Hayalsiz hayal gücü!

Şimdi maceranız ne, maceramız ne, maceraları ne? Trump’ın gidip Biden’ın gelişi ve Trump’ın tekrar gelme ihtimali mi? Merkel sonrası neofaşizmin güçlenme ihtimali mi? Burada kabuk bağlamış bir şeylerin, misal iktidarın değişmesi umudu mu?

Umur Talu umurtalu479@gmail.com

Omicron çok mikron ama bir elinde umutsuzluk bir elinde umutla dolaşıyor.
Muhtemelen başka elleri, dilleri, dertleri de var.

Bir elinde, yükü ağır ve atak olduğu için hızlı yayılma, aşısızları yoğun bakıma götürme, yeterince aşılı olana dahi bulaşabilme, yasakları, ekonomik yıkımları çoğaltma gibi endişeler taşıyıp duruyor.
Biri de, Dünya Sağlık Örgütü’nün de uyarıp durduğu korku: Bu baş döndürücü hızından, rekor vaka sayılarından yepyeni ve daha öldürücü bir “mütasyon”a sıçraması.

Diğer elinde, çeşitli umutlar var:
Şu anda, hem kendisinin de hızdan başı döndüğü için, hem aşılı oranı arttığı için ölüm oranının düşük kalması; hem de sürü bağışıklığına doğru yol aldığı için kış sonrası sıradanlaşmaya ulaşması. Tarihteki bütün salgınlar gibi, kendini kendi topuğundan da vurması.
Hatta tedavi edici ilacın devreye girebilmesi.

Peki.
Bunların olma ihtimali kesin değil tabii.

Kesin olan ise, maalesef şu:
İnsanlık, hayalimizdeki kolektif insanlık da, iki yıldır bu konularda atıp tutmasına rağmen, aşı buldu ama kendi ruhunu değiştirecek bir yolun izini bile bulamadı.
Ne tabiat ve diğer canlılar için, ne kendi için, ne en mazlumlar, mağdurlar için.
Aşıyı dahi yoksul ülkelerden çalan bir sistemde, otoriter nefretin demokrasinin iskeletine dahi saldırdığı ülkelerin bolluğunda, iş yerlerinin çalışanlar üstüne yıkıldığı bir sarmalda…
“Heyecan verici” bir değişiklik, değişim ve rengârenk umut yokluğu insanlık önündeki en kesif sislerden, insanlık üstündeki en çıldırtıcı yüklerden biri.

Bir asır önceydi.
Cephede, hastalıklarda, esir kamplarında, açlıkta, şehirlerde nihayetinde 20 milyon asker ve sivili öldürmüş bir dünya savaşının son dönemleri.
Ölümlere ancak yıllar sonra eklenecek, tam sayısı bilinmediği için, en güçlü tahminlerde bile 50-100 milyon kişiyi öldürdüğü söylenen bir küresel salgın. İspanyol Gribi.

Aşıyı, ilacı bırakın; antibiyotiğin dahi icat olmadığı bir devir.
Kansas’ta bir çiftlikten bir garnizona sıçrayan, hasta askerlerle, daha cepheye gitmeden ölen gencecik çocuklarla ABD’ye yayılan, oradan tıklım tıklım asker dolu, ölüm dolu gemilerle Brest Limanı’ndan Avrupa’ya, derken tüm dünyaya taşınan virüs. O sıra henüz bakteri sanılan virüs.

Kapkara bir dünyanın üzerine çöken “yeni bir veba.”

Bu topraklarda onca salgına eklenen, Sultan Reşad’ı öldüren, Mustafa Kemal’i yatıran, Sadrazam’a hasta yatağında Osmanlı’nın teslimini kabul ettiren…
ABD Başkanı Wilson’u çıldırtan, Churchill’in evine ölüm taşıyan, galip devletlerin liderlerini ölümün kıyısına getiren, Eskimoları delirten, Fransa’da esir kamplarında onca Osmanlı askerini o topraklara gömen, Sovyetler’in ilk başkanı Sverdlov’u öldürüp Stalin’in de yolunu açan, “Dünyayı Sarsan 10 Gün”ü yazan John Reed’i Kremlin’de onun yanındaki mezara taşıyan, Osmanlı’yı parçalayan sınırları çizen Sykes’ı bir otel odasında teslim alan…

Kafka’nın ciğerlerine vuran, Burgess’ın yanı başında annesiyle ablasını öldüren, Klimt ve Egon Schiele’yi peş peşe götüren, Freud’a kızının ölümüyle derin acı yaşatan, Wittgenstein’a büyük evlerinde ölümün soğukluğunu gösteren, Hemingway’e Milano’da yattığı hastanede bir subayın ölümünü izleyerek ilk öyküsünü yazdıran, o hemşireyle ilk büyük aşkını tattıran

Gramsci’ye, “Her yerde halktan salgın ve ölümler gizlendi. Haberler sansürlendi. Milyonlarca insan sebebini bile bilmeden can verdi. İspanya’da basın yazabildiği için adı öyle kaldı” dedirten salgın! Onu hapse atan eski gazete arkadaşı Mussolini’nin de muhtemelen ölümden sıyırdığı günler.

Sadece bu isimlere değil; 1918-20 arasında olanlara bakarsak, o dünyanın neden heyecan verici bir yer olduğunu ve şimdi bunca icat, bunca mucit, bilişim, bunca bilmiş, bunca iletişim, bunca fikir, bunca “efendi” ile nasıl da kısır, kurak kaldığını anlayabiliriz.

Sormamız gereken şu:
Bugün dünyada (ve ülkemizde) bize heyecan verici neler oluyor? Hangi değişimler? Hangi umutlar? Hangi büyük fikirler? Hangi endişelere, engellere rağmen yürüyüp giden hangi hayaller? Hangi büyük hikâyeler? Hangi öncüler, hangi kitleler?

Sonra bir asır öncesine dönün lütfen…
Savaşın ve salgının yıkımına, işgallere, dağılan imparatorluklara, sefalet ve yoksulluğa, o günkü 2 milyar nüfuslu dünyada dahi milyonlarca insanın kaybına, mülteciliğin en acı biçimlerine rağmen olanlara:

Salgının da muhtemelen hızlandırdığı ateşkes
Öncesinde Sovyet Devrimi… İngiltere ve Fransa’nın desteklediği Beyaz Rus ordularının da iç savaşta mağlup edilmesi… Rusya’nın savaştan çekilmesi
Versailles, Mondros… Mütareke, işgaller…
Osmanlı, Avusturya-Macaristan, Rus, Alman… imparatorlukların dağılması
Arap dünyasında, Kafkaslarda, Balkanlarda, Afrika’da yeni devletlerin, kukla hükümetlerin, modern sömürgelerin ortaya çıkışı…
Devrim gölgesinin ve karşı devrim sillesinin Avrupa’ya yayılması.,.
Galip Fransız ve İngiliz ordularında bile isyanlar
İrlanda ayaklanması…
Hindistan’da, İngilizlerin halkı 15 milyon kadar insanı öldüren İspanyol Gribi’ne teslim etmesiyle, ölümden zor kurtulan Gandi ve arkadaşlarının bağımsızlık yolculuğuna başlaması…
Anadolu’da Milli Mücadele ve bağımsızlık ateşinin yakılması, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kongrelerden Millet Meclisi’ne gidişi…
Savaşta tarafsız olduğu için, çıkışında sorumlu olmadığı salgına adı verilen “demokratik” İspanya’nın diktatörlüğe ve faşizme yolculuğunun başlaması…
Paris ve Versailles’da aşağılanan Almanya’da da, galipler arasında olduğu halde kenara itilen İtalya’da da, devrim korkusuyla da beslenen otoriterliğin faşizme gebe kalması…
ABD’de, cepheden üniformalı dönen siyahların da linç edildiği ortamda, “Kızıl Yaz, Kara Ölüm” isyanları…

Sanattaki patlamaları, tıpta ve diğer alanlarda hızlanan icatları filan saymıyorum. Onlar öyle böyle bugün de var. Ama bunlar, iyisiyle kötüsüyle bu devinim, bu dalga, bu heyecan, ilham verici bu büyük hikâyeler var mı?

Savaş enkazı arasından, salgın felaketinin ortasından devrim ve karşı devrimin yolculuğu, yılgınlıklar arasından bağımsızlık ateşinin alevleri, insanlığın büyük macerası, maceradan maceraya koşuşu.

Şimdi maceranız ne, maceramız ne, maceraları ne?
Trump’ın gidip Biden’ın gelişi ve Trump’ın tekrar gelme ihtimali mi? Merkel sonrası neofaşizmin güçlenme ihtimali mi?
Burada kabuk bağlamış bir şeylerin, misal iktidarın değişmesi umudu mu?

Tabii ki bunlar da az değil.
Ama hayalgücümüzün güçsüzlüğüne bir bakar mısınız!
Nasıl güçsüz kaldığını, ne yiyip içtik de böyle olduğunu, sosyal medyalarla oyalanırken neyi kaçırdığımızı, birey olmanın tadına varırken kitlesel hayalleri nasıl ıskaladığımızı, yorgun düşmemize dalmışken bir zamanlar insanların hangi büyük felaketlerden nasıl umutlar, heyecanlar, maceralar, değişimler doğurabildiğini…

Azıcık vaktiniz olunca bir düşünür müsünüz?

Yok yok, hiç şart değil. Böyle de iyi işte!


Not: İnsanlığın macerasına salgınların içinden de bakmayı Corona başlar başlamaz öğrenmeye çalıştım. Senin Adın Corona Olsun, bu isimler ve olaylarla, daha fazlasıyla, bilhassa İspanyol Gribi dünyasının verdiği heyecanla, bir macera kitabı olarak ortaya çıktı.

Tüm yazılarını göster