Aman milat olmasın!

Hakemlerin maça çıkmayacaklarını söylemesi yönetenleri belli ki saldırıdan çok daha fazla etkiledi. Birilerinin kendi iradesiyle itaatsizliğe kalkışma ihtimali bütün paydaşları harekete geçirdi.

Suat Başar Çağlan sbcaglan@hotmail.com

Süper Lig’de Ankaragücü-Rizespor maçının bitimiyle birlikte müsabakanın orta hakemi Halil Umut Meler önce ev sahibi kulüp başkanının yumruğuyla yere düştü, sonra en az iki kişi tarafından yerde tekmelendi.

KUSURSUZ FIRTINA

Meler’e saldırı, süreci bağrına basıp sonuca hayret edenler dünyasında yine şaşkınlıkla karşılandı. Görüntüler karşısında şoke olmamak elbette imkansızdı ama ilk şoku atlattıktan sonra geriye tek makul soru kaldı: Ne bekliyorduk ki?

Dünya futbolunda adalet krizi var. Oyunun hiçbir zaman eşitlikçi ve adil olmadığı kesin ancak rekabetin elit kulüplerin tekeline girmesi durumun vahametini artırıyor. Kulüp-devletlerin sınırsız petro-dolarları, aynı turnuvaya birden fazla kulüp sokan City Football Group gibi holdingler, bahis kaynaklı, takibi imkansız dalavereler gibi büyük ve ciddi meseleler önümüzde duruyor.

Kulüplerin bütün maddi kararlarını (gelen-giden oyuncular, yatırımlar vs.) her gün saatlerce tartışmak oyunu adil hale getirmeye çok daha büyük bir katkıda bulunabilir. Ama öyle istenmiyor. Adaleti hakemin düdüğüne sıkıştırmak çok daha cazip ve kullanışlı. VAR uygulaması da oyunun görünmez unsuru olması gereken hakemlere büyüteç tutarak aynı amaca hizmet ediyor. Neticede dünyadaki futbolseverlerin nefreti son derece başarılı bir şekilde hakemlere yönlendiriliyor.

Büyük sermayenin yol açtığı rezaletlere siyasi motivasyonlar eklemlendi. Türkiye gibi otoriter ülkeler özelinde futbol-siyaset ilişkisi anlamını yitirecek kadar sıradanlaşmış durumda. Komşudan örnek verelim.

Beş yıl önce Yunanistan liginde AEK maçında sahaya silahıyla giren PAOK Başkanı Ivan Savvidis’i hatırlayanlar vardır. Savvidis aslında futbolla ilgilenen biri değildi. Hatta Yunan da değildi. Gürcü asıllı Rus Savvidis, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonraki özelleştirme dalgasından hatırlı tanıdıkları sayesinde nemalanıp tütün fabrikası sahibi olmuş, servetine servet katarak dünyanın en zengin insanlarından birine dönüşmüş, hatta Vladimir Putin’in kıymetlilerinden olup milletvekilliği yapmıştı. Gel tanışalım önce, ben kısaca FK.

Futboldaki küresel dertlerin Türkiye’de her şeyi kendine hak gören oligarklarla buluşmasından doğan kusursuz fırtına hakemleri vurdu.

MÜNFERİT SİSTEM

Böyle durumlarda yapılması gereken bellidir. Birincisi, vaka dikkatli, detaylı ve hakkaniyetli bir incelemeye tabi tutulup, dahil olan kişi ve kurumların isabetli ve tercihen caydırıcı cezalar alması sağlanır.

Türkiye’nin başka alanlardaki cezasızlık çıtası düşünüldüğünde, mevcut saldırıdaki faillerin görece hakkaniyetli cezalar aldığı/alacağı söylenebilir.

Faruk Koca Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu tarafından futboldan ömür boyu men edildi. Ayrıca kulüp başkanlığından ve AKP üyeliğinden istifa etti/ettirildi. İlk ifadesinde “hakemin yüzüne tükürmek için” sahaya girdiğini ve sadece tokat attığını söylemiş, Meler’in yere düşüşünü inandırıcı bulmadığını eklemişti.

Yumruğun etkisiyle yere düşen Meler’i tekmeleyen – ve Ankaragücü resmi X hesabına göre kulüple ilgisi bulunmayan – Şahin Yunus Şahin ve Kenan Çelikkaya da tıpkı Koca gibi tutuklandı ve futboldan ömür boyu men edildi. Üç ismin her biri için kasten yaralama, tehdit ve spor yasasının ihlali suçlarından toplam 13 yıla yakın hapis cezası isteniyor. Cezaların neye dönüşeceği ve pratikte ne kadar çekileceği hâlâ belli değil.

Ankaragücü ise daha ucuz atlatmış görünüyor. Kulüp beş maç seyircisiz oynama ve 2 milyon lira para cezasına çarptırıldı. Ayrıca mükerrer çirkin ve kötü tezahürat sebebiyle 200 bin lira daha ödeyecekler.

Ancak hakkaniyetli cezalar verilse bile bunun sebebi yargının uslanması, futbolu ve ülkeyi yönetenlerin bir anda Şirinler’e dönüşmesi olmayacak. Aslına bakılırsa, atılması gereken ikinci adımı pas geçmeye yarayacak.

İkinci adımı şöyle özetleyebiliriz: Olayın münferit mi sistemsel mi olduğuna bakılır ve sistemsel bir sorun saptanırsa onu yaratan şartları ortadan kaldırmaya yönelik tedbirlere başvurulur.

Gelgelelim orası biraz karışık. Sadece bir aptal, Meler olayının sistemsel olduğunu inkar eder. Ama bir aptal bile o sistemin sistemi kuranlar ve ondan ekmek yiyenler tarafından düzeltilmeyeceğini bilir. Şu ana kadarki ipuçları da bu yönde.

ÜÇ GÜNE TOPARLANIRIZ

Saldırı sonrasında bazı alışılmadık reaksiyonlar gördük. Belki de en önemlisi, yıllardır konuşmayan – ve bence en büyük hatası bu olan – hakemlerin irade beyanında bulunup, mevcut anlayış değişmediği sürece maça çıkmayacaklarını söylemesiydi.

Bu beklenmedik çıkış TFF ve diğer yönetenleri belli ki saldırının kendisinden çok daha fazla etkiledi ve üzdü. Türkiye’de birilerinin kendi iradesiyle – yazarken bile tüylerim ürperiyor – itaatsizliğe kalkışma ihtimali TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’yi ve bütün paydaşları harekete geçirdi.

Neticede göstermelik iyilikler şenliği başladı. Ligler salı gününe kadar ertelendi. Nedeni, hakemlere, “Siz istifa edemezsiniz, biz durdurduk!” demek ve ortalığın durulmasını beklemek. Ya da içinizdeki üç yaşındaki çocuğu dinleyip Türk futbolunun üç gün içinde düzeleceğine inanabilirsiniz.

Spor bakanıyla birlikte durumu görüşmek için toplanan Kulüpler Birliği’nde de değişim korkusu vardı. Birlik başkanı Ali Koç ülke futboluna dair cesur sayılabilecek, bütün paydaşları sorumlu tutan ifadeler kullansa da bir cümlesi kritikti. “İki tane önemli sorun var. Biri adil rekabet, ikincisi de finansal sorunlarımız.” Meali şu: “Bir tane önemli sorun var: Finansal sorunlarımız. Devlet büyüklerimiz işin bu tarafını hallettiği sürece adil rekabet kısmı çok da önemli değil.”

Ama kulüpler de kendi kıyağını yaptı. Toplantıdan Passolig’in kaldırılması yönünde görüş çıktığı duyuruldu. Yıllardır düzeltilmesi gereken bir sorunu çözmenin niye bugün gündeme geldiğini yine içinizdeki üç yaşındaki çocuğa sorabilirsiniz.

Ardından ilk gün isyan bayrağı çeken Büyükekşi bayrağı yarıya indirdi ve Faruk Koca’nın bunları yapacak biri olmadığını söyledi. İşi ezan-bayrak şovuna kadar vardırdı.

Tahminim önümüzdeki hafta oynanacak bütün müsabakaların başında hakemlere çiçek verilir. Otuz dakika usluluk gösterisi yapılır, 35. dakikada tartışmalı bir pozisyonla birlikte bütün hakemlerin dövülmesi gerektiği kanaati ağır basar. TFF de, kulüpler de, ülkeyi yönetenler de rahat bir nefes alır.

ÇOCUKLAR KİMİ SEÇECEK?

Aslında böyle olmak zorunda değil. Koca’nın saldırısı gerçekten de dönüm noktası olabilir. Çözümü başlatabilecek iki farklı yol var. Birincisi, tavanı değiştirmek. Bugün ülkeyi yöneten zihniyetle konuşacak bir şeyimiz kalmadığını daha önce anlatmaya çalışmıştım (bkz: 25 Şubat tarihli Süper Lig Veda Sezonu). Mevcut iktidarın gidişiyle futbol ve ülke pirüpak olmayacaktı elbette ama ilk adımlar için görece temiz bir zemin sağlanabilirdi. Olmadı.

İkincisiyse daha önemli: Tabanı değiştirmek. Taraftar gerçekten de bir şeyler değişsin istiyorsa kendi başkanıyla değil rakip taraftarla aynı safta olduğunun farkına varmalı. Kulübün hakkını koruduğu yalanıyla yüz yıllık logoların arkasına saklanıp türlü herzeler yiyen başkanların yanında duruldukça Meler olayı tekrar tekrar yaşanacak. Futbolu yönetenlerin gerçekten dikkat ettiği tek şey, tabandaki bu kavganın bitmemesini ve öfkenin kendilerine yönelmemesini sağlamak olacak. Bir gerçeği ıskalamamakta fayda var: O yumruk Türk futboluna atılmadı, Türk futbolu tarafından atıldı.

Bir daha atılmaması için bir sebep yok. Mevcut tavrımız değişmedikçe, tuttuğumuz takım federasyon ve hakemler üzerinde kurduğu baskı sayesinde belki bir şampiyonluk fazla kazanacak. Ama bu görüntüleri izleyen bir çocuk ekrana bakıp şöyle düşünecek: Acaba kimin yerinde olsam? Yumruk ve tekmeler yiyen Meler’in mi, şaşıp kalan ve araya girmeye çalışan futbolcunun mu, yoksa sahaya dalan Faruk Koca’nın mı? Ve sonunda Koca’yı seçecek. Seçmesin…

Tüm yazılarını göster