Çağatay’ın kitabı, nefessiz ateistler, şarlatanlar diyarı

Uyanık ergen çocuklar, “kadın kalk der, erkek b.k yeme, otur” türü üfürizmalar, bir çay sohbetinin deşifresi gibi görünen kitapların çoksatarlığı, kendi nefesini en ‘cinfikir’ formüllerle insana geri satanlar… Tüm bunların anlattığı bir şey var. Buna kulak vermeliyiz belki de.

Zehra Çelenk zcelenk@gazeteduvar.com.tr

“Genç şarkıcı Çağatay Akman, sevenlerine, oyunculuk ve yazarlığa da el atacağını açıklıyor.” Çağatay Akman? Şarkıcı? Hafta sonu Çağatay Akman’ın kitap çıkarması konulu haberler art arda gözüme çarptı. Kimmiş, neymiş diye bakınırken önüme çıkan TV haberi, işte böyle diyordu. Önden sarı püskürtmeli Zayn Malik saçlı, Dev Patelimtrak esmerlikte, eşek gözlü, muntazam kalın kaşlı, böyle ergen düş kokteyli gibi bir çocuk da haber metnine eşlik ediyordu. Çocuk yani… Ergenlikten çıkalı beş saat olmuş olmamış, daha burun bile tam oturmamış! (Burun ki en son oturandır yüze.)

Genç şarkıcı, dizi müzikçisi, oyuncu ve yazar adayı altın ‘arapeskçi’ Çağatay, tüm ergensi özgüveniyle konuşuyordu. “2018’de sinema filmi olabilir. Bi’kitap yazıcam. Kendi kitabım olacak, Çağatay Akman’ın hayatı olarak…”

.

Diyosun? “Yavrum çarptırtma şimdi gümrah kaşının ortasına, nerde ne gördün, senin hayatın ne ki kitabını yazıcan?” hissiyle “bu gazı bu bebeye kim vermiş, bu hızla üç vakte direğe toslar bu” hissi arasında bakıyorsun bu inandırıcılıktan son derece uzak ergen yüze.

Sonra özgeçmişine baktım. Göründüğü kadar da küçük değilmiş aslında, yirmisine basmış. Genç şarkıcı önce Eypio&Burak King ikilisine ait “Günah Benim” şarkısının cover’ıyla gönüllere çapayı vurmuş. Entel damarların altında ne kadar gizli saklı zevk, hamaset pıtırcığı varsa fışkırtan, ‘arapesk’ şaheseri o şarkı hani. Çağatay’ın kitabının da ismi olan “Gece Gölgenin Rahatına Bak”, hızlıca bir Eypio çağrışımı yapıyor zaten insanda. Yükselişteki apaçi rap arabesk-rap ya da ‘arapesk’in, zamanın ruhu kontenjanından dizi müziklerine damga vuracağını hissediyordum epey bir zamandır. Nitekim Eypio’nun ilk çıkışından sonra yaptığı “Çukur” dizi şarkısı da kendi türünde, gayet iyi. Çağatay da “Bizim Hikaye”nin jenerik müziğiyle, ışık hızıyla bu alana da girmiş.

Özetlersek Çağatay “Ak-arkenküpümüdoldurayım-an”, zamanın ruhunu aşırı genç yaşta görüp şahsi potansiyelini de bu görüş ışığında son gıdımına kadar kullanmakta olan bir genç sadece. Önce Eypio ağbisinin izinden gitmiş. Sonra kendisi an itibarıyla 245 milyon küsur tıklanmış bir şarkı yapmayı başarmış. Şarkının melodisi tatlı bir burun kaşıntısı kadar zorlayıcı ve akılda kalıcı. Gerçi kısa süre sonra melodinin bir Anna RF şarkısından (Jump) yatay araklama olduğu ortaya çıkınca, şarkı, grubun beyanıyla YouTube’dan sildirilmiş. Ama sonra bu telif konusu da bir şekilde halledilince tıkına tık katarak geri dönmüş. Linki şöyle buyrun, benim gibi siz de izleyip genç Çağatay’ın önlenemez yükselişine katkıda bulunabilirsiniz dilerseniz.

Klipte genç Çağatay’ın apaçi saçları gün batımına karşı ergence dalgalanırken şarkının sözleri de şöyle diyor mesela:

“Gece gölgenin rahatına bak ‘bide’ dön bak kaderimin bahtına yaaar

Seni düşlerin anlayacak da dön memleketin haline bak

Aldı dünya çantasını bırakıp gidiyor bize fazlasını

Dönüp bakmaz arkasına bi de gel tat kalbimin bombasını”

Bizi daima en derinden “sağlı sollu” vurabilen hamasete eşlik eden mesnetsiz bir sosyal içeriklilik, “bize bizden başka yar olmaz/ yalnızız dostlarım yalnızız yalnız” tonunda, dünyaca kaderine terk edilmiş ama bir yandan da rahat bırakılmayan ülke alegorisi… Finalde de “gel tat kalbimin (p)bombasını” ile gayet başarılı bir seksoromantizm çağrışımı. Bu yaşta bu yerine oturtma, bravo valla.

“Adaleti koyduk ortasına dön dedi döndük voltasına

Fakirin paradan haberi yok ama zenginin meyvesini koy votkasına.”

Değişmez favorimiz zengin-fakir ikiliğine parmak basılırken zengin içkisi olarak da meyveli votka servis ediliyor. Peki sizce bu fırlama, bu erken gelişmiş burun, votkanın zengin içkisi değil gayet orta halli de bir içki olabileceğini bilmiyor mu? Biliyor da işte, popüler anlatının altın kurallarından birini, sezgisel olarak uyguluyor: “Çıtayı asla yaygın muhayyilenin erişemeyeceği bir yüksekliğe koyma.” Bunu başardığı için de, arak olsun olmasın, biraya da, votkaya da rahatlıkla eşlik edecek bir damardan, şarkısıyla kana karışıveriyor.

Bir de değinmeden geçmek istemediğim şu kısmı var şarkının.

“Sabah gecenin üstünden, üstüne düştüm üstünden

Üstüne üstlük küskünler, geceye küskünler”

Bu nedir Çağataycım? Bunca yılın serbest çağrışımcısıyım, sabah gecenin üstünden, üstüne düştüm üstündenlemiş değilim. 90’lar popundan günümüze katlanarak gelen temel şeylerden biri işte bu, agudik bugudik şarkı sözleri. Bir sürü şeyi uygun dozlarda anımsatan herhangi bir şey, başarılı bir kolaj bizde her zaman tutuyor. “Taklitler aslını yaşatır” derler ya, biz kolajcıyız. Çünkü, aslımız ne ki?

Bu feci ortaya karışıklığımız, her nabza şerbetliğimizle, şarkı formunda olsun, film/dizi hikâyesi olsun işte, asılsız ihbar ve itibarlarla karışıveriyor bu manasızlıklar hayatımızın içine. Bir ruh hâlini, yaygın bir duruş ya da eğilimi yansıtabilmek her şeyin esası. Fazlasına cidden gerek yok.

Çağatay çalar. “Herkes” çalıyor maalesef, al işte, yine yakınlarda keşfedip pek sevdiğim “Eteği Belinde”sinin müziğinin Atilla Yılmaz’ın “Senden Gayrı”sından bire bir apartma olduğu iddia edilen Manuş Baba… Çalmak, esinlenmek, tematik benzerlik, güneş altında yeni öykünün olup olmaması falan bizde hâlâ o kadar kıstasları konulamamış konular ki bir de maalesef… Kâh çatır çatır çalınıyor, kâh çalma konusu olmayan şeylere hırsızlık muamelesi yapılıyor. At izi “hit” izine fena halde karışıyor…

Çağatay kitabını yazar. “Herkes” yazıyor, sahicilik, dert, özgünlük, zekice oyunbazlık, emek gibi dertleri olmayan kitap hele, en kolay basılan şey günümüzde. Hayalet bir yazar da yazabilir onun yerine, hiç fark etmez. Çok da satar. Çağatay küpünü doldurup üç beş sene sonra ortadan yok olabilir de. Yerine yenileri gelir. Hiç sorun değil. Zaten bizim sorunumuz Çağataylar, Aleyna Tilkiler değil. Onlar doğru zamanda doğru yerde olan, uyanık birer çocuk. Bu çocukları kendilerinin bile şaşırabildikleri bir hızla starlaştıran bizleriz.

Çok sevdiğimiz, yerlere göklere konduramadığımız bir adam ya da kadının yanında, ona hiç yakışmadığını düşündüğümüz, nerden nasıl gönül düşürdüğüne akıl sır erdiremediğimiz birini görürüz hani. Çekinerek sorulduğunda cevap hemen hemen hep aynıdır. “Bilmiyorum ki… Gönül bu…” Aşkta olduğu gibi kültürel tercihlerde de durum tam bu kadar basit ve aynı esnada, hiç de basit değil. Gönül dediğin, kaygılarından aidiyet hislerine karmaşık bir yumağın toplamı. Dikkatini verdiğin, seçtiğin, hayatına kondurduğun şeyden, bilinçli ya da bilinçsiz, sen sorumlusun.

Nevşah Fidan Karamehmet

PİS NEFESSİZ ATAYİZLER!

Gönül deyince aklıma ister istemez haftanın bir başka absürtlüğüne dolgun konusu geliyor. CNN Türk’te Deniz Bayramoğlu’nun “Gündem Özel” programına katılan nefes terapisti Nevşah Fidan Karamehmet, “ateistlerin göğüs bölgesinde nefes yok” dedi! Nefes terapilerinden sonra ateistlerin ağlayarak “ilk kez Allah’ı hissettim” dediklerini iddia etti. Yüz binlerce insan üstünde yapmışlar bu çalışmaları. Evet, “yüz binlerce” dedi.

Kendisi 2012 yılında yaptığı bir röportajda da, eşcinsellerin nefesini değerlendirmiş: "Hiçbiri karnına nefes almıyor. Bu yüzden de erkeklik enerjisini ve gücünü fark etmiyorlar" demiş. Hızını alamayıp bir ara şizofreninin de bir nefes alma verme konusu olduğunu belirtmiş uçsuz bucaksız bilgeliğiyle.

Nefes terapisini de içine alan spiritüel mevzulara dair düşüncelerimi önceki bir yazımda ayrıntılarıyla yazmıştım. Bu engin mecrada bir süredir, hayatın sırrı aranıyor. Burada şaşıracak ya da silinip geçilecek bir şey yok. Tüm bunların hayatı kolaylaştırabilen, bir yol çizip faydalı olabilen yanları ve türleri, elbette var. Ama şahsi mutsuzluklar çok yaygın, hayat siyasetten kişisel alana son derece belirsiz ve tehditkar olduğu için suistimale çok açık bu spiritüel alanlar. “Ağzı olan konuşuyor” gibi, egosu olan Ted Talks’ta, nefes terapisinde gibi bir durum var. Günlük hayat keşmekeşine buralarda çareler bulmaya teşne toplum kesimleri de, sermaye gibi ufaktan el değiştiriyor tabii.

Nevşah Hanım’ın özgeçmişine bir baktım, “Ben Allah’ın bir lütfuyum, gözlerinizin nuruyum” tarzı pozitif büyüklenmeler dışında fazlaca bir şey bulamadım. Çok da aramadım açıkçası. Alanında yetkin biri de olabilir, ben bu haberin gösterdiğinden yola çıkıyorum. Zamanın yarattığı olanakları bir güzel görüp kâh ‘atayizlere’ kah eşcinsellere vurarak yepisyeni Türkiye’de kendine yeni alanlar açmanın yolunu bulmuş, görünen o ki.

Uyanık ergen çocuklar, “kadın kalk der, erkek b.k yeme, otur” türü üfürizmalar, bir çay sohbetinin deşifresi gibi görünen kitapların çoksatarlığı, kendi nefesini en ‘cinfikir’ formüllerle insana geri satanlar… Tüm bunların anlattığı bir şey var. Buna kulak vermeliyiz belki de.

Tanımlanamaz bir hisler yumağı değil gönül dediğin. Seçimlerimizden ve onları seçme/sevme biçimimizden sorumluyuz. Tüketici gücümüzün yarısı kadar olsun, dönüştürücü gücümüzü de fark edebilsek bir şeyler değişebilir gerçekten. Yani “günah benim, suç benim.” Bildik Latince özdeyişle, “mea culpa.” Kurduğumuz düş de bizim, kabus da…

Tüm yazılarını göster