İstanbul Sözleşmesi karşıtı lobiye zorunlu cevap-2: İstedikleri şey aile değil, aile içinde eril tahakküm

“Literatürde kadına yönelik şiddete ilişkin tanımlanan risk faktörlerinin hiçbirine yer verilmemiştir” iddiası ileri sürülüyor. Alkol kullanımı, uyuşturucu madde bağımlılığı ve psikiyatrik bozukluklar, kumar alışkanlığı ve ekonomik zorlukları işaret edip kıymeti kendilerinden menkul risk faktörlerine yönelik tedbir getirmediği iddia ediliyor. Aile Akademisi'nin bu metninden altı ay önce İçişleri Bakanlığı'nca yayınlanmış analizle, karşıt lobinin ısrarla ileri sürüp kadına yönelik şiddetin temeli saydığı alkol uyuşturucu miti yıkılmıştı.

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Aile Akademisinin “on maddede İstanbul Sözleşmesi neden iptal edilmeli?” başlıklı iddialarına cevap üreterek, sözleşmenin neden gerekli olduğunu açıklamaya devam ediyorum.

3- İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NDE ELE ALINAN ŞİDDETİN İÇERİĞİ BELİRSİZDİR

Bu başlık altında sözleşmenin şiddet tanımı alıntılandıktan sonra şu ifadeler yer alıyor: “Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ifadesi daha çok kadının fiziksel şiddetten veya cinsel saldırılardan korunması düşüncesini akla getirmektedir. Oysa bu tanımın içeriğinde belirtilen ıstırap verebilecek olan ifadesinin neyi içerdiği belirsizdir. Aynı şekilde psikolojik şiddetten ne anlaşılacağı muğlaktır. Zarar veya acı verilmesi son derece öznel algılanabilecek ifadelerdir. Sözleşme boyunca geçen tüm şiddet ifadeleri bu genel söylemi referans almaktadır. Bu ifadeler istismara oldukça açık, şiddeti uygulayan veya mağdur olanın öznel değerlendirmelerine imkân tanıyacak ölçüdedir.”

Bu itiraz fiziksel ve cinsel şiddet dışındaki şiddet türleriyle mücadele edilmesin demektir. Şiddetle mücadele alanında biraz emek harcayıp kafa yormuş olanlar bilirler ki tam olarak böyle ifade edilmesi gerektiği için sözleşme bu şekilde düzenlenmiştir. İki kişiden birinin diğerine uyguladığı şiddet, özneldir elbet ve tanım geniş tutulmalıdır ki her bir şiddet davranışını içerebilsin. Yerleşik kalıp yargılardan beslenen bu şiddetin tanığı da çoğunlukla sadece o şiddetin mağdurudur. Kadın şiddetin hem mağduru hem tek tanığı olur çoğu zaman. Duygusal şiddetin tanığı gibi belgesi de bulunmaz. Bu nedenle acı, ıstırap veren şeklinde duygularla ifade edilir, duygusal şiddet kaçınılmaz olarak. Uzun süren sistematik duygusal şiddet mağdur üzerinde işkence etkisi yaparak özgüven kırıcı etki yapar. Dolayısıyla çok yaygın uygulanan en önemli şiddet türlerinden birisidir ve duyguları tanımlayacak şekilde mağdura kendini ifade edip şikayetçi olma şansı vermesi gerektiğinden sözleşme duyguları işaret ediyor.

Ekonomik ve psikolojik şiddete ilişkin itirazları sözleşmeyle de sınırlı değil. Bakanlık araştırmasının soncunda verilen açıklamalar da itirazlarına konu olmuş. “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’nda duygusal şiddet/istismar kapsamında 'kadınları kontrol etmeye yönelik davranışlar' da tanımlanarak bir kişinin eşinin kıyafetlerine 'karışması' ya da Facebook ve Twitter hesabına 'karışması' şiddet olarak yer almıştır” diyorlar.

Evet yer alacak elbet çünkü bu fiiller şiddettir. Kadınlara yönelik bu baskıları şiddet saymadıkları gibi şu ilginç yargıya varmışlar: “Bunlar şiddetin araçsallaştırılarak, aile ilişkilerinin ve aile temelli toplumsal yapının değiştirilmeye çalışıldığını göstermektedir.” Anlaşılıyor ki istedikleri şey aile değil, aile içindeki eril tahakkümün sürdürülmesi. Eşini, eşiti görmeyen, kadını reşit kabul etmeyen, kıyafetine karışma hakkı olduğunu düşünen tam bir hegemonik erkeklik örneği bu itiraz. Keza eşinin sosyal medya hesaplarını kontrol etme hakkı olduğunu düşünmeleri de bir nevi hakimiyet alameti. Ailede “erkek hükümdarlığı” yoksa aile yıkılmış sayılıyor. Geçmişte kadınlara alfabeyi öğretmekten “aşk mektubu yazar” kuşkusuyla kaçınanların bugünkü versiyonu olan Aile Akademisi ve benzerleri, kadının, kıyafetini ve sosyal medya hesaplarını kontrol etmeyi “kocalık hakkı” sayıyor ki bu eylemlerin şiddet olarak tanımlanmasına güçlü bir itiraz yükseltiyorlar. Oysa İstanbul Sözleşmesi zaten kadının bu şekilde kontrol altında tutulan, ikinci sınıf insan muamelesi görmesini engellemek için var. Bu itiraz ‘eksik etek bilmez, erkek sahip çıkar’ kalıp yargısını sürdürme arzusunu açık ederek “kadını güvenilmez” gören eski kalıp yargılarla sürdürülen kapalı kutuyu aile zannetmektedir. Halbuki erkek egemenliğinde, kadının ikincilleştiği, şiddetin hüküm sürdüğü bu kapalı kutu, aile ocağı değil şiddet odağı. Ve İstanbul Sözleşmesi'nin tanımladığı şiddet türleri ve bu şiddetle mücadele yöntemleri gerçekten etkin mücadeleyle önlense şiddetten arınmış, eşlerin eşit konumda olduğu sıcak aile yuvası örnekleri toplum genelinde yaygınlaşacaktır.

4 - AYRIMCILIK YAPILMAMASI ADINA CİNSEL KİMLİK VE CİNSEL YÖNELİM LEGALLEŞTİRİLMEKTEDİR

Temel Haklar bölümü 4’üncü maddeye itiraz ediliyor. Eşitlik ve Ayrım Gözetmeme kuralına karşı çıkarak, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle ayrımcılık yapılmasını istiyorlar resmen. “Sözleşme hükümlerinde cinsel yönelim ve cinsel kimliğe yönelik ayrım yapılmaması adına, bu olgular legallik elde etmiştir.” Görüldüğü gibi tek cümlede hem “bu olgular” denilerek farkında olunmadan gerçek teslim edilirken hem de “legallik” elde edildiği iddiasıyla çarpıtma yer alıyor. Olgu yani vakıa demekle, farklı cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinin varlığını kabul ediyor, metin. Legallik elde etme iddiası, bu olguları, yasa dışıymış gibi gösteren çarpık bir ifade. Yasalarımızda LGBTİQ+ suç olarak tanımlanmış değil ki sözleşme, yasallaştırma denilecek bir etki yaratmış olsun. Tam tersine kısaltmadaki ‘T’ harfiyle sembolize edilen trans bireyler için gerekli tedavi süreci ve operasyonlar hakkında hukuki zemin, ilgili yasa maddeleri ve tıbbi prosedürle düzenlenmiştir. Burada ileri sürülen o “legelleştirilme” iddiası doğrudan doğruya kanun tanımazlıktan ileri gelmekte. Ayrımcılığa uğratılmaları ve şiddet karşısında korunmasız bırakılmaları istenmekte olduğu çok açıktır. Maddenin şiddeti önleme konusunda mağdurlar arasında ayrımcılık yapılmasını önleyen kısmı yok sayılıyor.

5- İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ŞİDDETİN ÖNEMLİ BİLEŞENLERİNİ GÖRMEZDEN GELMEKTEDİR

“Literatürde kadına yönelik şiddete ilişkin tanımlanan risk faktörlerinin hiçbirine yer verilmemiştir” iddiası ileri sürülüyor. Alkol kullanımı, uyuşturucu madde bağımlılığı ve psikiyatrik bozukluklar, kumar alışkanlığı ve ekonomik zorlukları işaret edip kıymeti kendilerinden menkul risk faktörlerine yönelik tedbir getirmediği iddia ediliyor. Risk faktörleri olarak sayılan şiddet “gerekçeleri”, Polis Akademisi yayını Kadın Cinayetleri Analizi'nde yer verilen cinayet sebepleri arasında, düşük oranlarla alt sıralarda yer alıyor. Fakat kadının kendi hayatına dair karar alarak boşanması, ilk sıralarda gösteriliyor. Aile Akademisi'nin bu metninden altı ay önce İçişleri Bakanlığı'nca yayınlanmış analizle, karşıt lobinin ısrarla ileri sürüp kadına yönelik şiddetin temeli saydığı alkol uyuşturucu miti yıkılmıştı.

Bir de Sözleşmenin içinden cevap gerekir tabi. III. Bölüm Madde 16, önleyici müdahale ve tedavi programları başlığı altında ilgili tedbirleri düzenlenmiştir. Maddenin ilk iki fıkrası failin şiddet içermeyen davranışlar geliştirmesi ve ihtiyaç duyulan tedavi programları için gerekli yasal veya diğer tedbirleri almakla yükümlü kılmıştır, taraf devletleri. Üçüncü ve son fıkra ise belirtilen tedbirlerin uygulanması sırasında mağdurun güvenliğinin sağlanması ve hem mağdur hem fail açısından insan haklarının öncelenmesi, şartını getirir.

Tüm yazılarını göster