Amerikan demokrasisinin karşısındaki dört ölümcül tehdit

ABD'de Trump’ın başkanlığı sırasında özgür ve adil seçimler, hukukun üstünlüğü, muhalefetin meşru olduğu fikri ve hakların bütünlüğü zarar gördü. Şimdi Trump, bu taşıyıcı kolonlara olan bağlılığından vazgeçmiş Cumhuriyetçi Parti'nin partinin desteğiyle, destekçilerini Biden’ın zaferinin gayrimeşru olduğuna ikna etmeye çabalıyor. ABD, tehlikeli bir uçurumun kenarında geziniyor.

Google Haberlere Abone ol

Suzanna Mettler, Robert C. Lieberman*

DUVAR - Salgının ortasında gerçekleştirilen seçimde, Amerikalılar harekete geçti ve seslerini duyurmak için rekor sayıda oy kullandı. Sonuç, demokratik direncin bir kanıtı niteliğinde. Buna rağmen, demokrasimizin sağlığı hâlâ istikrarsız.

Şimdi bile, seçilmiş başkan Joe Biden’ın zaferi ortadayken, Donald Trump bir yandan çalıntı oy ve hileli sayım gibi yanlış iddialarda bulunmayı, bir yandan da seçimin kesin olan sonucunu inkâr eden davaları sürdürüyor. Seçilmiş yetkililer de dahil olmak üzere, en ateşli taraftarlarının bir kısmı, halkın demokratik kararını kabul etmeyi reddederek bu tehlikeli iddiaları tekrarladı. Bu umutsuzca hareketler yalnızca diğer ülkelerdeki otokratik yöneticilerin eylemlerini değil, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi tarihinden sahneleri anımsatıyor.

ABD DEMOKRASİSİNİN KIRILGAN TARİHİ

Biden’ın seçilmesinin, Amerikan demokrasisinin yaşadığı mevcut krizin sonu olduğunu düşünerek kendimizi kandırmamalıyız. Bu kriz Trump’tan çok daha büyük olan ve onun siyasi başarısının atfedilebileceği güçlerden kaynaklanıyor. Bu durum, dünya genelinde demokrasiyi tehlikeye atan dört tehdidin Amerikan tarihinde ilk defa bir araya gelmesiyle ortaya çıkıyor: Siyasi kutuplaşma, kimin siyasi topluluğun tam anlamıyla üyesi olduğuna dair anlaşmazlık, artan ekonomik eşitsizlik ve tüm gücün ülkenin en üst tepesindeki liderin elinde toplanması. Tarih, Amerikan demokrasisinin bu tehditler karşısında kırılgan olduğunun defalarca kanıtlandığını gösteriyor.

Kargaşa dolu 1790’larda, siyasi liderler ulusun geleceğine ilişkin karşıt yaklaşımlar bağlamında şiddetli biçimde bölünürken ve Amerikalılar ‘Federalistler’ ya da ‘Cumhuriyetçiler’ olarak taraf seçerken, sadece bir tehdit -siyasi kutuplaşma- bile büyük hasara yol açmıştı. Ulus 1800 yılındaki başkanlık seçimlerine hazırlanırken, tarafların her biri, diğerini cumhuriyetin geleceğine yönelik bir beka sorunu olarak gördü. Seçimler çıkmaza girdiğinde, Amerikalılar iç savaştan, cumhuriyetin parçalanmasından ya da monarşiye geri dönmekten korkuyorlardı.

O zamana dek neredeyse tamamen Federalistler tarafından kontrol edilen federal hükümet bir isyanı bastırmaya hazırlanırken, Demokrat ve Cumhuriyetçilerin idaresi altındaki eyaletler, Federasyon yanlılarının iktidarı bırakmayı reddetmesi halinde buna şiddetle direnmeye hazırlanıyordu. Halk üç ay boyunca endişe dolu biçimde Temsilciler Meclisi’nin toplanarak sonucu tayin etmesini bekledi. En sonunda Meclis toplandığında, bir federalistin desteğini Cumhuriyetçi Thomas Jefferson’a vererek içine düşülen çıkmazı bertaraf etmesine kadar beş gün geçti ve Jefferson toplamda 36 oy aldı. Dikkat çekici bir şekilde, Amerikalıların en büyük korkuları gerçeğe dönüşmedi; iktidar partisi mağlubiyeti kabullendi ve halk ilk barışçıl iktidar devrini başarıyla gerçekleştirdi.

KAMPLAŞMA İÇ SAVAŞI TETİKLEDİ

Yine 1860 yılında, bu kez siyasi kutuplaşma, üyeler hakkındaki anlaşmazlık ve ekonomik eşitsizlikler gibi üç tehdidin birleştiği ve derin bir ayrışmanın yaşandığı bir seçim gerçekleşti. 1850’lere kadar, Güneyli beyaz elitler, Afrika kökenli Amerikalıların köleleştirilmesini koruyabildikleri müddetçe seçimlere ve temsili hükümete riayet ettiler. Öte yandan, köleliğe karşı direniş arttıkça, bu denge savunulamaz bir hale geldi.

Kansas’ın yeni toprakları eyalet olmayı talep ettiğinde, kölelik yanlısı güçler birçok kez seçimleri sahtekârlık ve şiddet yoluyla geçersiz hale kıldı; kısa bir süre sonra hem kölelik yanlısı hem de kölelik karşıtı kesimler kendi seçimlerini düzenledi ve diğerinin sonuçlarını kabul etmeyi reddetti. Ortaya çıkan anayasal kriz, çok geçmeden ülke çapında tekrarlandı.

Kölelik, partileri ve halkı ikiye böldükçe, 1860 yılındaki başkanlık seçimleri ülkenin iki bölgesindeki farklı aday çiftleri arasında süren iki ayrı rekabete dönüştü. Kölelik ile demokrasinin uyumsuz olduğunu savunan Abraham Lincoln, seçimleri kesin bir şekilde kazandı ama güneyin desteğine sahip değildi. Yedi eyalet hemen birlikten ayrıldı ve Lincoln’ün göreve başlamasından bir ay sonra (kölelik yanlısı/ç.n.) Konfederasyon topçuları Sumter kalesine ateş açtı ve ülke kanlı bir iç savaşa sürüklendi.

ŞİMDİ DURUM DAHA DA TEHLİKELİ

Bu tehditler yıllardan beridir büyümekteyken, şimdi bu dört tehditle aynı anda ve benzeri görülmemiş bir kesişme noktasında karşı karşıyayız.

Siyasi kutuplaşma, siyasi çatışma tehlikesini büyütür. Demokrasi, ibadet yerlerinde, mahallelerde, işyerlerinde ve sivil kuruluşlarda görüldüğü gibi, farklı siyasi görüşlere sahip insanlarla ilişki içinde olduğumuzda ve vatandaşların bağlantıları farklı şekillerde kesiştiğinde iyi işler. Fakat son yıllarda ABD’de görüldüğü kadarıyla, bu gruplaşmalar örtüştüğünde ve benzer siyasi görüşleri yansıttığında, siyaset ‘onlara karşı biz’ savaşına dönüşür.

Kaybetmeyi reddeden parti ne pahasına olursa olsun kazanması gerektiğine karar verirse, demokrasi paramparça olabilir. Trump’ın sahtekârlık iddialarını destekleyen ve taraftarları arasında öfkeyi körükleyen Cumhuriyetçi Parti yetkilileri, işte bu sonucu göze alıyor.

Siyasi topluluğun asli üyeliğinin kime ait olduğuyla ilgili anlaşmazlıklar, siyasi çatışmaları büyütür. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Beyazların hâkimiyetini geri getirmek ya da korumak isteyenlere karşı herkes için daha fazla eşitlik talep edenler arasında ırklarla ilgili kamplaşmalar uzun zamandır tarihimize damgasını vuruyor. Şimdiyse bu ayrışmalar, aşırı derecede istikrarsız bir siyaseti körükleyen biçimde, partiler arası kamplaşmayla örtüşüyor.

UÇURUMUN UCUNDAKİ DEMOKRASİ

Yüksek düzeydeki ve artmaya devam eden ekonomik eşitsizlik tehlikelidir; çünkü zenginler, yoksul ve orta sınıfların güç kazanması halinde daha yüksek vergiler ödemek zorunda kalmaktan korkuyorlar; bu nedenle, maddi çıkarlarını koruduğu sürece demokrasiyi feda etmeye istekli olabilirler. Ekonomik eşitsizlik 1970’lerden beridir git gide artarak Amerika Birleşik Devletleri’ni eşitsizliğin en yüksek olduğu ülkeler arasına sokarken, zenginler siyasi açıdan daha da örgütlü bir hale geliyor.

Yürütme gücünün tek elde toplanması, halk otoritesini kuşandığını iddia eden liderlere, kendi siyasi ya da kişisel hedeflerinin peşinde demokratik ilkeleri geçersiz kılacak araçlar sağlar. Yirminci yüzyıl boyunca başkanlık gücünün büyük ölçüde artması, iddialı başkanların bu şekilde gücü sömürmesi için kendilerine fırsat sundu.

Trump’ın başkanlığı sırasında bu tehditlerin dördü de şiddetlenirken, demokrasinin dört temel ayağını oluşturan özgür ve adil seçimler, hukukun üstünlüğü, muhalefetin meşruluğu fikri ve hakların bütünlüğü unsurları zarar gördü. Şimdi, bu taşıyıcı kolonlara olan bağlılığından vazgeçmiş bir partinin desteğiyle, Trump destekçilerini Biden’ın zaferinin gayrimeşru olduğuna ikna etmeye çabalıyor ve Cumhuriyetçilerin yüzde 70’i seçimin adil olmadığına inanıyor. Bu, demokrasimizin kalıcı hale gelen krizini derinleştiriyor ve tehlikeli bir uçurumun kenarında geziniyoruz.

Trump’ın oy sandığında yaşadığı yenilgi, bu uçurumdan uzaklaşmak bağlamında büyük bir ilk adım olsa da, istismar ettiği ve yoğunlaştırdığı bu dört tehdit, o gittikten sonra bile şiddetlenmeye devam edecek. Her biri kendi gelişim sürecine sahip ve bu durum onları kontrol altına almayı son derece güçleştiriyor. Fevri bir havada geçen seçim, siyasi meseleler üzerindeki anlaşmazlıklarımızı azaltmayacak. Bununla birlikte, demokrasinin temellerini güçlendirerek -güvenilir seçimler, hukukun üstünlüğü ve geniş ölçüde uygulanan oy kullanma hakkı- tek bir ulus olarak barışçıl bir şekilde yola devam etmeyi ve demokrasiyi daha fazla zarardan korumayı mümkün kılabiliriz.

*Suzanne Mettler, Cornell Üniversitesi’nde devlet yönetimi profesörü ve Robert C. Lieberman, Johns Hopkins Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörüdür. İkili, ‘Dört Tehdit: Amerikan Demokrasisinin Tekrarlanan Krizleri’ adlı kitabın yazarlarıdır.

Makalenin orijinali Los Angeles Times gazetesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)