Aşiyan’daki adam

İktidar, Boğaziçi direnişine karşı her gün yeni bir sayfa açıyor. Kayyım atanmasıyla başlayan ve Boğaziçi’ni yuva bilen akademisyenleri kendi okullarına sokmamayla devam eden sayfalar… Buna bir eski çabanın yeni sürümü de diyebiliriz. Ya da bir zamanlar Tevfik Fikret karşıtlığında kristalize olan bir tür kutuplaştırma anahtarı… Boğaziçi’nin eski sakinlerinden sayılabilecek Tevfik Fikret’in hayatı ve eserleri, ilginçtir, bugün hâlâ büyük bir tartışmanın parçası.

Yenal Bilgici yenalbilgici@gmail.com

Yeni Sabah gazetesi 1939’un sonlarında şu son derece tuhaf anketi başlatmıştı: Tevfik Fikret’in heykelini mi dikelim yoksa eserlerini mi yakalım?

Bu anketle başlayan ve sonraki senenin ilk günlerinde de devam eden tartışma bütün Babıali’ye yayılmış, dönemin kalem erbabı Fikret’in hayatı ve eserlerini masaya yatırmıştı. 

Bu hayat ve bu eserler aslında her zaman masadadır. Bilsek de bilmesek de.

*

Tevfik Fikret’in kimliği ve işleri aslında Türkiye’nin ana tartışma hatlarından biridir. Bir kutuplaşma tartışmasıdır bu. Osmanlı’dan bu yana, on yıllar boyu, münevverin, aydının, entelektüelin nerede durması gerektiği bu hatta tartışılır. Yerli ve millilik, vatan hainliği bu hatta tartışılır. Boğaziçi meselesi de bu hattaki son durak.

Boğaziçi, Aşiyan’ın, yani Tevfik Fikret’in, Boğaz’ın en güzel köşesindeki evinin hemen üzerinde. Memleket edebiyatının en önemli mekânlarından Aşiyan, bugün üniversite kampüsüyle organik biçimde birleşik durur. Tevfik Fikret yıllarca orada oturdu. Türkçe’nin büyük şairi, Boğaziçi’nin öncüsü Robert Koleji’nin de öğretmeniydi. Aşiyan, yuva demektir. Tevfik Fikret de bir nevi Boğaziçili sayılır. 

Büyük şair süregiden tartışmaya zaten hep dahil de bugün Aşiyan üzerinden bir de ev sahibi konumunda.

*

Fikret, istibdat rejiminin azılı düşmanıydı. 2. Abdülhamit’ten ona yapılan suikast girişimini bir şiirle alkışlayacak derecede nefret ediyordu. Öfkesi açıktı; 2. Abdülhamit döneminde herkes birbirini jurnallerken, o korkmadan saray karşıtı şiirler yazdı. Robert Kolej’deki öğretmenliğinden bahsettim ama o bir yandan Galatasaray Lisesi’nin de efsanevi müdürüydü. Boyun eğmez, uzlaşmaz, eğilip bükülmez, doğru bildiği yoldan şaşmaz, inatçı bir adamdı. Sonradan onlara karşı çıksa da bir dönem İttihatçıların baş tacıydı. 1908 sonrası İttihatçı gazetesi Tanin’i çıkartan ekiptendi. Mustafa Kemal’in de ilham kaynaklarındandı. 

Yani bugün iktidar yanlılarının onu sevmemesi için epey unsur var. Boğaziçi tartışmasında rejim çevrelerinin her fırsatta sayıp dökmeyi sevdiği her şey Fikret’in kimliğinde mevcut: Elit, aydın, kökü dışarıda, rejim düşmanı… Bütün bir paket! Bir de özel bonus: Bu adam gelmiş bir de Boğaz’ın en güzel yerinde oturmuş!

Tıpkı bugün kapıdan alınmayan Boğaziçili akademisyenlerin oturduğu gibi…

Eh, bu bir kavga sebebi. Yüz küsur yıllık bir kavgayı yeniden ateşlemenin sebebi.

Boğaziçi’nde iktidar yanlıları, orayı tümden kapatalımcılar, direnişin daha ilk günlerinde, oraya gelirsek gece işi bitirir gündüz işe gideriz diyenler ve nihayet bu okulu yıllardır okul kılan akademisyenlerin orada ders vermesini, ders vermek ne kelime kendi yuvalarına adım atmasını engelleyenler bu çok eski kavgayı veriyor. 

Boğaziçi meselesini anlamak için Fikret’i ve bu tartışmadaki yerini anlamak gerekir. 100 yıldır giderek derinleşen kutuplaşma hattını…

Bir de bu kutuplaşmaya, kutuplaştırmaya herkesten, her şeyden çok ihtiyaç duyan bugünün iktidarını.

Tevfik Fikret bugün Aşiyan’da otursa ne yazardı acaba?

*

PS: Bu yazının ilk versiyonunu Tuhaf Zamanlar isimli blogumda kaleme almıştım.

Tüm yazılarını göster