YAZARLAR

Altın Portakal Günlükleri 4: Hayvanlar ve insanlar!

59. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın üçüncü gününde Selcen Ergun’un “Kar ve Ayı” ve Kaan Müjdeci’nin “Iguana Tokyo” filmleri seyirciyle buluştu.

Altın Portakal ulusal yarışmanın dördüncü gününün filmlerine geçmeden önce bir konuya dikkat çekelim. Festivalin ödülleri arasında 100 bin TL değerinde Behlül Dal En İyi İlk Film Ödülü yer alıyor. Ne var ki bu yıl yarışmada sadece tek bir ilk film (Kar ve Ayı) var. Yani jüri “ona da vermiyoruz” demezse ödülün kazananı belli. Program yapıcıların bunu görmemesi biraz tuhaf açıkçası. İki ilk film daha koyup 12 yapabilirlerdi yarışma seçkisini. Ya da birçok festivalin yaptığı gibi yarışma dışı bir seçki koyup, oradaki ilk filmleri de değerlendiren jüri oluşturulabilirdi. Bu haliyle hayli saçma bir durum söz konusu maalesef.

Dönelim çarşamba günün filmlerine. “Kar ve Ayı”, diğerlerine göre “1-0” önde başlıyordu aslında benim için. Doğduğum topraklarda, Şavşat’ta çekilmişti, hatta anneannemin köyü ev sahipliği yapıyordu filme. E bizimde epey ayı görmüşlüğümüz var tabii!

Selcen Ergun’un ilk gösterimi Toronto Film Festivali'nde yapılan filmi “Kar ve Ayı”, genç bir hemşirenin yeni tayin olduğu köydeki günlerine odaklanıyor. Açılışta, yoğun kar yağışı altında ilerlemeye çalışan 09 plakalı bir araba gördüğümüzde, biraz sonra tanışacağımız Aslı’nın Ege’den olduğuna yoruyoruz bunu. Aslı nerede olduğu belirtilmeyen Anadolu’daki zorlu bir dağ köyüne hemşire olarak atanmıştır. Köy halkı oldukça yakın davranır kendisine. Doktor kar nedeniyle başka bir kasabada mahsur kaldığı için hastalarla Aslı ilgilenir. Bir yandan da ayıların uyandığı, yiyecek bulamadıkları için köylere geldiği, mezarları açtığı söylentileri dolanmaktadır etrafta.

Aslı, kısa süre önce katledilen bir ayı yüzünden husumeti olan Hasan ve Samet arasındaki gerilimin ortasında bulur kendisini. Hasan ayıyı öldürmüş, hayvan dostu Samet de onu şikayet etmiştir. Hasan bir gece kaybolunca jandarma ve köylüler onu aramaya koyulur. Böylece bir polisiye hikâye de açılır.

Kar ve Ayı

Öncelikle, bu polisiye kısmında başlayalım. Hasan’ın ortadan kaybolma sürecini başlatan anda ne olacağını, hikâyenin ucunun kimlere bağlanacağını ve nasıl çözüleceğini öngörmek çok kolay. Haliyle bu kadar kolay olmamalı, mutlaka bir twist vardır finalde diye düşünüyoruz ama tam da öngördüğümüz gibi gerçekleşiyor her şey. İkinci olarak, filmin niyet ettiği hissi geçirmekte hayli zorlandığını söyleyebiliriz. Selcen Ergun ve görüntü yönetmeni Florent Herry iş birliği, coğrafyanın ve iklimin zorlu koşullarını görsel olarak aktarmakta ne kadar başarılı olsa da, bunun insanlar üzerindeki etkisini, yarattığı hissi geçirmekte de aynı mahirliği gösteremiyor. Tabii ikincisinde görsel yönetmenin bir dahli yok.

Son olarak Aslı’nın karakterinden bahsetmek gerek. Eksik bırakmak, merak uyandırmak sinemada bir yol kuşkusuz. Ama yerini başka şeylerde doldurmak koşuluyla. Burada şöyle bir soru takılıp kalıyor akıllara, on binlerce benzeri arasından neden Aslı hemşirenin hikâyesini izliyoruz? Onun hikâyesini anlatılmaya değer kılan şey nedir? Bu bir muammaya dönüşüyor film boyunca. Aslı’nın anne babasının ısrarlarına rağmen bu uzak Anadolu köyüne gelmesinin altındaki motivasyon nedir mesela? Anne babasıyla telefonda yaptığı konuşmalardaki kimi söylemlerden, babanın tayin için torpil yapacak bağlantıların varlığından söz etmesinden, “muhafazakar ailesinden mi kaçıyor da buralara sığınıyor?” diye sorular geliyor akla ama elimizdeki malzeme maalesef çok yetersiz. Haliyle Merve Dizdar’ın tüm çabalarına rağmen ete kemiğe bürünemiyor Aslı. Hazır oyuncu bahsinden söz açılmışken, Asiye Dinçsoy’un Cemile karakterinde bir kez daha ne kadar iyi bir oyuncu olduğu hatırlattığını da ekleyelim. Umarım çok daha fazla görürüz kendisini.

Günün ikinci filmi, çekim sonrası süreci yılan hikâyesine dönen Kaan Müjdeci imzalı “Iguana Tokyo” oldu. Müjdecinin yaklaşık 3 yıldır kurgusuyla uğraştığı, birçok versiyon yaptığı ama bir türlü bitiremediği filmi, dönüp dolaşıp Altın Portakal’da yaptı dünya prömiyerini. İlk filmi “Sivas” ile Venedik’te Jüri Özel Ödülü'nü kazanan Müjdeci’nin yeni filmi hayli sıkıntılı ama. Bizim izlediğimiz 76 dakikalık versiyonun bile kafası karışık, bir dil tutturmaktan, hikâye inşa etmekten uzak. Günümüz Tokyo’sunda geçen hikâyede, Türkiyeli bir aileyi takip ediyoruz. Saadet, Ertan ve kızları Tokyo’dan mürekkep bu aile belli ki bir krizin eşiğinde. Ertan, sanal bir oyun kurduruyor eve. Evin bireyleri bu sanal dünyaya girdiklerinde bambaşka oluyorlar. Hepsinin bilinçaltı açığa vuruyor kendisini. Tokyo’nun annesine duyduğu aşktan dolayı babasına yönelik bastırdığı öfkesi, Saadet’in bastırdığı kimi arzuları, Ertan’ın korkuları vb. Bu cazip girişten sonra, hikâye parçalanmaya başlıyor ama. Belli ki, hayli uzun bir senaryonun, buradan çekilmiş parçaların çıkarıldığı yapının iki yakası bir araya gelemiyor. Açılan kapılar kapanmıyor. Örneğin, oyundaki duruma göre evdekilerin yaşam alanının sınırlanıp genişleneceğine dair parlak fikir, anlatıdan kayboluyor bir anda.

Iguana Tokyo

Öte yandan iyi bir fikri, zengin bir dünyası olduğuna dair ipuçları da barındırıyor bu film. Giderek de bir video çalışması formuna bürünüyor. Bir çağdaş sanat müzesinde izleyeceğiniz kısa bir versiyonu, film olarak izlediğimiz versiyonundan çok daha çarpıcı olabilir belki de.