Ahmet Ümit: Türkiye'deki korku iklimini dağıtacak olan şey, korkuya karşı direnmektir

Ahmet Ümit'le son kitabı ‘Bir Aşk Masalı'nı konuştuk. Ümit, "Korku iklimini dağıtacak olan şey, bu korkuya karşı direnmektir. Korku bulaşıcıdır. Eğer susar, razı olursanız bu olağan hale gelir" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yazar Ahmet Ümit'in son kitabı ‘Bir Aşk Masalı’, Yapı Kredi Yayınları tarafından raflarda yerini aldı. Kitap, beş prensin sevda uğruna revan oldukları Kaf Dağı’ndan ıssız çöllere, ücra hanlardan savaşçı kabilelerin çadırlarına, devlerden denizkızlarına, balinalardan devasa yılanlara bir yol ve hal macerasını anlatıyor.

Ahmet Ümit’le ‘Bir Aşk Masalı’ndan yola çıkarak Türkiye’de kadın olmayı, bu kitabın hayatındaki yerini ve içinde yaşadığımız toplumu şekillendiren siyaseti konuştuk.

‘Bir Aşk Masalı’nda aşk masalıyla başlayıp bir insanlık eleştirisi yaptığınızı söylüyorsunuz. Sizi bunu yapmaya iten neydi?

Aslında çok küçük yaştan itibaren insanlık ve hayat üzerine düşünmeye başladım ya da o düşünce kalıplarının içine girdim. 14 yaşında düşünürüz ama kendi bağımsız deneyimlerimizle düşünmek zordur. O sırada sol bir düşünce vardı, o sol düşünce beni cezbetti. Düşünerek verdiğim bir karar da değil, ağabeylerim solcu olduğu için solcu oldum.

Bir ablam, 6 ağabeyim var, ben en küçükleriyim. O dönemden itibaren büyük bir insanlık sevgisiyle yetiştim fakat hayat sürekli bana bunun çok doğru olmadığını söyledi. 25 yaşında Moskova’ya, Sovyetler Birliği’ne gittim. Gördüğüm sosyalizm benim uğruna dövüştüğüm, uğruna arkadaşlarımın öldüğü, fedakarlık yaptığımız sistem değildi. İnsanların eşit, özgür ve mutlu olduğu bir toplum görmedim orada. Pek çok sorunu çözmüşlerdi, haksızlık etmek istemiyorum ama esas mesele, insanın mutluluğu yahut insanın kendini gerçekleştirme meselesi çözülmemişti. Gördüğüm manzara bu değildi, giderek düşüncemin son derece naif olduğunu, gerçekçi olmadığını anlamaya başladım.

Bunu 30-35 yaşlarında, oldukça geç anladım açıkçası. Biz, bu gezegende canlı bir mucizeyi yaşıyoruz; canlı ve zeki bir yaşam formuna sahibiz, bu bir mucize fakat bu bizi doğru, iyi ve erdemli bir varlık yapmıyor. Aksine pek çok açıdan son derece yıkıcı, son derece vahşi, örgütlü bir şekilde yok edici yapıyor. Zeka var, bu zekayı daha çok para, daha çok kar, daha çok egemenlik için kullanıyoruz. Öteki canlılara hak vermiyoruz.

'BİZİM GİBİ DÜŞÜNMEYENİ HAİN OLARAK GÖRÜYORUZ'

Kendimizden başkasını düşünmüyor, toprağı ele geçiriyor, her şeyi hakkımız görüyoruz.

Bizim gibi düşünmeyeni hain, giderek ortadan kaldırılması gereken insanlar olarak görüyor; dili, dini, cinsiyeti, cinsel yönelimi farklı diye yok etmeye çalışıyoruz. Burada büyük bir problem olduğunu görüyorum ben. Bu problem olabilir, sana ne Ahmet diyebilirsiniz? Bana ne değil çünkü ben bir yazarım. Yazarlar, dünyanın fotoğrafını çekerler, deyim yerindeyse, bunu sözcüklerle yaparlar. Bu resmi çektiğiniz zaman oradaki siyah lekeyi, oradaki kötülüğü, orada yanlış giden şeyleri görürsünüz. O yüzden buna itiraz etmeniz gerekir. Son dönemlerde yazdığım kitaplarda bunun altını çiziyorum. İnsan eleştirisi yapıyorum çünkü insanlık düzelebilir.

Bu son derece zor bir şey ama en azından biz yazarlar bu durumu tespit etmeli, gerçekçi bir şekilde analiz sunmalıyız çünkü önce bizde başlıyor her şey. Bilim aslında sanata bakıyor. Örneğin, aya ilk çıkışı yazan Edgar Allan Poe’ydu. Onun yöntemiyle aya çıkmak imkansızdı ama hayal etti. Jules Verne, deniz altı tasarımı yaptı. O şekilde batar, ölürsünüz ama bunu hayal etti. İnsan yaratmayı 'Frankenstein’ın yazarı Marry Shelley yazdı, mümkün değil öyle yapamazsınız ama bunu hayal etti. Hayal eder, olması gerekeni söyleriz ama bilimin, siyasetin veya dinin kendisi bunu gerçek kılmaya başlar. Bu nedenle yazarların böylesi bir misyonu, böyle bir görevleri olduğunu düşünüyorum.

'İNSAN OLARAK DİĞER CANLILARDAN ÇOK ÖZÜR DİLEMEMİZ GEREKİYOR'

'Bir Aşk Masalı' 25’inci kitabınız. 40 yıldır yazıyorsunuz, bu kitabın diğer kitaplarınız arasındaki yeri ne yazınınızda?

Daha önce iki masal kitabım var, annemin anlattığı masallardı. Annemden dinlediğim masalları çeşitlendirdim ben. Onlarda da insan eleştirisi vardı ama bu şekilde değil. Bu kitap, masalla başlayıp özgün bir şekilde kendi düşüncelerimi olduğu gibi çırılçıplak anlattığım bir kitap oldu. Sansürsüz, o yüzden hayvanlara çok büyük övgü var. Zaten kedime adadım. Hayvanlara yapılan eziyet karşısında bunu bir tür özür olarak da görebilirsiniz. İnsan olarak diğer canlılardan gerçekten çok özür dilememiz gerekiyor. Ama daha önemlisi insanın değişmesi gerekiyor az önce söylediğiniz gibi. Bu değişimi gerçekleştirmemiz gerekiyor.

Ne yazık ki hem dinler hem ideolojiler ‘İnsan eşrefi mahluktür, çok iyidir’ der. Bu bakış açısını değiştirmemiz gerekiyor çünkü biz hiç de öyle şerefli bir mahluk değiliz. Zekiyiz ama kötüyüz, acımasızız. Yaşanılan pratik onu gösteriyor. Samanyolu galaksi mahkemesi olsa, muhtemelen insanlar cezalandırılır çünkü o kadar canlı türünü yok ettik ki. Buna ne hakkımız vardı? Zeki olduğumuz için buna kendimizde hak görüyoruz. Başta hayvanları yaşamak için öldürüyorduk, ne yapalım diyorduk ama artık organize, kitlesel halde yok ediyoruz ve bu bizi kurtarmıyor. Hala insanlar açlıktan ölüyor. İnsanlıkta çok ciddi bir problem, çok ciddi bir sıkıntı var. Kapitalizm insanın bu yıkıcılığını, bencilliğini, ele geçirme, yok etme, tek başına yönlendirme duygusunu kışkırtan bir şey. Sosyalizmin yıkılmasında insanın bu yapısı vardır, bunu görmek lazım. İnsanoğlu var olmak istiyor. Ama var oldukça doymuyoruz, daha çok istiyoruz. Bu daha fazla var olma, ruhsal derinlik olmayınca daha fazla bankada para, daha fazla araba, daha fazla ev, daha fazla alkışa dönüşüyor. Ama bunu ruhsal olarak karşılamamız lazım. Ben insan olarak ne istiyorum? Evet, bedenlerimizin ihtiyaçları var, bunu karşılayacağız. Ama mutlu olmanın ve anlamlı bir hayat sürmenin bir tek yolu var; iyilik etmek, başkalarına vermek.

Bu kitapta prenslerin hepsi almak istediler, almak istedikleri için de mutsuz olacaklar. Vermek istemediler, ele geçirmek, zapt etmek, her yerde ben olayım istediler. Tabii, bu insanın en temel duygularından biri ama insanın içinde paylaşmak, iyilik de var. Bunları desteklememiz lazım. Yapılması gereken şey bu.   

'SEVGİ, AŞK KADAR ABARTILMIYOR'

Bu kavramların unutulduğunu düşünmüyor musunuz? Daha çok para kazanan niteliksiz iş yapsa bile kıymetli sayılıyor, insanlar ona özeniyor.

Tıkandı dediğim yer orası. Mesela aşk, mantık ile mantık dışının birlikteliği… Ama çok abartıyoruz. Sevgi bu kadar abartılmıyor. Sevgi daha kıymetli bir şey; içinde yardım var, iyilik var. Aşk daha yıkıcı, yok edici ama bunu seviyoruz. Eşitliği, hepimizin birbirine benzemesini sevmiyoruz. Benden 2 tane olsa, 10 tane olsa sıkılırım, ben tek başıma olmalıyım.  Sadece yazarlıkla ilgili değil, her insan özgün olsun, tek olsun, kendini gerçekleştirsin ister. Beni fark edin ister ama bu fark ediş, giderek yönetmeye, bir baskılamaya dönüştüğü zaman korkunç bir hal alıyor. Bir çizgi var arada. Bunu da ortadan kaldırırsak, o zaman insan olmayacağız. '1984' romanında olduğu gibi, o da korkunç bir şey. Hepimizin kendimizi gerçekleştirmeye ihtiyacımız var. Ama bu gerçekleştirme, ötekileri yok etmeyi, onları baskı altına alma pahasına almamalı.

Bir Aşk Masalı, Ahmet Ümit, 256 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2022.

Aşk narsistlik bir durum değil mi? Siz karşınızdakini kendi yüklediğiniz anlamlarla seviyorsunuz. 

Aynen öyle! Aşk akıl dışı bir şey! Nedenini bilmiyoruz. Birini alıyor ona her türlü anlamı yüklüyoruz, karşımızdaki ‘Ben o değilim’ diyor. ‘Hayır sen osun’ diye onu inandırıyoruz bir süre sonra. Abartma diyor, sen abartıyorsun. Ama abartırken inanıyorsun, yalan söylemiyorsun. Gerçek aşkta yalan yoktur! Kendi söylediğin yalana inanıyorsun.

'ERKEKLİK MARİFET DEĞİL'

Kitapta da o var, beş prens de o fiziksel özelikleri çok güzel kadını arıyor. Bambaşka bir şey yaratıyorlar. Erkeklerin yarattığı bir şey var ve siz de onu hapishaneye benzetiyorsunuz. Erkek bakış açısıyla bunu yazmanız da ilginç.. Gelen eleştiriler oldu mu?

Okuyan erkeklerin hiçbirinden eleştiri gelmedi, suskun kalıyorlar ama biliyorlar bence. Türkiye’de kadın cinayetleri var. Bu kadın cinayetlerini biraz vicdanı olan bir erkek onaylayamaz. Bunu onaylayan insanların psikopat olduğunu düşünüyorum. Namus ya da ne nedenle olursa olsun, bunlar kötü, bunlar psikopat. Bir kadın sizi sevmeyebilir, ayrılmak isteyebilir, nasıl olacak öldürecek misiniz? Böyle bir şey var mı? O senin kolun mu, ayağın mı, bir parçan mı? Efendim aşıktım, öldürdüm. Aşık falan değilsin, ruh hastasısın, eziksin, problemleri olan birisin. Tam tersi, aşık olduğun kişinin yaşamasını istersin. Bu aşk değil, karanlık bir tutku. Bir insanın sevgisini satın alamaz, onu zorlayamazsın. 

'At, avrat, silah', 'kadının saçının yaşıyla gözünün yaşını kurutmayacaksın'. Böyle bir kültür var Anadolu’da ve bunu övünerek anlatıyorlar. Bu kültürü yerin dibine sokmamız, erkekliğin yüksek bir şey olmadığını anlatmamız gerekiyor. Erkeklik marifet değil, erkek doğmuşsun o kadar.

 

'ÇAĞIMIZ KADIN DAYANIŞMA ÇAĞI'

Türkiye’de erkek olarak doğmak hala ayrıcalık gibi görünüyor. Kadınlar daha çok okumak, daha çok kendini geliştirmek zorunda. Yapılan araştırmalara göre de erkeklerden daha az para kazanıyorlar. Sizce bunu bir çaresi var mı?

Bu kurtuluşu kadınlar yapar ve başladılar. Çağımız kadın dayanışma çağı, net söylüyorum. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde böyle. Kadınlar artık boyun eğmiyor, onun için öldürüyorlar kadınları… Şu anda İran’da direniş nereden başladı? Kadınlardan başladı. Nereye varır bilmiyorum ama çok önemli bir isyan, çok önemli bir hayır! Kadınlar özgür olmak, kendi ayaklarının üstünde durmak istiyorlar. Kadınlar haklarını istiyorlar.

Erkek egemen bir toplum var ve kadınlar çok daha fazla çalışmak zorunda kalıyorlar. Böyle bir ayrım yapmak ne kadar doğru bilmiyorum ama kadınların erkeklerden daha zeki olduklarını düşünüyorum. Ben bir kız çocuk, bir de erkek torun yetiştirdim, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Erkekler egemen güç olduğu için kadınlar görülen ve görülmeyen bir baskı altındalar. Hala ‘Erkekliğime laf etti hakim bey’ diyerek indirim alan erkekler var. İş yerinde de var, mobbing almış başını gidiyor. 

Oysaki kadınlar ilerliyor, değiştiriyor ve dönüştürüyorlar. Ben bu gidişatın iyi olduğunu düşünüyorum ve erkeklere şunu söylemek istiyorum: Gerçekten mutlu olmak istiyorlarsa, kadının özgür olması lazım! 

Kadınlara hala toplum tarafından baskılar var…

Kadının evlenmesi şart mı? Evlenmese ne olur? Böyle bir şey var mı? Belki kadın evlilikten hoşlanmıyor, çocuk yapmak istemiyor, çocuk sevmiyor, mecbur mu? Ama toplum tarafından oluşturulan kodlar kadını inanılmaz bir baskı altına alıyor. Ama yine bir kadın uyanışı var ve o kadın uyanışı dönüştürüyor, değiştiriyor, biz erkeklere de onların yanında olmak ve desteklemek düşüyor.

Okuyan ya da sizin kitabını okuyan erkeklerden başlayacak belki bu dayanışma. Kadına şiddetin önlenebilmesi için psikolojik destek almak mı lazım?

İnşallah! Anneler erkek çocukları oldukları zaman daha çok ilgi gösteriyorlar. Buradan başlaması gerekiyor her şeyin. Mesela; sünnet düğünü… Sünnet düğünü nedir ya? Kız çocukları ilk kez regl olduklarında kutlama yapılıyor mu? Aynı şey değil mi yani? Bunların hepsinin değişmesi, alt üst olması lazım. Olacak da bence. Bunları konuşabiliyoruz, 50 yıl önce bunları konuşamazdık.

Kitabınızda aşk ne kadar imkansız olursa, o kadar yoğunlaşır diyorsunuz. Sanal alemde herkes herkese ulaşabiliyor ama artık aşk eskisi gibi yaşanmıyor. Eski evliliklerin sürdürme oranları daha fazla.

Katlanıyorlar onlar, çaresi yok devam ediyor. İnsanlar birbirleriyle kolay ilişki kurabiliyorlar evet ama o insanı kaybetmemek bir problemdir. Siz birini istiyorsunuz ama o kişi de sizi istiyor mu? O kişi sizi istemezse imkansızlık başlıyor. Bir Fransız atasözü der ki ‘Aşkta her zaman kalplerden biri biraz daha soğuk olacak.’  Öteki neden soğuksun diye bunu dert edecek, tasa edecek. Böylece aşkın diyalektiği başlayacak. Hep böyledir bu iş!

'RUH İKİZİ DİYE BİR ŞEY YOK, RUH TEK VE BİRİCİK'

Peki aşk tek taraflı bir şey mi?

Evet, tek kişilik ve bizim kafamızda olan bir şey aşk! İki kişilik olan sevgi. Ruh ikizi diye bir şey yok! Ruh tek ve biricik, kimsenin ruhu diğerine benzemez.

'MAHİR ÜNAL'IN SÖYLEDİĞİ ŞEY KENDİ POLİTİKALARINI DAYATMAK İÇİNDİ'

AK Parti eski Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın ‘Cumhuriyet alfabemizi, dilimizi, düşünmemizi yok etmiştir’ sözlerinden sonra, Türkçe yazan bir yazar olarak bu açıklamalara karşı çıktınız. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Çok yanlış bir yerden yaklaşmıştı. ‘Türkçe Osmanlıca’ya göre daha yeni bir dil. Bunu geliştirmeliyiz!’ diyebilirsiniz. Tamam, benim de bir yazar olarak görevim bu. Türkçe’ye yeni kelimeler katıp, zenginleştirip geliştirmek… Ama Türkçe’yle düşünemiyor, Türkçe’yle kendimi ifade edemiyorum derseniz, bunlar kendisinin cümleleri, Türkçe’yle felsefe yapılamaz. Türkçe’yle sanat yapılıyor ve yüksek bir şeydir sanat, felsefeden de yüksektir.

Sadece ben değil, Yunus Emre de yazdı ve kaç yüzyıldır var. Hacı Bektaş-ı Veli, Nazım Hikmet gibi çok saygın yazarlarımız var. Nobelli Orhan Pamuk var. Ben 25 kitap yazdım; kitaplarım 34 farklı dile yayınlandı, bunların hepsini de Türkçe’yle yaptım ve gerçek bu. Söylenen şey tümüyle kendi ideolojilerini, kendi kafalarındaki politikaları dayatmak için söylenen bir şey ve tamamen zırvalıktı. Tabii, politika gereği de yara aldı, olması gereken de oldu.

Bazen düşüncelerinizi ifade ederken korktuğunuz oluyor mu?

Türkiye bir korku ikliminde yaşıyor ama ben 14 yaşından beri bu iklimde yaşadım zaten. 14 yaşından 30 yaşına kadar vurulma ve hapse atılma, işkence görme korkusuyla yaşadım.

'KORKU İKLİMİNİ DAĞITACAK OLAN ŞEY, KORKUYA KARŞI DİRENMEKTİR'

Peki aldınız mı böyle ihbarlar?

Polisler beni dövüp, öldü diye bıraktılar birkaç kere. Yaralandım, bıçaklandım. Son 7-8 yıldır maalesef despotik bir yapıyla karşı karşıyayız; düşünenler, yazanlar herkes bir korkuya kapılıyor başıma ne gelecek diye… Çünkü insanlar tutuklandı, mahkemelere gitti, sadece sözünden ötürü Müjdat Gezen, Metin Akpınar, Genco Erkal ve pek çok gazeteci sorgulara götürülüp, mahkemelere çıkarıldı. Böyle bir korku ikliminde yaşıyoruz ama sözümüzü söylememiz gerekir. Çünkü korku iklimini dağıtacak olan şey, bu korkuya karşı direnmektir. Korku bulaşıcıdır. Eğer susar, boyun eğer, razı olursanız bu olağan hale gelir. Böyle bir yapı, siyasal iklim normaldir denir. Hayır, bu normal değil! Biz daha çok demokrasi istiyoruz, biz daha çok özgürlük istiyoruz, biz herkesin sözünü söylemesini istiyoruz. Biz tek ses değil, çok ses istiyoruz. Çok farklı görüşlerin yer almasını, her görüşün kendini ifade etmesini istiyoruz. Sağcı, solcu, komünist, anarşist, dinci fark etmez herkes görüşünü ifade edebilmeli. Şu andaki politik iklim, karanlık bir iklimdir. Herkese korku salmaya çalışılıyor, bu salmaya çalışılan korkuya karşı durmak gerekir.