YAZARLAR

Aile değil ataerkiyi tahkim çalıştayı

Bu çalıştayların “aile hukukunu sil baştan yazma” girişimine altlık döşemek için yapıldığı besbelli. Laik Medeni Yasanın bir bölümünü oluşturan Aile Hukukunu sil baştan yeniden yazma hevesinin laik aile hukukunu eşitlikçi hükümlerle düzenleme amacı taşımadığı aşikar. ile çalıştaylarının hizmet ettiği yer sonucu itibariyle ailenin güçlendirilmesi değil ataerkil sistemin aile içinde tahkim edilmesi olacaktır.

Kadın Bakanlığı'nın ilgasından bu yana AKP kadın politikası, kadının adını yönetim şemasından silmek üzerine gelişti. Öyle ki Kadın Bakanlığı yerine ihdas edilen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ismi bile sürekli olamadı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına dönüştürüldü. Aradaki temel fark, sosyal politikanın ayrılmaz parçası olan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nün işlev ve işleyişini izleyerek görülebilir. Vaktiyle en aktif Genel Müdürlüklerinden birisiydi Bakanlığın. Sosyal hizmet kavramı, bakanlık isminde yer aldığından bu yana Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ismi var cismi yok denecek kadar âtıl hale getirildi. Laf ola beri gele misali uygulanmamak üzere hazırlanan beş yıllık Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı hazırlanırken akla gelir. Yine beş yıllık Kalkınma Planı hazırlanırken kadın bölümü için hareketlenir oldu. Özellikle bakanlığın ismi Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olarak değiştirilip iki bakanlık birleştirildiğinde genel müdürlük yeni bir işleve büründü. Bütün resmi metinlerden toplumsal cinsiyet kavramını silmek; eşitlik, cinsiyet eşitliği kavramlarının yerine adalet ve cinsiyet adaleti kavramlarını yazmak gibi ağır bir yük üstlendi. Ağır yük diyorum çünkü bu genel müdürlükte çalışanların pek çoğu toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesini önemseyen, kadının toplumsal statüsünü geliştirmek için çalışmaya hevesli insanlardı. Ancak sarı öküz misali toplumsal cinsiyet kavramını feda etmeyi kabullendiği andan itibaren Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü varoluşsal bir açmaza sürüklendi. Artık ismi var cismi yok, işlevsiz bir yapı halinde can çekişiyor. Ki, genel müdürlük isminin değişmesi de eli kulağında denilebilecek kadar yakındır sanırım. Zira Mahinur Özdemir’in bakan oluşuyla birlikte bakanlık çalışmalarında ‘kadının adı yok’ genel müdürlük isminde niye dursun deniliyordur muhtemelen.

Erdoğan, hukuku arkadan dolanan ayak oyunlarıyla 3’üncü kez Cumhurbaşkanı olup, kamu kaynaklarını, kamu gücünü sınırsızca kullanarak oluşturduğu adaletsiz seçim yarışını kazandığı bu dönemin son iktidarı olduğunu biliyor. Bu bilgiyle 2010 yılında dile getirdiği “kimse bana kadınla erkek eşittir dedirtemez” sözünü bu ülkenin toplumsal ve siyasal düzeni haline dönüştürmek için son şansı olarak kabul ediyor, bu yılı ve önümüzdeki yılları. Aile Bakanları da Erdoğan’ın planlarını zamanlama pratiği ile uyumlu çalışabilecek isimlerden seçildi yıllardır. Şimdi Mahinur Özdemir bakan ve bu durum KADEM’in dahi aile bakanları üzerindeki etki gücünün kırıldığı anlamına gelebilir. Ki yeni bakanın ayağının tozuyla, eski bakanların “cıss” olarak görüp ölçülü konuştukları bir konuda, nafaka karşıtı söylemi destekleyen sözleri pervasızca ağzına alabilmesi bu durumu işaret ediyordu.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü kendi varoluş nedenini yok etmeyi kabul ettiğinde işlevini yitirmişti ya bunun gibi Aile Bakanı olan kadın politikacılar da kurguladıkları ve az sonra yazacağım Aile çalıştayları ile kendi varoluşsal açmazlarına ilerlediklerini bir gün anlarlar belki. Umarım bütün kadın politikacılar, kadınların hepsi çok geç olmadan, yakınlarda bir gün anlasınlar: Kadının adı yoksa sizlerin karar verici konumlarınıza ihtiyacın kalmayacağı günler yakındır.

Aile Çalıştayına gelmeden biraz da toplumsal cinsiyet kavramından söz etmek iyi olabilir. Aileyi yıktığı, toplumu cinsiyetsizleştirdiği, dış kaynaklı proje olduğu gibi safsatalarla korku nesnesine dönüştürülen toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi, iki boyutludur. İlki kadın erkek eşitliği anlamı taşır. Kadınların ve erkeklerin geleneksel cinsiyet rolleri ile oluşturulan eşitsiz konumlarının eşitliğe doğru evrilmesini amaçlar. Örneğin ‘kadın erkeğin elinin kiri’ gibi kalıp yargılarla kurulmuş eşitsizlik, ‘göster oğlum, ört kızım’ şeklindeki çocuk yetiştirme yöntemleriyle bastırılmış kadınlık ve kışkırtılmış erkeklik algısının hakim olduğu bir toplum düzeni yaratıyordu. En basitleştirilmiş haliyle toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi, kadını değersizleştirip erkeği üstün kılan bu yaklaşımların yaratılıştan/doğuştan gelmediğini kabul etmektir.

Kurgulanmış, öğretilmiş cinsiyet rollerinin geleneksel kalıp yargılarla nesilden nesile aktarılması, toplumsal ve siyasal düzenlerde görülen patrimonyal ilişkilerle mümkün oldu. Babadan ve dededen, geniş anlamıyla atadan kalma usullerle eşitsizlik bugün de sürdürülmek isteniyor. Ataerkinin kuruluşundan günümüze sürdürülen bu kadın erkek eşitsizliği anlayışı, bizim dinimiz de değildir kültürümüz de. Çünkü bütün inançlar ve kültürlerde, farklı coğrafyalarda aynı şekilde görülür. Eski çağların küreselliğidir kısacası. Modern zamanlarda insan haklarının gelişmesi ve yüzlerce yıl süren kadın eşitlik mücadelesiyle dünyanın her yerinde kabul ettirilen kadının insan hakları kavramı toplum düzenine egemen olduğunda kırılmaya başladı ataerkil cinsiyet rollerinin etkisi. Hukuk sistemlerine kadının insan hakları kanun önünde eşitlik ilkesi kapsamında girdi. Kağıt üzerinde kalan kadının insan haklarının gündelik yaşama yansıması için toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin yerleşik hale getirilmesi için de çok uzun ve zorlu mücadele halen sürüyor.

Kağıt üzerinde haklarımız var ancak hayatımızda bu hakları kullanmamızı önleyen engeller de var. Bu engellerin adı ataerkil cinsiyet rolleri. Ataerkil sistemin kurguladığı bu cinsiyet rollerinin doğal değil toplumsal olduğu bilinciyle doğumda ve ölümde eşitlik varsa yaşamda eşitlik kaçınılmazdır diyerek yıkmak gerekiyordu. Kısacası toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi toplum tarafından kurgulanan rollerle şekillendirilmiş cinsiyet rollerinin yarattığı eşitsizlik karşısında durmaktan ibaret. Allah’ın yarattığı ya da doğanın ürettiği değil ataların kurguladığı eşitsizlik karşısında eşitliği ana akım haline getirmektir, toplumsal cinsiyet eşitliği.

Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının iki boyutlu olduğu bilinir. Birisi kadın erkek eşitliği ise diğeri heteroseksist cinsiyet ilişkisinin tek tip cinsiyet ilişkisi kabulüne karşı çıkanların toplum hayatında eşit kabule erişmesi mücadelesidir. Kadın erkek cinsiyet kimlikleri standart cinsiyet kimlikleri değil, ortalama cinsiyet kimlikleri olarak kabul edilmeli. Örneğin insanı tanımlarken beş duyudan söz edilir. Ya da hareket kabiliyetini sağlayan organlardan söz edilir. İki ayak üzerinde yürüyen (Kur’anî, Arapça kavramla racul) gibi tanımlar gerçeğe aykırı değil ama gerçekliğin tümünü kapsamakta yetersizdir ve bu nedenle ortalama insan tanımıdır. İstisnaların sayılmayışı istisnaların yokluğu anlamına gelmez malum. Buna göre kadın-erkek cinsiyet kimlikleri ortalamadır ve ortalamanın istisnası olarak farklı cinsiyet kimlikleri ya da cinsel yönelimin, doğuştan veya yaratılıştan olmadığı anlamına gelmez. Fakat binlerce yıl boyunca patriarkal düzen kadınları ikincil konumda, eksik insan sayarken homoseksüelleri de köleleştirmişti. Kölelik yasaklandı, insanlık çağ atladı. Ancak eşcinsellere yönelik gizli kölelik hala sürüyor. Dolayısıyla erkek egemen sistemlerin ürettiği iki ezilmişlik, kadınlar ve LGBTİ+lar iki ezilen unsur olarak erkek egemenliğinin karşısında, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi içerisinde bir aradalar. Ataerkil erkekler tarafından cinsiyetçi politikayla ezilenlerin, aynı hukuki ve sosyolojik kavramla hak arayışı ve eşitlik mücadelesi yürütmesi son derece doğaldır.

Aile Çalıştayı ise Aile Bakanlığının, kadın ve LGBTİ+ karşıtı ataerkillerin sosyal mühendislik girişimine hizmet etme aracı olarak kurgulanmış durumda. Ataerkil sistemi sürdürecek politikaları yerli ve milli zannedenlerin ürettiği, hak gaspını meşrulaştırma amaçlı çalıştaylar yapıldı. Yapıldı diyorum ama bakanlık sitesinde 81 ilde yapıldığı söylenen bu çalıştaylarla ilgili açıklama, çalıştaylar tamamlanmak üzereyken yayınlandı. Toplum geneline duyurulmadan, iktidar ve iktidar yandaşlarının birbirlerini ağırladığı toplantılar yapılmış. Toplantıların içeriği de gayet muğlak başlıklarla, gizlenmeye devam ediliyor:

Genel Müzakere oturumu sonrası Tematik Tartışmalar başlıklı paralel oturumların tartışma konu başlıkları:

-Aile, Eşitlik ve Adalet

-Aile, Sosyal Kalkınma ve Refah

-Aile, Hayat Boyu Gelişim ve Öğrenme

-Aile, Çevre ve İklim

-Aile, Teknoloji ve Dijitalleşme

-Aile Odaklı Sosyal Hizmetler

Hak temelli oturumlar olduğunu düşündürecek açıklık yok bu başlıklarda. Üstelik kadın-erkek eşitliği karşıtı söylemin yükseldiğini iddia edebileceğimiz konuşmalar yapıldığına da kuşku yok. Her oturumun, her çalıştay tartışmasının LGBTİ+ düşmanlığı ile yoğrulduğunu bilmek için müneccim olmaya da gerek yok. Çünkü hak temelli olsaydı, eşitlik ilkesine sadık kalınır ve her toplumsal kesimin oturumlarda temsiliyeti sağlanırdı. Ki katılımcılar böylesi demokratik ve çoğulcu yöntemle davet edilmiş olsa, haftalar öncesinden bu çalıştayların yapılacağını bilirdik. Ancak şunu da biliyoruz ki katılımcıların görüş ve önerileri iktidarın iltifatına tabi tutuluyor bu toplantılarda. Yani kim ne söylerse söylesin peşinen tespit edilmiş görüşler seçilerek öneri listesine yazılıyor. Yıllar boyu denenmiş, defalarca şahit olunmuş AKP yöntemi böyle. Erdoğan, oluşturduğu paralel sivil toplum dünyasına duymak istediğini söyletir, duymak istemedikleri söylenirse kayda geçirmez, durum budur.

Bağımsız kadın örgütleri, feministler neden yoktu soruları bu çerçevede fazla anlam taşımıyor. Davet edilip gidilince bile o sözler o kağıtlara yazılmazdı. Diğer yandan es kaza davet edilenler de olabilir. İktidara yakın veya uzak kimi örgütler 81 ilden bazılarında o il müdürlerinin inisiyatifiyle eşitlik mücadelesi yürüten bazı örgütler veya kişiler katılmış olabilir. Toptan, katılan herkesi yandaş olarak isimlendirmem yine rahatsız edici gelecek, kategorize etme olarak eleştirilecektir. Fakat sonuçta çalıştay çıktılarını gördüklerinde, kendi sözlerinin yer almadığını anlayıp hak vereceklerdir sanırım. Hadi bir ihtimal payı bırakıp eğer çalıştay raporunda eşitlikçi görüşlere yer verilmişse, göndersinler inceleyip gerekirse özrümü dilerim.

Bu çalıştayların “aile hukukunu sil baştan yazma” girişimine altlık döşemek için yapıldığı besbelli. Laik Medeni Yasanın bir bölümünü oluşturan Aile Hukukunu sil baştan yeniden yazma hevesinin laik aile hukukunu eşitlikçi hükümlerle düzenleme amacı taşımadığı aşikar. Tersine aile hukukundan laiklik ilkesini silmek istediklerini herkes biliyor. Laik hukuk yerine dini hukuk zannettikleri veya topluma, kadınlara bu şekilde yutturmaya kalkıştıkları erkek egemenliğini yeniden aile hukukunda ikame etmek istedikleri ortada. Aile çalıştaylarının hizmet ettiği yer sonucu itibariyle ailenin güçlendirilmesi değil ataerkil sistemin aile içinde tahkim edilmesi olacaktır. Düzenleyen, katılan, erkek egemenliğine bilerek veya bilmeyerek hizmet eden kadınlara peşinen söylemiş olayım.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.