Filiz Kerestecioğlu: Lamı-cimi yok, Çocuk Bakanlığı kurulmak zorunda!

Çocuk Hakları Bakanlığı önerisiyle gündemde olan HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu’na göre çocuk istismarına karşı önleyici tedbirlerin alınması kadar çocukların güçlendirilmesi de hayati önemde. Ancak iktidarın güçlü, itiraz eden, hakkını arayan değil, biat eden, boyun eğen nesiller yetiştirmek istediği için bu konuda kapsamlı bir politika geliştiremediğini savunan Kerestecioğlu haykırıyor: “Lamı-cimi yok, Çocuk Hakları Bakanlığı kurulmak zorunda!”

İrfan Aktan iaktan@gazeteduvar.com.tr

Seçimlerden hemen sonra Ağrı ve Bursa’da iki kız çocuğunun kaybedildikten sonra katledildiklerinin ortaya çıkması memleket sathında infial yarattı. Hükümet “bu konudaki hassasiyetimiz biliniyor” deyip çocuk istismarcılarının hadım edilmesi önerisini yineledi. Kısa süre içinde mesele idam cezası “taleplerine” hapsedilerek hakiki çözüm yollarına ilişkin önerilerin geliştirilmesi ve somut, önleyici tedbirlerin gündeme getirilmesi engellendi.

Tartışma boyunca HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu’nun geçtiğimiz yıl TBMM gündemine getirdiği Çocuk Hakları Bakanlığı kanun teklifinin görüşülmemesi ile çocuğa yönelik cinsel istismarın araştırılmasına ilişkin daimi bir komisyon kurulması önerisinin AKP tarafından reddedilmesi sık sık gündeme geldi. Ne var ki milletvekillerinin yemin töreni, yeni kabinede kimlerin bakan yapılacağı tartışmaları, “yüksek siyaset” bir kez daha çocukların hayat-memat meselesinin önüne geçirildi. Vahşice katledilen çocuklar unutulup gitti!

TBMM Genel Kurul binasının ortasına kurulmuş standlarda yeni dönem milletvekilleri kayıtlarını yaptırırken, üst kattaki odasında buluştuğumuz Filiz Kerestecioğlu’yla Çocuk Hakları Bakanlığı önerisini, iktidarın çocuklara ilişkin “hassasiyetinin” maliyetini, erkek egemen toplum, devlet ve aile arasına sıkışmış çocukların maruz bırakıldığı cehennemi konuştuk.

Çocuklara yönelik cinsel istismar vakalarına ilişkin elinizde istatistiki bilgiler var mı?

Sadece 2016 yılında çocuğun cinsel istismarı suçundan 15 bin 51 dava açılmış. Sanırım bu rakam, meselenin vahametini özetlemeye yeter. Öte yandan çocuklara yönelik şiddet sadece cinsel istismarla sınırlı değil. TÜİK verilerine göre çocuk işçi sayısı 708 bine ulaşmış durumda. Sadece 2017 yılında en az 60 çocuk işçi yaşamını yitirdi. CİST’in verilerine göre 12-18 yaş aralığında bin 715 erkek, 63 kız çocuğu hapiste tutuluyor. 2016’da evlenen her 100 kişiden 18’i çocuk. Son 10 yılda evlendirilen kız çocuğu sayısı 482 bin 908! Yine son 10 yılda, 15-17 yaş arası 17 bin 789 ve 15 yaş altındaki 244 kız çocuğu doğum yapmış. 2016’da Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Hakkâri’ye bağlı ilçelerde ilan edilen sokağa çıkma yasakları sonrası, özellikle hafriyat alanlarında bulunan cisimlerin patlaması sonucu çok sayıda çocuk hayatını kaybetti. Böylesi bir enkaz varken, bütünlüklü bir çocuk politikası kurmak zorundasınız.

.

Ramazan Bayramı’nın ilk günü Ağrı’da kaybedilen Leyla Aydemir'in 18 gün sonra cesedi bulundu. 8 yaşındaki Eylül Yağlıkara ise Bursa'da 22 Haziran'da kaçırıldı ve 8 gün sonra bir elektrik direğinin dibinde cesedi bulundu. Bu cinayetlerden sonra sosyal medyada çok sayıda kayıp ilanı yapıldı. Bu olayları da çocuk istismarcılarına yönelik tedbirlere ilişkin tartışmalar izledi. Sosyal medyada en fazla konuşulan konulardan biri de geçtiğimiz yıl TBMM’ye sunduğunuz fakat gündeme alınmayan Çocuk Hakları Bakanlığı kurulması yönündeki kanun teklifiniz ile AKP çoğunluğuyla reddedilen çocuk haklarına ilişkin Meclis komisyonu önerinizdi. Bu önerilerinizin reddedilme gerekçesi neydi?

Açıkçası Çocuk Hakları Bakanlığı’yla ilgili sunduğumuz kanun teklifini kimlerin okuduğunu çok merak ediyorum. Teklifimizde spesifik olarak bu alanda çalışacak bir teşkilatın kurulması gerektiğini vurgulamıştık. Bu bakanlığın aynı esnada tüm bakanlıklarla irtibatlı olması, Milli Eğitim Bakanlığı’na tavsiye niteliğinde de değil, doğrudan talimat verebilecek bir donanımla çalışmasını öngörmüştük. Örneğin “her okulda on tane rehberlik öğretmeni olacak” diye direktif verebilecek. Keza çocuklarla ilişkili tüm alanlarda istihdam edilecek kişilerin, işe alınmadan önce “çocuk sicilinin” araştırılması gerekiyor. Bu kişilerin daha önce çocuklarla ilgili herhangi bir vukuatı var mı, şiddet, istismar gibi vakalara bulaşmış mı? Bunlara dair araştırma olmadan, rastgele işe alımların yapılmaması gerekiyor. İşe alınacak rehber öğretmenden okul servis şoförüne, hademeye kadar tüm pozisyonlardaki personelin “çocuk sicilinin” incelenip bir süzgeçten geçirilmesi de kurulmasını teklif ettiğimiz Çocuk Hakları Bakanlığı’nın işlerinden biri olacak. Keza parkların çocuklara uygun bir şekilde dizayn edilmesi, orada bekçi varsa o bekçinin “çocuk sicilinin” araştırılması gibi önleyici tedbirlerin alınması lazım. Fakat bizde bu tür önleyici tedbirler alınmıyor ve ancak çocuklar öldürülünce, istismara uğrayınca tartışma yapılıyor. Üstelik bu tartışmalar da gerekli tedbirlerin alınmasıyla sonuçlanmıyor; idam veya hadım önerilerine hapsediliyor.

Bakanlık kurulması teklifini verdiğinizde Meclis Genel Kurulu'nda yeteri kadar tartışılmış mıydı?

Ben bir basın toplantısıyla duyurdum ve birkaç kez Meclis gündemine de getirdim ama neticede kapsamlı bir tartışma olmadı. Ayrıca bırakın bizim önerimizi, AKP’liler kendi getirdikleri tasarıyı bile seçim gündemi dolayısıyla Meclis’te görüşmediler. Onlarınki de kimyasal hadım dahil çeşitli önerilerin bulunduğu, bize göre sorunu çözmeyecek bir tasarı.

AKP ÖNERİLERİMİZİ 'BİZ ZATEN YAPIYORUZ' DİYEREK REDDEDİYOR

Fakat hükümet yetkilileri “bu konudaki hassasiyetimiz biliniyor” diyor…

Hassasiyetlerinin neyi kapsadığını biliyoruz. Ensar Vakfı yurdunda, Karaman’da 45 çocuğa (ki bu sadece bizim bildiğimiz) tecavüz edildikten sonra TBMM’de Çocuk İstismarını Önleme Komisyonu kuruldu. Ben de o Komisyonda yer aldım, 35 sayfalık öneriler sundum, 30 sayfalık muhalefet şerhi yazdım. Komisyon başkanı dâhil, hükümet yetkilileri çıkıp bize teşekkür de ettiler. Fakat önerilerimizin hiçbirinin gereğini yerine getirmediler.

Ne tür tedbirler önermiştiniz?

Çocuk İstismarını Önleme Komisyonu, Karaman’daki Ensar Vakfı yurdundaki tecavüz olayları üzerine kurulmuş geçici bir komisyondu. Biz her şeyden önce bu konuda geçici değil, Çocuk Hakları Daimi Komisyonu kurulmasını önerdik. Bu komisyonun sürekli ihlalleri takip etmesini, bilgilerin oraya akmasını, tedbir önerilerinin geliştirilmesini istedik ama bu teklifimiz de reddedildi.

Hangi gerekçeyle?

AKP’nin herhangi bir öneriyi reddetmek için gerekçeye ihtiyacı olmuyor ama çoğunlukla “biz zaten yapıyoruz” diyorlar. Radikal önerilerimizi reddetmelerini bir yere kadar anlarız ama AKP çocuk istismarının önlenmesine ilişkin herkesin uzlaşabileceği, en makul önerilerimizin de tümünü reddetti. Sadece HDP veya CHP’nin değil, MHP’nin önerileri de reddedildi.

KADIN CİNAYETLERİNİ, ÇOCUK İSTİSMARINI TEMEL SORUN OLARAK GÖRMÜYORLAR

AKP’nin gerekçeli veya gerekçesiz olarak bu önerileri reddetmesini neye bağlıyorsunuz?

Bir kere erkek egemen bakış açısı belirleyici oluyor. Kadına yönelik şiddeti, iş cinayetlerini, çocuk istismarını memleketin temel sorunu olarak görmüyorlar. Bu sorunlar saklanamayacak düzeyde görünür olduğu zaman da popülist söyleme başvuruyor, böylece çözümü geçiştiriyorlar. Şu an Türkiye’nin gündeminde çocuk istismarı olduğu için bu konuda popülist bir söylem kullanan AKP, yarın pekâlâ başka bir meseleyi gündemin ön sıralarına taşıyıp çocuk istismarına yönelik tedbir almayı erteleyebilir.

AKP, çocuğa yönelik şiddet ve istismarı sadece ataerkil bakış açısından mı, yoksa bu meselenin üstesinden gelinemeyecek kadar derin olduğunu düşündüğünden dolayı mı geçiştirme yoluna gidiyor?

Çocuğa bakışlarında bir sorun var. Bazı dini argümanların da bunda belirleyici olduğunu düşünüyorum. Mesela tasarılarında 12 yaş altındaki çocuklara yönelik istismar için müebbet hapis önerirken, 15 yaş üstü çocuklara yönelik istismarın ceza oranı şikâyetçi olunmasına veya cebir uygulanmasına bağlı olarak değişecek. Çünkü 15 yaş üstündeki bireyleri çocuk olarak görmüyorlar. Oysa imzaladığımız bütün uluslararası sözleşmeler ve evrensel ilkeler 18 yaş altındaki bireyleri çocuk olarak kabul ediyor. Bir başka sorunlu bakış açısı da “sahiplik” iddiası... Erkek, kadının da, hayvanın da, çocuğun da, malın da sahibi olarak görülüyor. Oysa sunduğumuz tüm önerilerde, evvela önleyici tedbirlere, çocuğun her an ulaşabileceği, konuşabileceği mekanizmaların oluşturulmasının gerekliliğine, ardından da çocuğun güçlendirilmesine vurgu yapıyoruz.

.

'HİMAYECİ' BAKIŞ AÇISI ÇOCUĞU EDİLGEN KILIYOR VE KORUMUYOR

Çocuğun güçlendirilmesinden kastınız ne?

Çocuğun edilgen ve sahip olunan değil, birey olarak kabul edilmesi gerekiyor. Sadece çocuğa sahip çıkmak değil, çocuğun kendi kendine de önleyici olabileceği bir eğitimden geçirilmesi lazım. Bakın, Çocukların Cinsel İstismar ve Sömürüye Karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’yle ilk kez bir uluslararası anlaşmada, cinsel istismar suçu tanımlanıyor ve suç sayılıyor. 46 ülke tarafından imzalanan Lanzarote Sözleşmesi’nin maddeleri çocuğa yönelik cinsel istismar ve sömürüyü önlemeyi, cinsel suç mağduru çocukları korumayı, çocuklar açısından adaleti sağlamayı ve suç faillerine cezai takibat açmayı içeriyor. Bu sözleşme Türkiye’de Nisan 2012’de yürürlüğe girdi. Peki bunun gerekleri ne kadar yerine getirildi? Avrupa’da bu sözleşmenin gerekleri yerine getirilirken, küçücük çocuklara haklarını nasıl arayabilecekleri öğretilirken, Türkiye’de neden bunu yapamayalım? Bunu yapmamızın önündeki temel engel “himayeci” ve “itaat isteyen” bakış açısı. Bu bakış açısı çocuğu edilgen kılıyor, güçlendirmiyor ve korumuyor.

Çocuk katilleri ve tecavüzcüleri için idam cezası getirilmesi için kamuoyu oluşturulmaya da çalışılıyor. Siz bu çabayı hangi bağlama oturtuyorsunuz?

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken Ceza Hukuku hocamız “idam, devletin taammüden insan öldürmesidir” derdi. Telafisi olmayan bu cezanın çocuk istismarını önleyeceğine dair de hiçbir örnek yok. Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Oğuz Polat geçtiğimiz gün son derece yerinde bir tespitle, “çocuk istismarına idam cezası ters teper; çocuğun konuşması durumunda idam edilebileceğini düşünen suçlu, o çocuğu öldürür” diyordu. Keza istismarcısının idam edilebileceğini bilen bir çocuk, şikâyetçi olmaktan da çekinebilir. İdam cezası tartışması, linç kültürünün bir sonucu. Yıllarca iktidarda kalmışsınız ama çocukların aradığında hemen ulaşabileceği bir şikâyet veya yardım hattı bile kurmamışsınız. Eğitim materyallerini yapmamışsınız. Ama infial uyandırıcı bir vahşet yaşandığında, bu tepkileri dindirmek için en uç seçeneği, idamı dillendirmeye başlıyorsunuz. Keza istismarcıların hadım edilmesi gündemde. Bu bile bakış açısındaki probleme işaret ediyor. Çünkü istismarın sadece erkeklik organıyla yapıldığını düşünüyorlar. Çocuğa başka bir cisimle cinsel şiddet uygulandığında ne yapacaksınız? Bunlar önleyici tedbir değil, popülist yaklaşımlar. Madem bu konuda hassassınız, mesela iyi hal indirimi yapılmamasını sağlayın. Fakat mağdur kadınlar veya çocuklar olduğunda, yargıçların, yargı sisteminin de mevcut iktidarın zihniyetiyle yaklaşım gösterdiğini görüyoruz. Yargıçların da bu konuda eğitime muhtaç olduğu açık.

Avukatlık yaptığınız sırada ne tür örneklerle karşılaşıyordunuz?

Çocukların istismarı davalarından unutamadığım bir örnek var. Baba çocuğunu istismar ettiği halde, anne şikâyetinden ve velayet talebinden vazgeçince, çocuk istismarcı babaya verilmek üzereyken davadan çekildim. Gözümüzün önünde, beş yaşındaki çocuk, bir “sahibinden” öbür istismarcı “sahibine” veriliyordu.

AĞAÇ AŞILAMIYORSUNUZ Kİ, ÇOCUK BAKIYORSUNUZ!

Anne neden şikâyetinden vazgeçti?

Baba çocuğu istismar ediyor, anne ise çocuğunun velayetini alarak boşanmak istiyordu. Fakat anne, erkek arkadaşının olduğu ortaya çıkmasın diye babanın istismarına ilişkin şikayetinden vazgeçti, baba, anne ve hakim eliyle, hep beraber o çocuk harcandı.

Böylesi durumlarda hukuk böyle mi işliyor?

Böyle işlememesi lazım. Hakimin zaten resen ilgili kurumlara şikayette bulunması ve bu tür durumlarda çocuğun korunmasını sağlaması lazım. Fakat hakim bunun aslında bir ceza davası konusu olması, çocuğun psikolojik ve fiziksel olarak korunması gerektiğini düşünmedi. Tabii tersi örnekler de var. Baktığım bir davada, babasının istismarına uğrayan 17 yaşındaki bir kız çocuğu vardı. Annesi evlerde temizlikçilik yapıyordu. Kahramanca davranarak kızını savundu ve davada babanın ceza almasını sağladı. Fakat aynı davada hakimin, kız çocuğuna, maruz kaldığı istismarı tekrar tekrar anlattırdığına da tanık oldum.

Bunun önüne geçmek için kurulan Çocuk İzlem Merkezleri (ÇİM) nasıl işliyor?

ÇİM’ler aslında önemli eksiklikleri olmasına rağmen geliştirilebilecek bir örnek. Fakat onlar da yaygın değil. Karaman olayıyla aynı dönemde Suruç’taki bir mülteci kampında bir istismar vakası yaşanmıştı. Biz oraya birkaç yıl önce Besime Konca ve Mahmut Toğrul vekillerle birlikte gittiğimizde, inceleme yapmamıza izin verilmedi. Kaldı ki mülteci kamplarında da çok korkunç istismar vakaları yaşandığını biliyoruz.

Meslektaşımız Büşra Sanay, yakın zamanda çok sayıda ensest vakasını inceleyerek “Kardeşini Doğurmak” isimli bir kitap yayınladı. Bu kitap sayesinde aile içinde yaşanan ensest ve istismarın o sınırlar içinde nasıl gizlenebildiğini bir kez daha gördük. Aile içinde istismara uğrayan çocukların çoğu, bu cehennemle baş başa kalıyor…

Yahut 18 yaşından sonra insanlar bu konuda şikayetçi olduklarında, “şimdiye kadar neden sesini çıkarmadın” gibi korkunç sorularla karşılaşıyorlar… Biliyorsunuz daha önce Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı vardı. Biz onun Kadın Bakanlığı olması için mücadele verirken, kadının adını bile çıkarıp Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yaptılar. Oysa ayrı birer kadın ve çocuk bakanlıklarının olması kesinlikle gerekiyor. Bu bakanlıklar üzerinden teşkilatlanmaya gidilmesi lazım. Ailenin bu kadar kutsandığı bir ülkede, hakikatin aslında öyle olmadığının biliyoruz. Bütün veriler, kadınlara ve çocuklara yönelik sokaktaki taciz ve tecavüzden daha fazlasının aile içinde yaşandığını ortaya koyuyor. Kadınlara ve çocuklara yönelik saldırı çoğunlukla yakınlarından geliyor. O yüzden, eğer çocuk aile içinde kıstırılmışsa, eğitim alanındaki rehberlikle onun için bir çıkış yolu yaratılmalı. Nitekim Karaman’daki istismar vakalarının ortaya çıkmasını bir psikolog sağlamıştı. Demek ki çocuk yurdunun içindeki personel ya bunu ortaya çıkaracak donanımda değildi veya hep beraber olayın üstünü kapatmaya yöneldiler. Aile içinde de bu tür olaylar hep beraber saklanabiliyor. Türkiye’de her bir çocuk, doğduğu andan itibaren bir hekim tarafından izlenirse, gerçek bir aile hekimliği çocuklar için de işlevselleştirilebilirse, aile içinde gizlenen bu tür vakaların ortaya çıkması mümkün olabilir.

HAKKINI ARAYAN, İTİRAZ EDEN ÇOCUĞA SORUNLU MUAMELESİ YAPILIYOR

Türkiye’de aile hekimleri çoğunlukla çocukların aşılarını takip ediyor. Aşılar bittikten sonra da takip bırakılıyor…

Ağaç aşılamıyorsunuz ki, bir çocuğa bakıyorsunuz! Onun sadece aşılarını değil, ruhsal gelişimini de takip etmeniz gerekir. Bunun için çok sayıda alanda psikologların, psikiyatristlerin konuşlandırılması lazım. Bunu yapmak dünyanın en zor uygulaması değil ama başta da söylediğim gibi, çocuğa bakışta bir sorun var. Bizde çocuğa dair gerçek bir politika yok. Sadece sağlıkta değil, eğitimde de çocuklar sürekli değiştirilen bir sistemle, belirsizlikle baş etmeye çalışıyor, özgüvenlerini yitiriyor. Sadece çocuğa değil, yurttaşa bakışta bir sorun var. Örneğin Şehir Hastaneleri kuruyor ve hastalara müşteri muamelesi yapıyorsunuz. Bu bakışın kapitalizmle doğrudan ilgisi var ama demokrasinin geliştiği kapitalist ülkelerde hiç değilse çocuklara hakları, haklarını aramaları öğretiliyor. Çocuğu güçlendirirseniz, ebeveynin de başkasının da kendisine karşı yönelimlerine karşı çıkar. Fakat bizde karşı çıkan, itiraz eden çocuklara sorunlu muamelesi yapılıyor. Yurttaşlar küçük yaştan itibaren boyun eğmeye, biat etmeye alıştırılıyor. Çocukları korumak demokrasinin yaygınlaşmasıyla, itiraz kültürünün yerleştirilmesiyle, hak arama bilincinin geliştirilmesiyle mümkün. İsveç’te, Almanya’da, İsviçre’de, İngiltere’de, Kanada’da kadına yönelik şiddetin, çocuk istismarının olmadığını kimse söylemiyor. Ama oralarda en azından adalete erişim mümkün.

Muhalefet, çocukları korumak için neler yapabilir?

Sadece parlamentonun değil, tüm toplumun “çocuklarımıza bunu yaptırmayacağız” diyerek isyan etmesi gerekiyor.

Bu “isyan” duygusu kimi insanları idam cezası talebine sevk ediyor…

Fakat toplumun çoğunluğu idamın çözüm olmadığını düşünüyor. Kaldı ki biz Avrupa Konseyi üyesi olduğumuz için idam cezasının getirilmesi, oradan çıkmayı gerektirecek. Öte yandan siyasetteki şiddet ve öfke dilinin hayatın her alanına yansıdığını görüyoruz. Uzun namlulu silahlarla seçim kutlaması yapan, bireysel silahlanmanın korkunç düzeyde arttığı, insanların birbirine düşman gibi gösterildiği, farklı düşünceye asgari bir saygının bile olmadığı, insanların konuşamadığı bir siyaset anlayışı içinde çocuklara yönelik şiddetin görünürlüğünün değil, şiddetin bizatihi kendisinin arttığını söylemek mümkün. Ekonomik kriz, yoksullaşma da şiddeti artıracak faktörler olacak.

ERKEK ÇOCUKLARA YÖNELİK İSTİSMAR DAHA ZOR ORTAYA ÇIKIYOR

Söyleşimizden hemen sonra yeni dönem milletvekilliği kaydını yaptıracaksınız. Bu dönem çocuk haklarına ilişkin nasıl bir mücadele yürütmeyi düşünüyorsunuz?

Çocuk Hakları Bakanlığı’nın kurulması konusundaki ısrarımızı sürdüreceğiz. Çocuk Bakanlığı kurulacağını, bu alanda teşkilatlanmaya gidileceğini, servis şoföründen park bekçisine, müstahdemden öğretmene kadar tüm personelin çocuk sicilinin inceleneceğini, her yerde çocuklar için eğitim kitapçıklarının dağıtılacağını, kamu spotlarının hazırlanacağını, aile hekimlerinin çocukların tüm gelişim süreçlerini izleyeceğini, çocukların her an ulaşabileceği birimler kurulacağını, adalete erişimin kolaylaştırılacağını söylediğinizde kim buna karşı çıkar ki? Bu tür tedbir sürecinde çalışacak yeteri kadar insan kapasitemiz de, başarılı ülke örnekleri de var. Yeter ki iktidar bu konuda yol açıcı, sistematik bir çocuk politikasına sahip olsun. Ama AKP iktidarının böyle bir politikayı benimseyecek pozisyonda olmadığını, çünkü kindar ve biat eden bir nesil yetiştirmeye odaklandıklarını biliyoruz. Bu uygulamaların aktörlerine hakkımızı helal etmeyeceğiz.

Son başbakan Binali Yıldırım da geçtiğimiz gün helallik istedi.

Çocuklara, hayvanlara, ağaçlara, güçsüzlere zarar veren hiçbir yöneticiye hakkımızı helal etmiyoruz. “İstanbul’a ihanet ettik” diyenler, bir zamanlar çocuklara da ihanet ettiklerini söyleyip işin içinden çıkmak isteyebilirler ama onların bu ihanetinin ağır bedellerini kimse çekmek zorunda değil. Öte yandan Eylül’ün, Leyla’nın gözleri gözümüzün önünde ama Ali’lere, Ahmet’lere neler olduğunu yeterince bilmiyoruz. Çünkü erkek çocuklara yönelik cinsel istismarın ortaya çıkması, Türkiye’deki “namus” anlayışından, patriyarkal zihniyetten dolayı daha zor oluyor. Şu an devletin güvenliği iddiasıyla OHAL uygulanıyor. Oysa asıl olağanüstü hal, çocukların ve kadınların güvenliği açısından söz konusu. Bu şiddet hayvanlara yönelik de çığırından çıkmış durumda. Meclis'teki tüm partiler akıllarını başlarına toplayıp, bu şiddete karşı mücadelede ortaklaşmanın yollarını aramalı. Bu konuda bir ortaklaşma yaşandığında, idam isteyenlerin de esas çözümün bu olmadığını göreceğini düşünüyorum. Lamı-cimi yok, Çocuk Bakanlığı kurulmak zorunda.

Tüm yazılarını göster