Afganistan dosyası-2: Kolonyal dönemin İslamcı aktivisti: Cemaleddin Afganî

Afganî’nin, “İran Şahıyla Afgan Emirinin ittihadını” arzuladığı ülküsü, önümüzdeki günlerde İran İslam Cumhuriyeti ile Taliban İslam Emirliğinin birbirini resmen tanımasıyla vâkî olacak gibi!

Google Haberlere Abone ol

Veysel Başçı*

Ahmed Şah Dürrânî’nin 18. yüzyılda Peştun egemenliğini önceleyen politikaları 19. yüzyılda meyvelerini vermeye başlamıştı. Nitekim bu yüzyılın ilk çeyreğinde Peştun soyluların yoğun olarak yaşadığı Kandahar’da şekillenen “Edebistân-ı Kandehar” ekolü, modern anlamda Peştun-Afgan aydınlanmasına ve bu ekolde yetişen şairlerin bir süre sonra anti-kolonyal ve sömürge karşıtı şiirleriyle birlikte, dinsel geleneğin yoğun yaşandığı Afganistan topraklarındaki siyasal İslam’ın ilk nüvelerine dönüşecekti. Günün sonunda ise aşırı siyasallaşmanın uç verdiği edebiyatla beslenen bireyler, birer misyon adamı ve aktivist olup çıkacaklardı.

Edebistân-ı Kandehar ekolü, Kandehar’ın yönetici ailesine mensup, Ahmed Şah Dürrânî’nin Sedvazay kabilesinden olan, şiirlerinde “Meşrikî” mahlasını kullanan, Mesnevi şarihi Mihr(i) Dil Han’ın (ö. 1855) öncülüğündeki bir grup şair, edib ve aydının temellerini attığı bir ekoldü. Ülkenin kültür tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı kabul edilen bu ekol, klasik Doğu şiirinde Hint üslûbunun (Sebk-i Hindî) önde gelen temsilcilerinden Bîdil Dihlevî Mektebinin (Mekteb-i Bîdil) takipçisi olarak da anılıyordu. Bu ekole mensup şairler genellikle Peştuca ve Farsça olmak üzere iki dili de kullanıyorlardı. Bugün Taliban tarafından ülkede yasaklanan şarkıların birçoğu da o ekolden gelen şairlere ait şiir sözlerinden bestelenmişti.

Urdu dilinin en popüler şairlerinden Mirza Esedullah Han Galib ve Pakistanlı düşünür Muhammed İkbal gibi isimleri de etkilemiş bu ekolde yetişen şair, aydın ve sanatçıların en önemlilerinden biri hiç şüphesiz Gulâm Muhammed Han Tarzî idi. Şair, hattat, minyatür sanatçısı ve ressam da olan, kendisine ait görsel eserleri hâlen Kabil Müzesinde sergilenen Gulâm Muhammed Han, Emîr Abdurrahman Han ile arasının açılması üzerine Türkiye’ye yerleşmiş, başta İstanbul olmak üzere, Osmanlının çeşitli ilim merkezlerinde bulunmuştu. Sultan II. Abdülhamid’e methiyeleri de olan Gulâm Muhammed Han, Türkiye entelijansiyasının da yakından tanıdığı ve Afganistan’daki modernleşmenin mimarlarından olan Mahmud Tarzî ile ardıllarının da babası oluyordu.

Gulâm Muhammed Han gibi Kandahar ekolünden gelmiş olmasa da bu mektepte yetişen şair ve aydınlarla yakın temasta olup, onların etki alanına girmiş bir başka şair daha vardı. Bu da, Türkiye’deki siyasal İslamcıların çok yakından tanıdığı, modern dönemdeki İslami uyanışın ilk teorisyenlerinden kabul edilen Seyid Cemaleddin Afganî’den başkası değildi. [1]

Cemaleddin Afganî 1867 yılında, merkezinde Mekke ve Medine gibi kutsal yerlerin olacağı bir İslam Birliği (İttihad-ı İslam/Panislamizm) düşüncesini benimsemiş olarak Arabistan’dan Afganistan’a dönmüştü. Afganistan’a döner dönmez, ayağının tozuyla Muhammed A’zam Han’a yakın bir isim olarak bulmuştu kendisini. Hatta A’zam Han’ın çoğunluğunu savaşçı Peştunların oluşturduğu ordusuyla Herat kuşatmasına dahi katılmıştı. Afganî’nin bu askeri kuşatmaya katılmasında, A’zam Han’ın rakibi Dost Muhammed Han’ın gazabına uğramış aile ve akrabalarının yaşadıklarının payı da vardı elbet.

Afganî, ülkede özellikle İngiliz koloniciliğinin hüküm sürdüğü yıllarda gitmişti Afganistan’a. O dönem Afganistan toprakları, Rus-İran, İngiliz-Hint kısmi ittifak blokları arasında paylaşılmaya çalışılan, jeopolitik öneme sahip bir tampon bölge olarak, dünün emperyal ve alt emperyalleri tarafından gözüne kestirilmiş bir manda devlet şeklinde düşünülmüştü. Bu düşüncenin ilk somut adımı ise 1839 yılında Lord Auckland komutasındaki İngiliz-Hint askerlerinin ülkeye girişiyle hayata geçirilmişti. Böylelikle Afganistan’ın kolonyal işgal dönemi resmen 1839’da başlamış oluyordu. Aynı yıllarda ülke bir taraftan da Dost Muhammed Han ve kendisi gibi bir Peştun ve Barakzay kabilesine mensup Muhammed A’zam Han ile bunların çocukları arasındaki iktidar kavgalarına sahne oluyordu. Bu iç çatışmalar sırasında Dost Muhammed Han zaman zaman İngiliz sömürü güçleriyle sıkı ilişkiler geliştiriyor bazen de onların güdümünden sıyrılıp Ruslarla iş tutuyordu. Muhammed A’zam Han ise koyu bir anti-kolonyal olarak Kandahar ve çevresini kontrolünü altına almıştı.

Muhammed A’zam Han

İşte bu kaotik günlerde İran’dan Arabistan’a oradan da Afganistan’a geçen genç Cemaleddin Afganî, Muhammed A’zam Han’ın Kandahar merkezli tesis ettiği mahallî hükümette danışman olarak işe alınmıştı. Kimi kaynaklara göre A’zam Han’ın bakanı veya birinci veziriydi ve A’zam Han’ın önemli önemsiz bütün işlerinde kendisine danıştığı bir isim olmuştu. Beyrut âyânından Muhammed Mahzumî Paşa, Muhammed Amirî ve İranlı araştırmacılar Asgar Mehdevî ile İreç Efşar’ın ilk elden kaynaklara dayanarak verdikleri bilgilere göre Cemaleddin Afganî, Muhammed A’zam Han devletinde üst düzey bürokrat iken onun talebi üzerine, Tetimmetü’l Beyan fi Tarih-i Afganistan (Açıklamalı Afganistan Tarihi) adlı bir eser kaleme almıştı. Bir patronaj çalışması olarak Arapça yazdığı bu eserin daha giriş bölümünde, zihninde yeni yeni şekillenmekte olan Panislamist düşüncelerini dile getirecekti. Dinin inanç, ibadet, ahlak boyutlarını tâli planda tutarak, İslami bir politizasyona ve aktivizme eğiliminin izdüşümü olacak bu ilk dönem düşünceleri aynı zamanda onun alt kültür kıskacında olduğunu gösteren ayrıntılarla doluydu. Çünkü yüreğinin bir tarafı sömürge altındaki Afganistan için çarparken, diğer tarafı Afganistan’ı tarih boyunca egemenliği altında tutmak istemiş İranî hakimiyet için atıyordu. Afganistan’ı İran’ın arka bahçesi olarak görenlerden birisi de kendisiydi çünkü. Eserin birçok yerinde Herat ve Afganistan’ın Kuzey hattındaki birçok merkezin, İran-şehrî (büyük İran ideali) olduğunu belirtmişti. İttihad-ı İslam söylemiyle, İran’ın Afganistan’daki tarihsel emellerine sıklıkla vurgu yaptığı bu eserinin açıklama kısımlarında, siyasal İslam bagajındaki diğer düşüncelerini de dile getirmişti. Afganistan’ın kültür tarihinden ziyade siyasal tarihine odaklandığı eserinde açıkladıkları bir anlamda gariban Afganistan’ın tarihi değil de kör geleceğiydi sanki! Çünkü bugün Taliban’la bir kez daha İslam Emirliğine merhaba diyecek ülke için sistem, hak, hukuk, ahlâk, adalet vb. önermelerini daha o kitabın giriş kısmında izah etmişti.

Afganî, 1869 yılında Muhammed A’zam Han’ın rakiplerine yenilmesinden üç ay sonra Afganistan’ı terk etmişti. Oradan Hindistan’a, ardından Mısır, Sudan, Osmanlı ve dünyanın diğer bölgelerine giderek, İslamcı söyleme göre “Müslümanları uyandırma” faaliyetlerine aralıksız devam etmişti. Gittiği her ülkede o toplumun milli-kültürel değerlerini kendi İslami anlayışına göre ustalıkla yoğuran ve bu özelliğiyle de bir reformist algılanan Afganî, İslam ülkelerinin dûçar olduğu gerilik ve çöküşten çıkış reçeteleri sunuyordu. Ancak bunu yaparken, farklı toplumsal yapıdaki Müslümanların çatıştığı unsurları, üst kültür ve kimlikleri esas alarak dönüştürmeyi arzuluyordu. Örneğin 'İslam’dan uzaklaşmaktalar' dediği Türklere Arap düşüncesini ve Anadolu’nun ruhuna ters bir İslam anlayışını salık verirken, Afganlıya da büyük İran medeniyeti içerisinde birtakım roller biçiyordu. Önermelerinin anlaşılma ve uygulanma biçimi ise beşerî birikim ve çabalara bağlı olarak dinde reform ve ıslahat olarak algılanıyordu. Onun dinde ıslahat düşünceleri ise bir zaman sonra çeşitli din anlayışlarındaki mevcut statükocu yaklaşımlara uydurularak, farklı şekil ve suretlerde yorumlanıyordu. Afganistan gibi savaşçı bir topluma, sömürgecilikle mücadeleyi salık vermek, belli bir süre sonra sömürgeciliğin nitelik ve nicelik yorumlarını da beraberinde getiriyordu ki bu yorumlar, Afganistan’ın 20. yüzyılda siyasal İslami hareketlerle tanışmasına, ardından bu hareketlerin cihadist bir zihniyete ve kisveye dönüşerek dinin radikalleştirilmesine kapı aralayacaktı. Dolayısıyla Cemaleddin Afganî’nin bugünün Afganistan’ındaki tabloda güçlü fırça izleri vardı.

Ateşli nutuklar içerisinde vurguladığı sömürge karşıtlığını, özellikle İngiliz kolonyalizmine dair öneride bulunduğu mücadele biçimini, öğrencisi ve “dava arkadaşı” Mısırlı Muhammed Abduh’la birlikte Paris’te çıkardıkları Urvetü’l Vuska dergisinde de hep dile getirmişti ve İstanbul’da verdiği son nefesine kadar da bu düşüncelerini hep korumuştu. Örneğin (üst) İran (alt) Afgan birliğine dayalı önermelerinden birinde aynen şunları söylüyordu:

“İngiliz düşmanlığı ya da anti sömürgecilik Afganların damarlarındaki kana karışmıştır. Eğer şu günlerde İran şahıyla Afgan emiri arasında bir ittifak sağlanırsa Şark’ta yeni bir İslami güç doğacaktır. Bunun peşinden de özellikle Doğu Müslümanlarından yeni bir hayat fışkıracaktır. Emelleri tazelenecektir…” [2]

Muhayyil Afganî’nin, “İran Şahıyla Afgan Emirinin ittihadını” arzuladığı bu ülküsü, -her ne kadar görmek kendisine nasip olmadıysa da- önümüzdeki günlerde İran İslam Cumhuriyeti ile Taliban İslam Emirliğinin birbirini resmen tanımasıyla vâkî olacak gibi!

Ayrıca bugünlerde, Taliban rejimi ile tekrar gündeme gelen Afganistan’da kadın hakları konusu var ki, Afganî’nin Afganistan’da kadının toplumdaki yerine dair de önerileri vardı. Bu önerisini de bir şiir alıntısıyla şöyle dile getirmişti:

Öldürmek ve savaşmak bizim üzerimize farz kılındı

Şarkıcı kadınlara ise ancak eteklerini sürümek düşer. [3]

Bu şiirin Türkçesi bizlere, Taliban’ın kadına tanıyacağı -bir hak varsa eğer- o hakkı Cemaleddin Afganî’nin tâ 19. yüzyılda bütün Müslüman toplumlarına pay ettiğini söylüyordu.

*Bağımsız araştırmacı

NOTLAR

1- Afganî’nin edebi kişiliği ve şiirleri için bkz. Nezahat Başçı, “Cemaleddin Afgani’nin Edebi Kişiliği ve Şiirleri”, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Aralık-2019 Cilt:11 Sayı:3, Sayfa:1432-1454

2-Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh, Urvetü’l-Vuska, Türkçesi: İbrahim Aydın, Bir Yayıncılık, İstanbul, 1987, s.224

3-Muhammed Mahzumî Paşa, Cemaleddin Afganî’nin Hatıraları, trc. Adem Yerinde, Klasik, İstanbul, s.86

Yarın: Modernleşme dönemi ve ‘Nur Dağı’ndaki Çocuk’ların doğuşu