine bağlı olarak Türkiye nüfusunun çeşitli grupları arasında farklılık gösteriyordu. Reformun faydalarına ilişkin halk arasında ve kadınlar arasında da büyük görüş farklılıkları vardı. Yeni kurallar ve düzenlemeler çoğunlukla reformcuların kız kardeşleri veya kızları gibi Batılılaşmış üst sınıf ailelerden gelen kadınlara fayda sağladı. Tarihçiler, cumhuriyetçi elitlerin kendilerinden farklı sosyal ve kültürel altyapıya sahip kadınların ihtiyaç ve isteklerini göz ardı ettiğini vurguladı. Bu tarihçilere göre küçük bir grup kadın mükemmel bir eğitim alıp akademik mesleklere girebildi.

'Cumhuriyetin Kızları' olarak da anılan bu 'çağdaş kadınlar', zengin ve ilerici babaların kızlarıydı. Bazıları iş buldu ve çalıştı (örneğin idari pozisyonlarda). İstisna olmalarına rağmen rol model olarak sunuldular ve Türk kadınının modernliğine kanıt sağlıyor gibi göründüler. Üstelik kentli orta sınıf mensubu kız çocuğu ve kadınların spora katılımına yönelik söylem tenis, kayak ve eskrim gibi 'uygun' sporlara yönlendirmeye çalışıyordu ve bu sporlar dergilerde de kadınlar için uygun sporlar olarak sunuluyordu. Örneğin, 1938’de çıkan ve sporu herkes için zorunluluk haline getiren Beden Terbiyesi Kanunu kız ve oğlanların yapacağı sporları ayrıştırıyor, kızları “onlara ağır gelecek” ya da onları “erkekleştirecek” sporlardan muaf tutuyordu.

Erken Cumhuriyet döneminde “yeni ve modern” Türkiye rejimi kadınların katılımını 'uygun sporlarla' sınırlamaya çalışsa da, kadınlar kısa süre içinde 'kadınlara uygun olmadığı' düşünülenler de dahil olmak üzere çok çeşitli spor faaliyetiyle ilgilenmeye başladılar. 1936 yılında Akşam gazetesinde yapılan bir röportajda iki kadın boksörün ifadeleri bu eğilime iyi bir örnektir. Her iki boksör de kadınların toplumun her alanında aktif olduğunu vurgulayarak, "Spor neden bir istisna olsun?" diye soruyor, yumruklarının tadına bir kez varan kadınlar bir daha vazgeçemez diyorlardı. Pek çok büyük tarihsel dönüşüm dönemi ve hemen sonrasında olduğu gibi Cumhuriyet'in ilk dönemi de çok büyük dönüşümlere tanık olmuştu ve bu dönüşümde kadınların en azından bir bölümü de yapabileceklerinin sınırlarını sarsmak konusunda kararlıydı ve olanağa sahipti.

Kadınlar rol modeller olarak sonraki jenerasyonlara ilham verdiler. Bu kadınlar içinde Halet Çambel örneğin önemli bir ilham kaynağıydı. 1936'da Türkiye'den Olimpiyatlara eskrimci olarak katılan ilk iki kadından biri olan Halet Çambel, adanmış bir vatandaş ve modernite projesinin aktif bir katılımcısı idi. Daha sonraki yıllarda muhalif aydınlardan biri olarak da önemli çalışmalar yürüten Çambel, Türkiye'nin 'Yeni Kadınları'ndan biri, bu idealin bir temsilcisi ve yeni Cumhuriyet'e rehberlik etmeyi misyon edinmiş bir reformcuydu. Aynı zamanda Türkiye’nin ilk arkeologlarındandı ve örneğin kazı alanlarındaki zorlu çalışma ve yaşam koşullarına uyum sağlamış, at üstünde sit alanlarını ziyaret eden, köylerde çalışmaktan geri durmayan bir kadın olarak, güçlülüğü, hayatı boyunca aktif yaptığı pek çok sporu ile güçlü ve eşiti temsil ediyordu.

80'LER VE BAĞIMSIZ FEMİNİST HAREKET

Kadın mücadelesinin sesinin diğer politik hareketler içinde çok daha cılız olduğu 50-80 arası dönemde dahi kadınlar pek çok başka alanda olduğu gibi sporda da varlıklarının mücadelesini sürdürüyordu. 80 sonrası ise yeni bir hızlı değişim dönemi başlıyordu. Olimpiyatlarda 1988’e kadar Türkiye’den kadınların katılım oranı yüzde 5’in üzerine çıkmadı ancak 88’de yüzde 12’ye ulaştı ve sonra düzenli olarak arttı. Türkiye'de rejimin dönüştüğü 1980 Askeri Darbesi sonrası dönem, kadın hareketinin yükselişine sahne olmuştu. Nacide Berber’in aktardığı gibi “ortaya çıkan bağımsız feminist hareket, Sevgi Çubukçu'nun ifadesiyle, yasal haklarla yetinmeyen, Kemalizm'in yarattığı cinsiyet eşitliği yanılsamasına itiraz eden, radikal ve köktenci taleplerle ortaya çıkan bir 'isyan' hareketiydi."

Sporda da aynı yıllarda dünyada ve Türkiye’de kadınların sayısı ve başarısı artmaya başladı. Kadınlardan ilk madalya 1992’de judoda geldi. Hülya Şenyurt bronz madalya ile Türkiye’de kadınların ilk madalyasını aldı. Sonrasında kadınlar her olimpiyatta madalya almaya devam ettiler. Olimpiyat tarihinde ilk kez 2012 yılında Türkiye’den iki takım sporu ile Olimpiyatlara giden kadın sporcuların sayısı erkek sporcuların sayısından daha fazla idi ve Türkiye'nin kazandığı beş madalyanın üçünü kadınlar kazandı. Daha sonraki yıllarda neredeyse eşit sayıda kadın ve erkek sporcu olimpiyatlara katılmaya devam etti. Tokyo Olimpiyatlarında spor alanı kuir hareketin ve feminist hareketin katılımının ve görünürlüğünün mücadele sahası olarak karşımıza çıktı. Türkiye takımında kadın sporcular içinde voleybol takımının güçlü çıkışı, güreş, boks, karate branşlarında üstün başarıları Türkiye’de sporda kadınların gelişiminin manifestosuna dönüştü. Şu anda ülkede farklı spor dallarında yarışan birçok başarılı kadın sporcu var. Kendilerinden öncekilerin mirasını devralarak ve bir sonraki neslin kız çocuklarını düşünerek spordaki mücadelelerini sürdürüyorlar.

SONUÇ

Üst düzey farklı branşlardan kadın sporcularla yaptığım araştırmalarda gördüğüm şu; halen baş etmek zorunda oldukları çok sayıda sınırlama, kısıtlama ve engel olsa da, sporcu kadınlar eşitliğe ve özgürlüğe dönük güçlü bir söylem kuruyorlar ve hem bireysel hem de takım sporlarındaki pek çok sporcu hep birlikte mücadele vermeleri gerektiği inancına sahip. Tüm dünyada spor alanı heteroseksüel erkeklerin üstün olduğu alan olarak tanımlanmaktan çıkıyor. Bugün Jaffe’nin de belirttiği gibi, sporda cinsiyete dair sarsıcı tartışmalar gerçekleşiyor ve bu beden merkezli alanlarda yaşanan dönüşümün özgürleştirici potansiyeline dair önemli izler barındırıyor. Kadın güreşçiler üzerine yazdığım bir makalede söylemeye çalıştığım gibi, bedenin hayatın pek çok alanında, tüketimde ve üretimde, sağlıktan spora farklı politikalarda araçsallaştığı bir dünyada, onu şekillendirici disiplin rejimleri söylem alanını genişletiyor fakat diğer yandan aynı alanın yarıklarından, kendini özgürce ifade etme ve ortaya koyma, normların dışına çıkma ve özgürlük alanı yaratma, toplumsal belirlenimleri sorgulanır kılma olanakları sızıyor. Bu sızıntıları nehirlere dönüştüren sporcular güçlü ve kaslı bedenleri ve gür sesleriyle sarsıcı ve sorgulayıcı bir varoluşla karşımızda duruyor.

Son dönemde kadınların spordaki sesi voleybolla hiç olmadığı kadar gür duyuluyor. Voleybolcu kadınların elde ettikleri üstün başarı ülkedeki pek çok kız çocuğu ve kadına ilham oluyor. Voleybol kulüplerine başvurular hiç olmadığı kadar arttı. Birçok kız çocuğu ileride Ebrar, Vargas, Eda olma hayali kuruyor. Üstelik bu kadınlar başarılarının yanı sıra söylemleri ve her tür karşı çıkışa karşı güçlü duruşlarıyla da kız çocuklarına örnek oluyor. Kendileri olarak çekinmeden ve korkmadan, güçlerini sergilemekten kaçınmadan kupalarını kaldırıyor, gözlerinde ışıkla gülümsüyorlar.

*İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi

KAYNAKÇA

Akşam, 1 August 1936.

Alemdaroğlu, Ayça, 2002, ‘Öjeni Düşüncesi, s. 414–21;Tanıl Bora and Mehmet Gültekin (ed.), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Milliyetçilik. C. 4, İstanbul: İletişim yay.

Alemdaroğlu, Ayça, 2005, ‘Politics of the Body and Eugenic Discourse in Early Republican Turkey’, Body and Society 11, no. 3, 61–76.

Dağlaroğlu, Rüştü, 1987, Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi 1907–1987, İstanbul.

Hacısoftaoğlu, İ. (2022), Kadın Pehlivanlar: Feminist bir perspektifle kadın güreşçilerin deneyimi, Toplum ve Bilim.

Hacısoftaoğlu, İ., Özgürce Koşan Ayaklar: Cumhuriyetin 100 Yılında Toplumsal Cinsiyet Tarihinin İzini Sporla Sürmek, ed. Nacide Berber, Toplumsal Cinsiyet cildi, Tarih Vakfı Projesi, yayında

https://bjk.com.tr/tr/haber/45587/quot_o_yillardaki_sartlar_ilkeldi_ama_cok_samimiydi_quot.html 

Koca, Canan, Beden Eğitimi Ve Spor Alanında Toplumsal Cinsiyet İlişkileri. Spor Bilimleri Dergisi , 17 (2) , 81-99.

Özdemir, B. Pınar, 2016,‘Building a “Modern” and “Western” Image: Miss Turkey Beauty Contests from 1929 to 1933’, Public Relations Review 42, 759–765.

Pfister, G. ve Hacısoftaoğlu, İ. (2013), Women’s sport as a symbol of modernity: A case from Turkey, International Journal of Sport History, 33 (13), 1470-1482.

Toprak, Zafer (2022): Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935), İstanbul: İş Bankası Kültür yay; Karakışla, Yavuz Selim (2015): Osmanlı İmparatorluğu’nda Savaş Yılları ve Çalışan Kadınlar: Kadınları Çalıştırma Cemiyeti (1916 - 1923), İstanbul: İletişim

White, Jenny B. 2003, ‘State Feminism, Modernization, and the Turkish Republican Woman’ NWSA Journal 15, no. 3 (2003), 145–159.

Yarar, Betül, Şenol Cantek, Funda ve Holzer Özgüven Petra, 2009,‘Türkiye’de Modernleşme Süreci İçinde ve Spor Alanında Toplumsal Cinsiyete Dayalı Yeni Beden Ekonomisi ve Kadının Toplumsal Kimliğinin Kuruluşu ve Dönüşümü, TUBİTAK, Araştırma Projesi Raporu, Proje numarası: 106K026.

Yuval Davis, Nira, 2003, Cinsiyet ve Millet, İstanbul: İletişim yay.