Bir umut ve ferahlık kaynağı, Boğaziçi protestosu...

Boğaziçililerin umut tazeleyen, ferahlık veren direnci gündemden düşmemeli. Rektörlük binasına sırtını dönmüş hoca fotoğrafları, günlük yaşantımızın bir parçası haline gelip sıradanlaşmamalı.

Murat Sevinç yazar@gazeteduvar.com.tr

On sekiz, yirmi yaş. Şu anda, o yaşlardayken ülkede olup biten hakkında tam olarak ne düşündüğümü, hangi konuda ne hissettiğimi pek hatırlamıyorum. Her şey bölük pörçük. Keşke günlük tutan biri olsaymışım diyorum sık sık. İnsanın çocukluktan yetişkinliğe geçtiği evre, ikisi de tam değil, arada bir yer. Her 'ara' gibi, biraz zorlu biraz heyecan verici. Hukuka, anayasaya bakarsanız milletvekili olabilirsiniz, ama olunmaz kuşkusuz; insan, yaşamının en güzel çağında neden böyle işlere girişmek istesin? Düşünsenize o yaşta Meclis'e girdiğinizi, muhalifsiniz, zihniniz pırıl pırıl, hayaller kuruyorsunuz, önünüzde uzun yıllar ve sizi bekleyen heyecan verici bir macera ve karşınızda CHP sözcüsü var! Hangi genç insan ister böyle sıkıcı ve verimsiz bir yerde oyalanmayı.

Henüz seçilme yaşı düşürülmemişken, derste yeri gelince “Sizce milletvekili olabilmeli misiniz?” sorusunu yöneltiyordum öğrenciye. Şaşırtıcı bir şekilde sınıfta yalnızca bir iki öğrenci bu soruya olumlu yanıt veriyordu. Geri kalanı kendisini vekil olmak için çok toy, deneyimsiz buluyordu. Vekil ile temsil edilen arasındaki vekâlet ilişkisi üzerine düşünmelerini istiyordum. Genç insanlar, vekillik için çok deneyimsiz oldukları kanısındaydı ve kendilerine haksızlık olduğunu düşündüğüm gerekçelerine katılmasam da, kurulu düzenin itibarlı kalelerine yönelik mesafeleri olumlu bir şey(di) sonuçta.

2021 yılında Türkiye'de 'iyi yaşamak' isteyen ortalama bir genç, nasıl bakıyordur olup bitene, ne hissediyordur, geleceğe ilişkin beklentisi nedir? Sık işitilen ve belli açılardan doğruluk payı içerse de büyük ölçüde kolaycı bir bakışı yansıtan 'eskiden de aynıydı' serzenişi, o yaş grubu için pek bir şey ifade etmiyor aslında. Eskiye dair bildikleri, okudukları ve dinlediklerinden ibaret ve onlar bakımından ne ölçüde harekete geçirici olduğu çok tartışılır. Birkaç yıl önce, anayasa tartışılan ve sohbet ederken 28 Şubat ile ilgili yorumlar yapan yaşını başını almış bir iki siyasetçinin de bulunduğu bir toplantıdan, yirmili yaşlarının ortasında bir avukatla çıkıp yürümüştüm. Bir ara, o yıllarda çok küçük olduğunu ve konuşulanların kendisi için hemen hiçbir şey ifade etmediğini, ayrıca umursamadığını söyledi. Kuşakların, kendinden sonra geleni kendi zihniyetiyle yönetmesini dert edinen Thomas Jefferson'un, her 19-20 yılda (bir kuşak!) yeni bir anayasa ya da kapsamlı anayasa değişikliği yapılması önerisini hatırlamak gerekiyor arada bir!

Yaşadığım süre içinde tanık olmadığım ülke geçmişinin, anlamlı bir izi var mı üzerimde? Derin bir iz mi? Benim için 12 Mart işkenceleri ne ifade ediyordu, o âna ve geleceğe yönelik düşüncelerim üzerinde ne ölçüde belirleyici oldu? Ya da 27 Mayıs'ta yaşananlar. Okumaktan, bilmekten söz etmiyorum; ne ifade etti tam olarak, hangi davranışıma yön verdi? Örneğin Millî Görüşçülük, günümüz inançlı genci açısından ne söylüyor, söyleyebilir? Oğuzhan Müftüoğlu şöyle dedi böyle dedi... Nasıl ve neden bu denli kopuk olunabilir hayattan, canlılık ve neşe içeren her şeyden, aklım almıyor.

Herhalde bu soruları o yaştakilere yöneltmek gerekiyor. Yukarıdaki soruyu yinelersem: Ülke şu haliyle on sekiz yaşındaki birine ne vadediyor?

Hangi okula, üniversiteye gidecek? Belki de üniversiteye gitmek istemiyor, peki diğer seçenekleri neler? Neden herkes üniversiteye gitsin ki! Meslek eğitimi, İHL tartışmaları arasında kaybolup gitti bu ülkede, oysa bir meslek sahibi olmak ne kadar hayatî. İşinin ehli tesisatçı ya da ahşap doğramacı bulmakta zorlanılan ülkede, on binlerce işsiz İİBF mezunu var. Esnaf kazansın diye açılan, küçük şehri dönüştürmek bir yana kendisi kasabalılaşan, eş dostun kadro/istihdam ihtiyacını gidermeye yönelik üniversite binaları. Ülke genelinde yurttaşın nefes almasını zorlaştıran yoğun siyasî baskı. Gökkuşağı renkleriyle dahi kavga eden bir iktidar ve daha da vahimi, elinde boya fırçasıyla renklerin üzerini örtmeye çalışan merkez üniversitelerin idarecileri. Akıl sır ermez bir ilkellik hevesi bu. Şirazesinden çıkmış bir siyaset dili. Yıllardır, her Allah'ın günü, her kanalda, hep aynı şeyleri söyleyerek bağırıp çağıran anlamsız insanlar. Hiçbirinin özgün bir yanı, üzerinde düşünmeye değer tek bir cümlesi yok ve sanki herkesi kendi renksizliklerinde, vasatlıklarında hapsetmeye yemin etmiş gibiler. Her gün, bulabildikleri her kanaldan öfkelerini, ne olmak isteyip de olamadılarsa onun hıncını boşaltan ve bir zaman sonra isimleri dahi hatırlanmayacak insanlar. Her gün, her Allah'ın günü, her konuda, durup dinlenmeden, hiç ara vermeden bağırıp çağırıyorlar.

Türkiye'nin o hiç parlak olmadığını yazıp çizdiğimiz 90'larını getirelim gözümüzün önüne, o gün yapılabilen ancak bugün hayal dahi edilemeyecek ne kadar çok şey var. Gazetesi, mizahı, televizyonu, sanatı, üniversitesi, parlamentosu... Hasankeyf yok artık Hasankeyf, 12 bin yıldır orada duran Hasankeyf'i betona gömdüler. Göz dikilmemiş bir doğa parçası bırakılmadı. Bakın kaç HES yapılmış son yıllarda, kaç kamu mülkü özelleştirilmiş, ne kalmış elde avuçta. Partiye yakın 'tanıdık' birileri olmadan iş bulabileceğini düşünen kaç öğrenci var?

Siyasetçilerin, 'bu dönem geçer' ya da 'ilk seçimde gidecekler' varsayımları ne vadediyor o yaştaki birine? Velev ki gittiler, 'bu memlekette bir şey değişmez' umutsuzluğunu hangi muhalif giderecek? Nasıl? Suriyeliler gidecek, diyerek mi? En milliyetçi biziz, bizden daha dindarı yok, nutuklarıyla mı? Seçim öncesi 'animasyonlar' mı hazırlanacak yine genç insanlar için? Siyaset esnafı kendi tabanlarındaki gençleri ne kadar tanıyor? Tanımak, dinlemek istiyor mu?

Bu bir umutsuzluk yazısı filan değil. Yazarı, 'prensip olarak umutlu olmanın' önemine inanıyor. Güzel de, o yaşta biri ülkesine bakınca nasıl bir gelecek hayal ediyor, etmeli; daha hayatî bir soru var mı önümüzde?

Her ne inşa edilecekse, yapılabileceğine dair bir umut yaratılmalı önce. 'Bekleyin' talimatının, hep birlikte 'bekleşmek' dışında bir önerisi yok. Buna mukabil, örneğin Adalet Yürüyüşü umut aşıladı. Seçim ittifakı umut aşıladı. İmamoğlu'nun kollarını sıvayıp yaptığı o akşam konuşması umut aşıladı. Demirtaş'ın cezaevinden yazdıkları umut aşılıyor. Boğaziçi protestolarının da o umudu yeşerttiği kanısındayım. Bundan böyle iyi hoş ne olacaksa memlekette, 'protestonun' eşsiz katkısıyla, 'kabullenmeme' yönünde sergilenen iradenin güzelliğiyle olacak. Boğaziçililerin, kadınların, emekçilerin, gençlerin inadıyla. O kararlılıkta umut var. Bir genç, ancak o inatçı itiraza bakınca heyecan duyar, kendi geleceğini ve ülkesini sahiplenir.

Hal böyleyken, ülke ne kadar yorucu olursa olsun, Boğaziçililerin umut tazeleyen, ferahlık veren direnci gündemden düşmemeli. Rektörlük binasına sırtını dönmüş hoca fotoğrafları, günlük yaşantımızın bir parçası haline gelip sıradanlaşmamalı. Sıradan değil çünkü. Umut aşılayan her eylem ve sözün değerini bilip, düşünerek, konuşarak, yazarak, umudu elden geldiğince çoğaltmalı.

Dayanışma duyurusu: Moda Sahne'de yeni oyunlar ve konuk gruplar var, bilginize. Tiyatroyu da ihmal etmeyelim. https://www.modasahnesi.com/sahneden-naklen 

 
 
 
Tüm yazılarını göster