YAZARLAR

AKP’nin Anayasa fetişizmi: Değiştirmekten uygulamaya zaman kalmadı

Görüşmesiz Genel Kurul oylaması, bir teklifin ait olduğu komisyondan geçtiği haliyle kabul veya reddi anlamına gelecek. Bu durumda partiler “teklif karşımıza gelsin, değerlendiririz” diyebilme lüksüne sahip olmadıklarını görmeli. İktidarın tekliflerini basına yansımasını veya Meclis'e gelmesini beklemeden ret edeceklerini kamuoyuna deklare etmeli. Günümüz iktidarı artık ancak bu yöntemle denetlenebilir.

İş dünyasında üst düzey yöneticilerin planlamadan sorun çözmeye ve araştırma geliştirme projelerine kadar her alandaki gelişmeleri toplantılar yoluyla izleme eğilimi, çalışanlar ve halk arasında şaka konusudur malum. Özellikle beyaz yakalıların “iş toplantısı yapmaktan iş yapamıyoruz” şakalaşması meşhurdur. İktidar kulisleri de benzer şakalara tanıklık ediyor olmalı. AKP, doldurmak üzere olduğu 22 yılda 12 kez anayasada değişiklik yaptı. İlki hükümet kurduktan 1,5 ay sonra başlayan uzun anayasa koşusunda 13’üncü etaba hazırlanıyor. Vekillerin bile, onca anayasa ihlali yapan bir iktidarın bu anayasa değiştirme tutkusuna akıl erdirmesi zor. Partililerin, “değiştirmekten öğrenip uymaya, uygulamaya fırsat kalmıyor” şakasıyla savunma yaptığına dair duyumlar çalınıyor kulaklara. Milliyet’ten Ayşegül Kahvecioğlu'nun 9 Şubat 2021 tarihli haberi “Anayasanın 134 hükmü değiştirildi” başlığıyla yayınlanmış. 2002 seçimlerinden bu yana geçen 19 yılda yürürlüğe konulan anayasa değişikliklerini yeniden gündeme getiriyor: "19 yıllık 'tek parti' iktidarında anayasada 12 kez kritik değişiklikler içeren düzenleme hazırlayan AK Parti, 177 maddelik anayasanın 30’u aynı maddelerde olmak üzere toplam 134 hükmünde değişikliğe imza attı.” 

27’nci dönem TBMM’nin beşinci yasama yılının son aylarında AKP yeniden bir anayasa değişikliği gündeme getirmiş ancak teklif kadük kalmıştı. Herkesin hatırladığı bir detayı burada bir kez daha yazacağım. “Başörtülü kadınların haklarına anayasal güvence” iddiasıyla sunulan bu iki maddelik teklif insan haklarına aykırı olduğu için hak gaspına anayasal meşruiyet kazandırma amacını taşıyordu. Fakat böylesi bir teklifi hazırlatan Erdoğan değil Kılıçdaroğlu suçlu ilan edilmişti. Çünkü öncesinde “örtülü örtüsüz bütün kadınların çalışma hayatında giyim özgürlüğünü” dile getiren bir yasa teklifi verilmişti tüm CHP vekillerinin imzasıyla. Ve Erdoğan bu teklifi Meclis'te reddettirmekle yetinmeyip “gollük pas” nitelemesiyle el yükseltmiş ve anayasal güvence vermek bahanesiyle hazırlatmıştı o teklifi. Toplumdan ve partisinden pek çok kişi de Erdoğan’ın isimlendirmesini pek beğenip aynı söylemle Kılıçdaroğlu’na öfkelenmişti. Çok geride kalmayan o günleri hatırlayanlar, yaşananları düşününce öfkelenme ifadesini pek naif bulacaktır ama daha ileri gitmeye de gerek yok. Unutmayalım yeter. Unutmayacağımız şey Kılıçdaroğlu’nun “bedel ödeyeceğimi biliyorum” sözü. Evet o bedel ödettiriliyor. Neyse, bu da geçer ama AKP’nin anayasa fetişizmi bitmez.

Anayasa’nın 24 ve 41’inci maddelerinde başörtüsü ve aile bahaneli değişiklik teklifi artık geçersiz olsa da AKP anayasa değişikliği tutkusunu gündemden düşürmüyor. Son yazımda değindiğim AKP’nin Ekim planı içinde Medeni Yasa gibi Anayasa da yer alıyor. Kadük kalan teklife benzer yeni bir taslak getirilebilir. Kulis haberleri ve bazı bakanların beyanları daha geniş bir taslak hatta sil baştan yeni Anayasa önerisi gelebileceği yönünde. 2023 Seçimleri'ni kazanan Cumhurbaşkanı, Meclis çoğunluğunu almanın verdiği güvenle son iktidar dönemini sil baştan bir anayasa ile tamamlamak ister buna şüphe yok. Tıpkı Aile Hukuku hatta Medeni Kanun’u tümüyle değiştirmek istediği gibi. Peki başarabilir mi asıl mesele bu. Tabii ki Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “darbe anayasasının değiştirilmesi, sivil, özgürlükçü, demokratik anayasa yapılması” ifadesinin topluma sunulan basit bir havuç olduğunu unutmadan. Bal demekle ağız tatlanmayacağı için demokratik demekle demokratik olunmayacağı, demokratik anayasa yapım yöntemlerini bilen herkesçe malum.

İktidarın ekim planları gerçekleşir mi sorusuna cevap aramak için ilkin 28’inci dönem Meclis aritmetiğini hatırlamakta fayda var. AKP 263, CHP 130, YSP 57, MHP 50, İYİ P 44, SP +Gelecek P 20, DEVA 15, YRP 5, TİP 4, HÜDAPAR 4, DP 3, DBP 2, EMEP 2, DSP 1 sandalyeye sahip oldu. Bu durumda Cumhur İttifakı toplamda 323, sandalyeye sahip. Anayasa oylamasında referandum yeter sayısı olan 360’a ulaşması için bu dönem 37 vekilin oyuna ihtiyacı var. Bu Meclis aritmetiği tek başına siyasetin matematiğini çözmek için yeterli veri değil. Farklı dinamiklerin işlemesi ile aile hukuku için düşünülen teklif dahi geçmeyebilir Meclis'ten. Belki benim hayalperest umudum bunu söyletiyor ama neden olmasın diyorum. Yeterince çalışmak koşuluyla Medeni Yasa'daki değişiklik bile iktidarın Meclis çoğunluğuna rağmen durdurulabilir. İmkansız değil.

Önceki dönem Anayasa girişimi, muhalefetin ortak hareket etmesiyle önlenmişti. İktidar, teklifini komisyondan geçirmiş ancak Meclis'te yalnızlaştığı için Genel Kurul'a indirememişti. Üstelik o vakit referandum yeter sayısına ulaşmak için sadece 24 vekilin oyuna ihtiyacı vardı. Şimdi ise 37 vekilin desteklemesine muhtaç. Meclisteki muhalefet partilerinin her biri sahip oldukları vekil sayılarını ganimet değil emanet olarak görüp seçmenlerin eğilimine göre ortak hareket ettiği takdirde iktidarın ekim planı Anayasa için kolaylıkla bozulur. Medeni Yasa değişikliği ile Aile Hukukunun “sil baştan yazılması” planı ise daha zor bozulur gibi görünmekle birlikte imkansız değil. Çünkü iktidar vekillerinin tümü de bu değişiklikleri isteyecek insanlar olarak düşünülmemeli.

Meclis bünyesinde resmi olsun olmasın bir kadın çalışma grubu oluşturulduğu takdirde her partiden pek çok kadın vekilin ortak hareket etmesi, aile hukukuna ve genel olarak Medeni Yasa'ya birlikte sahip çıkması olmayacak işlerden değil. Mecliste çok az sayıda olmalarına rağmen iktidar ve muhalefet partilerindeki kadın vekillerin aile hukukundan doğan haklarını korumakta istekli olduğunu tahmin etmek zor değil. Hangi partiden olursa olsun kadın vekillerin miras, soyadı, boşanma, velayet, nafaka, tazminat, tek eşlilik, eşlerin eşitliği, edinilmiş malların ortak bölüşümü ve benzeri haklarından vazgeçeceği düşünülemez. Bu yönde ortaya tavır konulursa belki iktidar teklifini Meclis'e getirmekten dahi vazgeçebilir. Çünkü yerel seçime giderken Meclis'e sunduğu teklifleri geçirememiş bir iktidar olarak seçmenin karşısına çıkmak istemez. Yeter ki muhalefet yöneticileri, sözcüleri geçmiş dönem siyaset etme yöntemlerinin artık eskidiğini, bu dönemde farklı yöntemler geliştirmek zorunda olduklarını idrak etsinler.

Geçmişte teklif sunuluyor, tartışılıyordu ve daha uzak geçmişte kalan usule göre Komisyon ve Genel Kurul süreçlerinde itirazların kabul edilip, teklifin iyileştirildiği oluyordu. 2018’de bunlar değişti malum. 27’inci dönemde muhalefetin hiçbir önergesi ve itirazı iktidar tarafından dikkate alınmadı. Ekimden itibaren ise bir değişiklik daha çıkacak karşımıza ve iktidar Genel Kurul görüşmeleri geleneğini sonlandırıp salt oylama yaptırmak için bastıracak. Nitekim 14 Temmuz tarihli oylama sırasında konuşma süre ve sayısını alabildiğine sınırlandırmıştı. Görüşmesiz Genel Kurul oylaması, bir teklifin ait olduğu komisyondan geçtiği haliyle kabul veya reddi anlamına gelecek. Bu durumda partiler “teklif karşımıza gelsin, değerlendiririz” diyebilme lüksüne sahip olmadıklarını görmeli. İktidarın tekliflerini basına yansımasını veya Meclis'e gelmesini beklemeden ret edeceklerini kamuoyuna deklare etmeli. Günümüz iktidarı artık ancak bu yöntemle denetlenebilir. Meclis hala yürütmeyi denetleme görevi yapmak isteyen partilerden oluşuyorsa tek etkili yöntem bu olacaktır ki iktidar görüşmesiz genel kurul önerisini geri çeksin. Anayasa ve Medeni Yasa değişikliklerini meclise getirmeye dahi cesaret edemez bu durumda. Bu iki konuda muhalefet partileri teklifleri görüşmeyeceklerini açıklar ve iktidar kadın vekilleri haklarını korumakta kararlı olursa ekim planı bozulur.

NOT: 13 EYLÜL ÇARŞAMBA KCDP İLE DAYANIŞMA GÜNÜ

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) hakkında açılan kapatma davası Çarşamba günü görüşülmeye devam ediyor. Somut suç unsuru içermeyen dava dosyasına rağmen, kin ve hınç davası gibi görülen kapatma talebine ilişkin karar çıkma ihtimali yüksek. Kadına yönelik şiddetle mücadele alanında kararlılıkla çalışmalarını sürdüren KCDP tüm kadınları 13 Eylül Çarşamba günü saat 10:00'da Çağlayan Adliyesi önünde yapılacak basın açıklamasına bekliyor. Medeni Yasa'dan şiddet yasasına ve Anayasaya kadar kadın haklarının her alanda tehdit edildiği ortamda bağımsız kadın örgütlerinin sesini kısmak, çalışmalarını engellemek için yargının sopa olarak kullanılmasına 'DUR' diyeceğiz.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.