Adam tekrar kazanır mı; tik tak, tik tak, … Tak tik

İkilem, “mutlu bir sabahı bekleyen saatin tik takı ile patlaması beklenen saatli bombanın tik takı” arasında değil. En akılcı tak-tik’i uygulayacak olanlar arasında.

Google Haberlere Abone ol

Oysa her şeyi ne kadar güzel planlamışlardı. Sadece zamanın, tarihlerinin gelmesi bekleniyordu. “Günah keçisi” Demirtaş içerideydi, yeni “keçiler” Mücella, Can da eklenmişti. Hem sesleri kısılacaktı hem de olası yenilere gözdağı vermek için sık sık hatırlatılacaklardı. Mansur’un önünü zaten HDP kesmişti, İmamoğlu da engellendiğinde istenilen karşı aday da seçilmiş olacaktı. O da oldu, Kılıçdaroğlu aday ilan edildi. Ekonomi, dolar falan. Tamam, birtakım sıkıntılar vardı ama Arap riyali, Rus rublesi, swap mwap işi idare edebilirdi. Çok da önemli değildi, çünkü bu seçimi savaş ve savaş araçları kazandıracaktı. Ulus, at üzerinde doğmamış mıydı! Devlet, Kurtuluş Savaşı üzerinde kurulmamış mıydı! T.C.nin yeni yüzyılını başlatacak lider de savaş kahramanı olacaktı. Suriye’ye bir kara harekâtı, Kandil’e üç-beş SİHA, üç-beş bomba. Üniformalı profil fotoğrafı bile hazırdı. Kim karşısında kazanabilirdi ki.

Üstelik Nisan ayında gündem, her gün yeni bir “bomba haber” ile belirlenecekti. “TOGG fabrikadan çıktı”, “İki adet Altay Tankı TSK’ya devredildi”, “Karadeniz’de doğal gaz bulduk”, “İMECE uydusu fırlatıldı “Akkuyu Nükleer Santrali’ne yakıt pompalandı”, “Gabar’da petrol bulduk, rafineriye gönderiyoruz”, “Teknofest’te savaş araçlarımızı sergiledik”, “…..”, “…..”. Hadi muhalefet gündem belirlesin bakalım!

Bir de ezberi sürekli tekrarladın mı, oldu bu iş; "FETÖ sandığa ortak oluyor", "Bu seçim PKK ve FETÖ'yü meşrulaştırma seçimidir", "Büyük resim Türkiye'yi işgal planıdır", "Bayrağı indirmediniz, ezanları dindirmediniz", “LGBTci bunlar”, “…”, “...”.

Ama olmadı, olmuyor!

En önemli belirleyen kuşkusuz deprem. Deprem gösterdi ki “kral çıplak”. 20 yıldır AKP iktidarı, bütün o şatafatlı laflarının arkasında, olası bir deprem için hiçbir hazırlık yapmamış. Hiçbir hazırlık yapmadığı gibi AFAD gibi, Kızılay gibi deprem kurumlarını “arpalık” için kullanmış. Resmi rakamlara göre 50 bin, gerçekte ise 100 binin üzerinde insanın hayatını kaybettiği deprem, büyük ölçüde AKP seçmenini etkiledi. Geride kalanlar şimdi “kulaktan kulağa” kendi partilerinin kendilerine sahip çıkmadığını fısıldıyor.

Üstelik deprem, sadece AKP’nin var olan halini değil, planlarını da yerle bir etti. Komşularla gerilim çıkarma planları rafa kalktı. 5 binin üzerinde insanın hayatını yitirdiği Suriye’ye mi kara harekâtı düzenleyecek yoksa arama kurtarma faaliyetine katılan Yunanistan ve Ermenistan’a mı?

Saray’ın planlarında asıl beklenmedik “sürpriz”i ise Kılıçdaroğlu yaptı. “Bay Kemal” diyerek küçümsediği şahıs, “ben Bay Kemal” diye söze başladığı her durumda AKP seçmeninin de “kulak kabartmasına” neden oluyor. Diğer 5 partinin seçmenini de “Bay Kemal”i savunmaya itiyor. Kılıçdaroğlu, şimdiye kadarki seçimlerde göstermediği performansı, bu seçimde sergiliyor.

Ekrem’in ve Mansur’un performansını da not etmek gerek. Ama onlarınki zaten kaçınılmaz. Çünkü kaybedecekleri sadece kendi koltukları değil, aynı zamanda siyasi kariyer planları olacak.

Erdoğan’ın önceki seçimdeki gibi yine en büyük “baş belası” Demirtaş oldu. Hatırlanacağı gibi “seni başkan yaptırmayacağız” sözüne çok içerlemişti Erdoğan. Demirtaş’ın bu sefer ki müdahalesi ise “nefes aldırmayan” günlük politik müdahaleleri. Bu müdahaleler, HDP’lilerin aktif politik tutum almasına ve yaymasına yaramıyor sadece aynı zamanda AKP seçmeni Kürtleri de Saray propagandalarından uzaklaştırıyor. Politik zenginlik/üretkenlik ve gündem belirlemede masanın diğer 5 ayağından daha başarılı olduğu da ortada.

Kısacası; farklı kategorilerde olsa da deprem, Kılıçdaroğlu ve Demirtaş, Saray’ın baş edemedikleri oldu.

Ancak Osmanlı Sarayında oyun bitmez, denemeler son bulmaz. AKP de sürekli deniyor. CHP’nin ve İYİ Parti’nin il binalarına yönelen kurşunlar denendi, olmadı. AKP milislerinin saldırı denmeleri de tutmadı. Kulaktan kulağa fısıldanan, 10 Ekim hatırlatılması yapılan, 1 Mayıs da “atlatıldı”. Kaset tehditlerinin bir işe yaramak yerine ters tepeceği de öngörülmüş olmalı. Kılıçdaroğlu’nun “Fahrettin Altun, Serhat ve ekip arkadaşları Çağatay ile Evren; anlaşmaya çalıştığınız dark web dünyası, sizi yabancı istihbaratın eline düşürür” uyarısı ise karşı tarafta panik oluşturmuş olmalı.[1]

Son 10 gün kala “dostu da düşmanı da” Saray’dan “tavşanlar” çıkartmasını bekler durumda. Yoksa kayıp kesinleşmiş olacak. Şimdilik ise ortada sadece Erdoğan ve Bahçeli’nin tutarsız konuşmaları var. Bir de Soylu’nun ve Binali’nin bininin bir para etmediği yalanları…

MUHALEFETİN EKSİK NOKTALARI

Akşener’in, Babacan’ın, Davutoğlu’nun ve özellikle Karamollaoğlu’nun beklenen performansları sergilemedikleri ortada. Akşener, masada çıkardığı krizden sonra bir türlü “form tutamadı”. Kendi parti logoları ile seçime girecek olmaları teşkilatı çalışmak zorunda bırakıyor. Vekil pazarlığının (yasama) tamamlanmasıyla rahatlayan Babacan, Davutoğlu ve Karamollaoğlu ise şimdi gözünü CB kadrolarının (yürütme) paylaşımına dikmiş durumda. Oysa en çok çalışması gereken bu üçü. Çünkü AKP seçmeninin muhalefete geçişindeki ilk basamak bunlar.

Açıktır ki Cumhur İttifakı'nın en belirgin defoları Hüda Par, DSP ve Yeniden Refah. Biri pusu kuran, katliamcı dinci bir terör örgütünün temsilcisi, diğeri bir siyasi tarihi (yılların emeğini) kişisel çıkara dönüştüren bir şaklaban ve sonuncusu; mirasyedi, kirli pazarlıkçı olmasının yanında tam bir kadın düşmanı. Ve üçü de AKP listelerinde, AKP bünyesi içinde. AKP’ye verilen her oy, bunlara verilen oydur, bunların onaylanmasıdır. Karamollaoğlu’nun özel olarak Hüda Par’a karşı, Davutoğlu’nun Erbakan’a karşı, Babacan ekibinin AKP kadın kollarına karşı aktif propagandaya girişmesi beklenirdi değil mi?

Sol cenahta ise bir türlü “gönül rahatlığı” oluşmadı. Sandığa gitmek zaten bir rahatsızlık[2], bir de “gönlü rahat olmadan” sandığı gitmek başka bir rahatsızlık! Kürt halkının ilerici siyasi değerlerini temsil edenlerle sosyalist ideolojiyi ve devrimci tarzı sahiplenenlerin tek bir listede buluştuğu bir oy pusulası elbette mümkündü (kimse bunun imkânsız olduğunu ileri sürmesin). Neyse, olmadı. Sosyalistlerin büyük bölümü anlamadı ama kabul etti son durumu; siyasetin ince ve kalın hesapları.

Mahalle baskısı, “seçimden önce kafa karıştırmaya ne gerek var” der mutlaka. Bu durumun asıl muhatapları; bu sonuca maruz bırakılanlar değil, maruz bırakanlardır. Yani Çengiz Çandar’ı ve Hasan Cemal’i piyasaya sürerek niye insanların “kafasını karıştırıyorsunuz”? Resmi açıklama yok, “maruz bırakılanların” kendilerini ikna etmek için gerekçe arayışları var; olası bir çözüm sürecinde “görüşmeci aktörleri” şimdiden belirlemek. Yani Kılıçdaroğlu’nun CB olduğu Devlet, “Kürtlerle yeni bir çözüm süreci başlatacaktık ama masaya çağıracağımız Çengiz ve Cemal vekil değilmiş, o yüzden başlatmıyoruz” demesin…[3] (Hala zaman var, belki listelerde çekilmeler/çektirilmeler olur)

Bir de Ahmet Şık’ın söyledikleri var[4] (Duymamış gibi de yapılabilir, elbette). Nedeni, dürtüsü ne olursa olsun, Kürt halkının ilerici değerlerini sahiplenenlerle ortak bir gelecek kurma projesine solda görünen hiç kimsenin zarar verme hakkı olamaz.[5]

Sol adına sorumluluk üstlenen, temsiliyet verilen her kim olursa olsun (en basitinden) 1 Mayıs alanının “ağırlığını” hissetmek zorunda. Görülmüştür son 1 Mayıs. Daha öncekilere göre kıyaslanmayacak bir biçimde gündem olmayan, ciddi bir örgütlenme çalışması yapılmayan 1 Mayıs, on binlerin “kendiliğinden” aktığı gösteri oldu, seçim öncesi yapılan en büyük miting oldu. Siyasi taşıyıcılığını, bu “ağırlığı” taşıyanlar yapabilir ancak.

SONDAN BİR ÖNCEKİ SONUÇ (ASIL SONUÇ 14’ÜNDE)

Son günlerin en ferahlatıcı gelişmesi artık anketlerin yayınlanamayacak olması. Ne anket yaptı bu seçim, değil mi? Telefonda yapılan anketlerde en yüksek cevap verme oranı yüzde 15 olmasına rağmen anket sonuçları, resmi seçim sonucu gibi pazarlandı durdu. Anketin kendisi, en çok kullanılan propaganda/manipülasyon aracı oldu. Özellikle Kılıçdaroğlu’nu sınırda gösterip İnce’nin çekilmesini sağlamak için ama olmadı. Neyse kurtulduk artık. Anketlerden şimdi, İnce’den de 15’inde.

Şimdi 14 Mayıs, saat 17:00 beklenecek. Ancak “sürpriz” beklediğimiz son bir haftamız daha var. Bir şey yaparlar mı, kendilerinden başka bileni yoktur. Ama yapacaklarsa bile geç kaldılar. Çünkü yapılacak olanın siyasi sonucunu örgütlemek için bir hafta çok kısıtlı bir zaman. Asıl uyanık olunması gereken zaman 14 Mayıs günü.

Bay Kemal’den “uyarı” geldi bile; “Seçim gecesi galip geldiğimizde kimse sokağa çıkmasın. Sevinç gösterisi yapmasınlar. Herkes evinde otursun..., provokasyona gelinebilir”. Bu sorgulanması gereken bir çağrıdır.

-Kazanım, sessiz kalınarak korunamaz.

-Sevinç gösterileri mutlaka yapılacaktır. Tamamı engellenemiyorsa zayıflatmak daha da kötü bir tercihtir.

-Provokasyon yapma kararı alındıysa bu zaten engellenemez. Ancak ve ancak karşı durarak işe yaramaz hale getirilir.

İkilem, “mutlu bir sabahı bekleyen saatin tik takı ile patlaması beklenen saatli bombanın tik takı” arasında değil. En akılcı tak-tik’i uygulayacak olanlar arasında…

Tekrar etmek gerekir ki 14 Mayıs sabahından başlayacak ve Saray’ın açıklamasına kadar devam edecek süreç, en kritik zaman aralığı olacak! Hamle yapmaya tenezzül edecek olanlar ya baştan vazgeçirilmeli ya da yaptıkları hamleler en hızlı bir şekilde bertaraf edilmelidir. Zamana yaymak, beklemek, hareketsiz kalmak; “adamı tekrar kazandırır”.

[1] Serhat, Çağatay ve Evren isimlerinin verilmesi, ayrı bir mesaj elbette; “aranızda bize çalışan köstebekler mevcut”.

[2] Bilinir ki bu ülkede Mahirlerin, Denizlerin devrimci geleneğini sahiplenenler sandığa karşı hep mesafelidir. Çünkü sandık, düzeni meşru kabul etmenin, yasal kurallarla düzenin değişebileceğinin simgesel kabulüdür.

[3] Bu “türler”in siyasette izleyeceği yolları herkes deneyimledi, örnekledi. Bir tarafta Abdüllatif Şener, Cihangir İslam, Mehmet Bekaroğlu var. Diğer tarafta ise Muharrem İnce, Ayhan Bilgen, Mustafa Sarıgül. Bakalım hangi türden olacaklar!

[4] Anamın öğütlerinden biri geldi aklıma (nedense); “oğlum, laf ağzından çıkana kadar o lafa sen hakimsin, çıktıktan sonra, o sana”. Bu arada eklemeden olmaz! Sırrı Süreyya’dan Çengiz Çandar için de birkaç laf etmesi beklenirdi…

[5] İstanbul 2. Bölgede kayıtlı sosyalistlerin nedir çektiği bu ıstırap! Bir oy “her şeyi” değiştirirmiş ya, ya benim oyumla her şey değişirse!