Bir kadın, bir devrim, üç dinamit lokumu

Onun peşinden ayrılmıyordum 3-4 gündür. Nasıl hızla üzüm topladığı sırrını öğrenmek için değil. -Bunu öğrendim zaten. Biraz elleri hızlı, eliyle dokunur dokunmaz üzüm bağı peşinden geliyor gibi, şöyle bir dalgalanıp havada, sepete atlıyor. Tanıyorlar bence, ne de olsa bu kadar yüzyıl.

Metin Yeğin myegin@gazeteduvar.com.tr

Galiba bin yaşındaydı. Bana öyle geliyordu. Bolivya’nın bir dağ köyünde birlikte üzüm topluyorduk. Her gün benden daha çok topluyordu. Hile yapıyor gibiydi. Tamam acemiydim ama aramızda oldukça yaş farkı vardı. 1960 yıl kadar… Yaklaşık. Güneş bile çizgilerinde kayboluyor gibiydi. Halbuki bu kadar yüksekte, doğrudan içine gelir insanın güneş ve soğuk da öyle. Derinden üşür insan. Şeytan yoklar gibi. Bir ürperme işte, güneş kenara çekilir çekilmez.

Onun peşinden ayrılmıyordum 3-4 gündür. Nasıl hızla üzüm topladığı sırrını öğrenmek için değil. -Bunu öğrendim zaten. Biraz elleri hızlı, eliyle dokunur dokunmaz üzüm bağı peşinden geliyor gibi, şöyle bir dalgalanıp havada, sepete atlıyor. Tanıyorlar bence, ne de olsa bu kadar yüzyıl. Bende değil yani kabahat. - Bana, 'devrimin kadını' demişlerdi o yüzden konuşmak için peşindeydim ama konuşmaz da dediler.

1952 Bolivya’nın madencilerinin devrimi. Latin Amerika’nın, ilk işçi devrimiydi bu.

Konuşmuyordu dedikleri gibi. Etrafında çok sıkı çalışıyordum. Fazladan üzüm küfelerini taşıyordum, boşaltıyor ve bazen ayıklamasına katılıyordum. Herkesten daha erken kalkıyordum, ondan değil ama çünkü ne zaman kalksam uyumuyor oluyordu. Yatarken de öyle. Benim film yapma biçimim buydu. İşçilerle, devrimcilerle, gerillayla ya da balıkçılarla filan yaşamak. Yani kimin filmini yapmak istiyorsam onlarla. Onlar birlikte iş yapanları severler. Ben de severim birlikte bir şey yapmayı. "Birlikte biçilen ot yeşerir." diyordu Tolstoy. Bir süre sonra, elimde bir kamera olunca, onu benim bir parçam gibi görüyorlardı. Ve iyi içki içmek ve acı yemek, eh bir de çatışmada pek kaçmamak iyi bir şeydir film yapmak için. Neden bunu belgesel sinema okullarında okutmuyorlar anlamıyorum. Acı biber zorunlu ders olmalı bence.

Fakat hiç konuşmuyordu benle. İspanyolca bilmiyor mu diye sordum hatta. Üç-beş kelime Keçuaca ile sorup, sonra birisine çevirtirim diye de geçti aklımdan. İnsan üzüm küfesi taşırken iyi düşünüyor. Yok yok biliyor dediler ama konuşmaz bizce.

1952 devriminde madenciler iktidarı el geçirmişlerdi. Özellikle bir süre sadece işçiler iktidardaydı. Toprak reformu yaptılar mesela. Madenleri kamulaştırdılar ve kadınlara oy hakkı verdiler. Okullar açtılar ülkenin her yerinde. Okuma-yazma seferberliği düzenlediler. O zamanlar bir maden işçisiydi çünkü başkan.

Bu kadar iyi şeyler yapılıyorsa, insanlar neden hep bir işçiyi başkan seçmiyor anlamıyorum.

O konuşmuyordu ama başkaları anlatıyordu kenarından köşesinden. Muz ve mısır kızartırken konuşuyorduk mesela. Eşi maden işçisiydi dediler o zaman. Devrimciydi tabii dedi biri. -Çok şaşırtıcı değildi ama bu Bolivya’da. Oldukça çok vardı. - Askeri kışladan silahları alıp halka dağıtanlar arasında da kadın olarak o da varmış dedi biri. Benim annemi de okumaya yazma kursuna o götürmüş dedi, neredeyse hepsi.

Sonra bağdaki üzümler azalmaya başladı yani zaman. Nasıl devrim yaptınız diye sordum doğrudan. Üzüm toplamaya devam etti. Güldü. Bin yaşındaydı. Çok güzeldi. "Hepimiz bir aradaydık" dedi ve üç dinamit lokumu…

Herkes gelip kutladı beni. Konuştu sana dediler. Ne dedi diye sordular. Güldüm. Galiba yüzümde çizgiler vardı.

Öğrenmek yapıyor bunları…

Tüm yazılarını göster