Dersimliler 'ren geyiği insanları' mı?

1938 Dersim Katliamı ile devlet, dünyada yükselen faşizmin, yani devletin ‘saf’ halinin yansıması olarak Dersim’i, kendisinden yüzyıllardır kaçınanı, tiksineni ve ona aykırı yaşayanı imha etmeye girişti. Burada bazen kafamıza takılan, ne bu şiddet bu celal hali tam da bundan kaynaklı.

Metin Yeğin myegin@gazeteduvar.com.tr

Yazıya hemen şunu söylemekle başlamalıyım ki, Dersimlilerin 'ren geyiği insanları' mı oldukları sorusu, bir ‘antropolojik’ tartışma değil, ‘sosyolojik’ bir tanımlama üzerine. Yani bununla, Dersimlilerin aslında ‘devletsiz’, belki de daha geniş bir tanımlamayla ‘efendisiz’ halklar olarak yaşamaya devam için, dağlara’ çıktıklarını ileri sürmek, ren geyiği insanları’ olduğunu söylemem. Dolayısıyla ovalardakilerin, -dünyanın her yerinde ‘ovada’ olanların- dağlardakileri ‘yaşayan atalarımız’ diye tanımlamaları, yani yaygın olan bir kabul edişle, onların, ‘dağlarda kalmışlar-geride kalmış olanlar’ diye tanımlanmaları doğru değil, aksine ‘devletten kaçındıkları’ için sürekli daha da yükseklere çıkmaları. Yani daha dokunulmamış, bozulmamış, genel iktidar yargısına göre ‘ilkel’ tarafları, dağda devlete uzak kaldıklarından değil, bir ‘devlet üretimi’ni reddetme hali doğrudan. Bu yüzden ‘ren geyiği insanları’ sadece Dersimliler değil, aynı zamanda ‘Colemergliler, Hemşinliler, Tahtacı Türkmenleri…

Burada James C. Scott’un argümanını kullanıyorum, "1500’lü yıllara kadar tamamen boş olan tepelerde yaşayan neredeyse bütün bu insanların, vadilerdeki devlet-üretme  projelerinden kaçmış olduğudur; bu insanlar, geride bırakılanlar değil, vergilerden, zorunlu çalışmadan, savaşlardan, salgın hastalıklardan vs. kaçan, devleten-kaçınan kişilerdir." diyordu Scott.* Bunun manası o topraklarda daha önce kimsenin yaşamıyor olması değil ama yaşayanların daha da yükseklere, uzağa ve ulaşılamaz olana devletten ‘tiksinerek’ uzaklaşmaları. Yani Meksika’da Mayaların gittikçe daha yüksek noktalara, ormanların derinliklerine gitmesi gibi bir şey anlatmaya çalıştığım. Yoksa o topraklarda yaşayan binlerce yıllık halklar olup olmadıkları değil.

-Aynı zamanda bu Mayalarda Zapatista Hareketi de tesadüf değil bence-

Ve Scott’un buna verdiği örneklerden, Piers Vitebsky’in ‘ren geyiği insanları’nı anlattığı makalelerini okuduğumda, bu şekilde tanımlamak güzel olur diye düşündüm. ‘Ren geyiği kültürleri ve ren geyiği ekonomilerinin, insanların ekolojik ve manevi boyutlarını kapsayan bir çalışma ortaklığına yol açan ve bunun toplumsal ilişkileri nasıl belirlediğini görünce, bu ismi kullanmak daha çarpıcı geldi bana. Bu, ren geyiğinin doğasına ilişkin yerli anlayışlarının, ortaklaşmacı, dayanışmacı kültürel halleri, devletten kaçınmalarının- tiksinmelerinin de ne kadar haklı olduklarını gösteriyor. Bu yaşamın fiziksel, sosyal ve ahlaki durumu ile bir karşılaştırma, sosyolojik bir tanımlama olarak, farklı coğrafyalarda devletten dağa kaçınanları, bugün yitirdikleri ve kırılmalarıyla da olsa aynı yere topluyor, bütün ‘ren geyiği insanlarını’.

-Ki zaten bizim bu günkü hayatımız da devletlerden tiksinmemiz için yeterli bir örnek değil mi? -

Burada Scott’a geri dönersek "(Her şey) …devletlerin onların ürettiği değerleri kendisine mal etmesinden kaçmaya dönük bir girişimdi. Bu insanların, okur yazarlık durumları da dahil, bütün özelliklerinde ilkellik olarak görülen şeyler mevcuttur. Bu ilkellik yasasına dair ben, bu insanların bir zamanlar bir okur yazar azınlığa sahip olduklarını ve kendi soyağaçlarını ve seyahatnamelerini oluşturmayı daha kolay hale getirmesi nedeniyle okur yazarlığı reddettiklerini ileri sürüyorum. Bana göre, bu insanların ilkel olarak görülmesini sağlayan bütün şeyler, genel olarak, devleten-kaçınma stratejileridir." diyor. Burada biraz daha tartışmayı provoke edelim. Dersimliler açısından, bu ‘dağlı’ olma direnişi tersine, biraz da sol üzerinden kırılmadı mı? Yani devletten itinayla kaçan, katliamlarla tüketilemeyen zapturapt alınma hali, özellikle 70’lerde aynı isyan kapısından içeri sızan, solun ‘okumuş adam olmayı’ Dersim’e hakim kılmasıyla birlikte, geçmişin, (Geleneğin) sözlü kültürünün taşıyıcısı Alevi dedeleri, kendi çocukları tarafından enterne edilirlerken, toplum dışına çekilirlerken ve hatta birçoğu geleneksel rollerine hiç dokunmadan, solcu olarak doğrudan buna dahil olduklarında, isyan bir yandan devam ederken, öte yandan, devlet, daha önce hiç dokunamadığı dağlara ulaşmış olmadı mı?

Burada okur-yazarlığı, bilgiyi ve okumayı reddettiğimi söylemek komik olacağı gibi aynı zamanda Unabomber’ın da bir siyahı okutup, yüksek yerlerde yer almasını sağlamanın, solculukla, hele hele devrimcilikle ne kadar bağlantısı olduğunu göstermesi gibi bir şey anlatmaya çalıştığım. Bunu başka türlü nasıl anlatsam… Mesela Kılıçdaroğlu diyeyim, geçeyim… Şiirden de kısa oldu bence…

Bir de tersine, iktidardan doğru baktığımızda da böyle olduğu ortaya çıkıyor. 1938 Dersim Katliamı ile devlet, dünyada yükselen faşizmin, yani devletin ‘saf’ halinin yansıması olarak Dersim’i, kendisinden yüzyıllardır kaçınanı, tiksineni ve ona aykırı yaşayanı imha etmeye girişti. Burada bazen kafamıza takılan, ne bu şiddet bu celal hali tam da bundan kaynaklı. İktidarda, ‘devlet olmanın’ son derece moda olduğu zamanlarda, kendisinin ısrarla dışında duran, belki var olduğu haliyle, devlet için tehlike içermeyen ama sadece varlığı, dayanışmacı ahlakı, ekolojik kültürü, doğa ile birlikte yaşamayı tercih etmesi ve sadece devletten tiksinmeleri bile katledilmeleri için yeterliydi. Bu yüzden en ‘Nazi’ haliyle devletin, kendisini yeniden üretmesi için Dersim’in seçilmesi tesadüfi değildir.

Ne dersiniz Dersimliler, ren geyikleri insanları mı ?

*Alan Macfarlane’nin, James C. Scott ile röportajı. Çeviri Soner Torlak…

Tüm yazılarını göster