İspanya sistemi ve Katalanların derdi, tasası…

Kuşkusuz Türkiye’deki tartışmalar açısından en dikkate değer bölgeli devlet örneği, İspanya. İspanya için ‘yerel özerklik’ pek yeni bir deneyim değil. Franco’dan önce, 1931-36 arasında özerklik kabul edilmişti. Bu dönemde İspanya, cumhuriyetini hemen İç Savaş öncesinde, sonraki sekiz yıllık zaman zarfında kan içinde boğulacak özerklikler sistemi üzerine inşa eder.

Murat Sevinç yazar@gazeteduvar.com.tr

Son haftalarda Katalan başkenti Barselona’nın köşe bucak, meydan cadde ve kapı bacası hakkında bir iki satır karalamıştım. Şu aralar güzelim Barselona çok hareketli. Bağımsızlık halkoylaması yapılacak ve Madrid ile yine papaz oldular. Tabii bu ilk değil, son da olmaz muhtemelen. Hâl böyleyken Barselona yazı dizisini, İspanya sistemini ve güncel sorunu anlatarak bitirmek istedim.

Yıllar önce bir sevgili abim/hocam matrak bir anı nakletmişti. Aklımda kalanı aktarayım. İspanya’nın bir bölgesinde futbol maçı yapılacak. Takımlardan biri Türk. Şehir geziliyor ve otobüsteki rehber siyasal sistemi de anlatıyor. Bölgeli devlet yapısını. Sokaklar, park ve bahçeler, her şey hoş tabii. Şahane bir yer. Huzur var. Anlatılan yapıyı çok takdir eden bizim spor yazarlarından biri, bir başka ve hayli şöhretli olan spor yazarına (duayen!) beğenip beğenmediğini soruyor. Ne desin bay şöhret! ‘Beğendim’ dese aniden bölücü olacağından korkuyor muhtemelen, ‘beğenmedim’ dese pek saçma kaçacak. Şöyle pencereden bakıyor, derin derin düşünüp yanıtlıyor: ‘Cık!’

Türkiye ortalamasının, bilmediği, öğrenmeye niyetli olmadığı, bilgi vermek isteyenlere de tepki duyduğu durumlara dair çok hoş bir örnek. Sence? Cık…

(Aşağıda okuyacağınız satırların bir kısmı, birkaç yıl önce Birikim dergisi için yazdığım bölgeli devlet yazısından alıntı)

İspanya bir bölgeli devlet. Nedir bölgeli devlet? Federal devlet ile üniter devlet arasında bir ‘ara form.’ Belli açılardan üniter, belli açılardan federal devlet nitelikleri taşıyor. Evet, bölgeli devlet örgütlenmesi merkezi devlet yetkilerinin bölüşümü ve yerel birimlere aktarılması açılarından bir ara form olsa ve işleyişi ülkeden ülkeye farklılıklar gösterse de bölgeli devletleri (her ne kadar üniter yapı içinde kabul edilseler de), aslında ‘mahcup federasyonlar’ olarak tanımlamak mümkün. Merkezi devletin (örneğimizde, Madrid) temel konularda son söz sahibi kılındığı, kalan konularda bölgelerin kendi organlarıyla karar almalarına izin veren, değişik ölçülerde siyasal/idari/mali özerklikten yararlanan bir yapı. Klasik örnekler İspanya, İtalya, Portekiz olmakla birlikte, günümüzde Fransa ve İngiltere de bölgeli devletlerin niteliklerine sahip.

Bölgeli devletin ‘bölgelerinin,’ federal devletin ‘eyaletlerinden’ temel farkı, devletçiklerin ‘bir araya gelmesi’ yöntemiyle değil, merkezden yetki devredilmesiyle kurulmuş olmaları. İşte bu nedenledir ki bölgeli devletler (ben her ne kadar mahcup federasyon olarak adlandırsam da) üniter sistem ‘içinde’ kabul ediliyor. Yani bölge, ‘il’ örgütlenmesi üzerinde bir düzey ancak federasyondaki eyaletler gibi bir ‘devletçik’ değil. Egemenlik tek ve merkezde. Bölgeler yetkilerini anayasa ve parlamentodan alır. Yargı gücü de tek. Oysa federasyonlarda eyaletlerin kendi yargı düzenleri var. İspanya Krallığı’nda olduğu gibi bölgeler bazı konularda kısmi yargı yetkisine sahip olsa da bu nitelik tümü açısından genelleştirilemez. Ayrıca anayasa değişikliği konusunda da yetkisizler. Federal devletlerde olduğu gibi, anayasanın ‘eyaletlerin onayı sağlanmadan değiştirilememesi’ ilkesi/kuralı söz konusu değil. Bölgeli devlet yönetimleri arasındaki muhtelif farklılıklar, ayrı tarihsel geçmiş ve kaynaklara sahip olmalarından kaynaklanıyor. Örneğin geç sağlanmış ulusal birlik ve faşist dönem izlerini takip edebileceğimiz, aralarında farklar olmakla birlikte beş özel ve on beş olağan bölgeden oluşan İtalyan bölgelerinin sınırları, etnik farklılıkların göz önünde bulundurulmasından çok ‘idari sınırlar’ esas alınarak çizilmiş (1947). İspanya’da özerklik statüsüne sahip on yedi bölgeli devlet ise büyük ölçüde etnik/kültürel farklılıklar temelinde örgütleniyor. Bu nedenle özerklik yalnızca bölgelere değil aynı zamanda ‘milliyetlere’de tanınmıştır.

İngiltere, İtalya, İspanya, Portekiz ve bir ölçüde Fransa gibi bölgeli devlet örneklerinin, her biri özgünlükler barındırsa da, genellikle farklı dini/etnik/ulusal/ekonomik taleplerin, ‘kopmadan’ bir arada yaşayarak uzlaştırılması amacından doğdukları söylenebilir. Ezcümle, etnik/kültürel sorunlar yaşamış memleketlerde hiç de yabana atılmaması gereken bir tedavi yöntemi, bölgeli yapı tercihleri.

Gelelim İspanya’ya.

Kuşkusuz Türkiye’deki tartışmalar açısından en dikkate değer bölgeli devlet örneği, İspanya. İspanya için ‘yerel özerklik’ pek yeni bir deneyim değil. Franco’dan önce, 1931-36 arasında özerklik kabul edilmişti. Bu dönemde İspanya, cumhuriyetini hemen İç Savaş öncesinde, sonraki sekiz yıllık zaman zarfında kan içinde boğulacak özerklikler sistemi üzerine inşa eder. Dolayısıyla, General Franco, 1975 yılının sonunda ölüp devletin başına Franco’nun) belirlediği Juan Carlos (şimdiki Kral Felipe’nin babası) ve başbakanlığa da yine Franco’nun partisinin üst düzey yöneticisi Adolfo Suarez geldiğinde, girişecekleri radikal reformun ve ‘özerklikler sisteminin’ nüveleri on yıllar öncesinde tecrübe edilmişti.

1978 Anayasası ile İspanya, üç bölgesi zaman içinde açıkça diğerlerinden ayrıcalıklı statülere sahip olacak on yedi bölgeli özerk topluluklar modeline geçer. Bir yanda İspanyol ulusu, diğer yanda İspanyol Krallığı parlamentosu Cortes’in yasaları uyarınca hayli geniş idari ve mali özerkliklere sahip ‘bölgeler’ ile ‘milliyetler’ bulunuyor. İspanya için bölgeli devlet, Franco sonrası özellikle Bask ve Katalan milliyetçilikleriyle başa çıkabilmek için bulunmuş bir ‘geçiş formülü.’ Tabii bu tercih, geçiş döneminde Madrid’le var olan gerginliği azaltan bir formül olmasının yanı sıra, Batı’da yaşanan demokratik gelişmelere de uygun. (Örneğin 1974’te Portekiz’de diktatörlük yıkılırken de bölgeli yapı tercih edilmişti.)

Son yıllarda giderek artan ‘bağımsızlık’ talepleriyse 1978 İspanya Anayasası’nın kurduğu bölgeli devlet yapısının nihai formül olmaktan çok geçişi kolaylaştırmak için başvurulan bir ‘ara formül’ olduğu izlenimini güçlendiriyor. İşte tam burada, İspanya’daki bağımsızlık talebinin (özellikle Bask ve Katalanların) 2010 ekonomik krizi ardından giderek yükseldiğini, haliyle ‘ulusal’ sorunların belirleyiciliğinin zaman zaman ekonomik gerekçelerin arkasına gizlendiğini hatırlatmakta yarar var. Belçika ve İtalya’daki bölgesel uzlaşmazlıkların kaynağında yatan gerekçelerden birinin (belki de en önemlisinin), zengin-yoksul ayrımı olduğu ve böylesi bir ayrımın etnik/ulusal çatışma ardına gizlenmeye çalıştığı da sır değil. Futbol için sarf edilmiş sözcükleri bir kereliğine borç alalım: Etnik sorunlar, aynen diğer siyasal/idari sorunlar gibi, yalnızca birer etnik sorun değildir!

İspanya’da son yıllarda bağımsızlık taleplerinin gündemden düşmediği Katalan bölgesinin, (Bask bölgesi gibi) ülkenin en zengin topraklarından oluşu rastlantı olmasa gerek. 2013 yaz ve sonbaharında Katalan bölgesinde gerçekleştirilen bağımsızlık yanlısı gösterilerin, bölgeyi boydan boya kat eden dört yüz kilometrelik insan zincirinin temel gerekçelerinden biri, İspanya’nın bölgelerden topladığı vergilerin geri dönüşünde aynı cevvallikte davranmaması, üstelik bunu ‘alışkanlık’ haline getirmesiydi. İspanya’da her ne kadar o yedi bölge olsa da, başlangıçta hedeflenen Cafe para Todos (herkese kahve) sloganına karşın üç bölgenin güçlerini sürekli artırmasıyla eşitsiz bir sistem ortaya çıkmıştır.

1978 Anayasası’nda bir yandan ulusun ve ülkenin bölünmezliği kabul edilirken, diğer yandan ‘milliyet’ ve ‘bölgelerin’ özerklik hakkı da tanınıyor. Sorun çözücü niteliğiyle bir ‘uzlaşma’ ürünü formül. Örneğin benzer bir düzenleme resmi dil konusunda mevcut; Anayasa’nın üçüncü maddesine göre Castilian dili (İspanyolca) resmi dil. Buna mukabil milliyetlerin dilleri ikinci resmi dil olarak kabul edilebiliyor. Tabii dillerinin öğretilmesi de bölgelerin kendi yetkilerinden. Bayrak konusunda da aynı ilke geçerli. Bölgelerin anayasası kabul edilen kurucu belgelerin adı, ‘statü’ ve bunlar Anayasa’ya uygun olmak zorunda. Bölgeler yasama yetkilerini ancak anayasa ile kendilerine tanınmış sınırlar içinde kullanılabilir. Özerk topluluk yasaları İspanyol Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tâbi, ayrıca Madrid’in topluluklar üzerinde idari yargı başta olmak üzere farklı denetimler söz konusu. Nitekim kısa süre önce İspanya AYM, bağımsızlık konulu halkoylamasını iptal etti. Malum, Katalanlar halkoylamasında diretince Barselona’da polis baskınları yaşandı, Katalan bir bakan tutuklandı vs.

İspanya, özellikle 2010 ekonomik krizi sonrasında misliyle yükselen Katalan bağımsızlık talebiyle yüz yüze. Bağımsızlık isteği öncesinde yüzde 20’nin altındayken, 2010 krizi sonrasında merkezi hükümetin Barselona’ya hak ettiği geri ödemeleri yapmamasıyla birlikte yüzde 50’lere vardı. Ancak hâlâ yüzde 50’lerden söz ediyoruz. Yani Katalanlar’ın yaklaşık yarısı, ‘Oturun oturduğunuz yerde, derdiniz nedir,’ der gibi. Bağımsızlık talebinin temelinde, her zaman bu açıklıkta dile getirilmese de vergi geri dönüşlerindeki konulardaki anlaşmazlıklar olduğu için, aslında diğer pek çok bölge vatandaşı Katalanlar’a tepkili ve onları ziyadesiyle kibirli buluyor. Dört yıl önce Barselona’da Pompeu Fabra Üniversitesi’nde bir dönem Katalan hükümetine danışmanlık yapmış olan Prof. Ferran Requejo ile söyleşi yapmıştım ve profesörün, güncel sorunları dönüp dolaşıp ekonomik gerekçelerle ilişkilendirdiğini fark etmiştim. Nitekim bugün de can yakıcı tartışmalardan biri bu. Katalan hükümet başkanı Casamajo Kral’a ve Anayasa’ya sadakat yeminini reddetmişti. Madrid bağımsızlık halkoylamasını engellemek için elinden geleni yapıyor. Unutmadan, oylamada ‘evet’ çıkarsa bağımsızlık ilan edilmiş olmayacak tabii, çünkü Başkent Madrid halkoylamasını tanımadı ve bölgelerin tek taraflı ayrılma hakkı yok. Ayrıca AB de bağımsız Katalanları üye yapmayacağını açıkladı. Kuşkusuz tüm bu gelişmeler, şimdilik!

İşte muhterem okuyucu, o güzelim şehir, şimdi de bu sorunlarla meşgul. Dur bakalım, neler olacak. Şunu ihmal etmemek gerek; olup biten her şey, Madrid’in son günlerdeki baskısı ve münasebetsiz yöntemlerle engelleme çabaları bir yana, olabildiğince uygar bir atmosferde cereyan ediyor.

Her hatırladığımda bir kez daha gülüyorum o şöhretli spor yazarının tepkisine. Türk tipi düşünce alışverişine!

‘Ne dersin abi, sence de iyi bir sisteme benzemiyor mu?

Cık…

Tüm yazılarını göster