Abdurrahman Gök ile hasbıhal

Nisan ayından bu yana tutuklu olan gazeteci Abdurrahman Gök, "Hakikati dediğim dedik birilerinin insafına bırakmayanların izinde gazetecilik yapmaya devam edeceğim" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Gazeteci Abdurrahman Gök ile Diyarbakır'a geldiğim 2011 yılından beri tanışıyoruz. Gazetecilik yapmak, Gök'ün tek hedefiydi. Tanıştığımız ilk andan bu yana bende bıraktığı izlenim bu. Çünkü, şimdi düşünüyorum da, onunla konuşmalarımızın neredeyse tamamı gazetecilik üzerineydi. Yaptığı ya da yapmayı tasarladığı haberleri konuşurduk. Bunları konuşurduk çünkü Gök, imza attığı haberlerle adını duyurmuş, iktidarın dikkatini fazlasıyla üzerine çekmiş bir gazetecidir.

Ama malum, gazetecilik yapmak, gazetecilik yaparken bazı konulara değinmek, bazı sorunları görünür hale getirmek tehlikelidir Türkiye'de.
Abdurrahman Gök, hiç kuşkusuz başka türlü bir gazetecilik pratiği tercih edebilirdi. Bunu yapmadı. Çalıştığı ajans basıldığında, ajansın ekipmanına el konulduğunda, arkadaşları gözaltına alındığında daha çok çalışıp gazeteciliğe devam edeceklerini söylediği videolara internetten ulaşmak mümkün. Bu söylemi lafta bırakmadı. Bu türden gazetecilik tarzını benimsediğine, içselleştirdiğine, yaşama biçimi haline getirdiğine aradan geçen zamanda yaptığı haberler tanıktır.
Daha önce de birçok defa yaptığı haberler nedeniyle gözaltına alınan Abdurrahman Gök, 27 Nisan'da bir kez daha gazeteci arkadaşlarıyla birlikte gözaltına alındı ve çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandı.

Tutuklanma gerekçesi "örgüt üyeliği". Oysa Gök, kısa süre önce yine "örgüt üyeliği"nden yargılanmış ve beraat etmişti. Gök ve arkadaşları, kimliği açık bir itirafçının verdiği ifadeler doğrultusunda tutuklanmıştı. Ancak söz konusu itirafçıyı Gök hiç tanımıyordu. Daha ilginç olanı ise itirafçının Gök ile ilgili bir beyanının bulunmamasıydı. Ama bu bile tutuklanmasının önüne geçemedi.

Abdurrahman Gök, mahkeme çıkışında eşi kendisine sarılmaya çalışırken verdiği mesaj ile hafızalara kazındı. Gök, “Faşizm yenilecek, hiç merak etmeyin, bu faşizan düzen defolup gidecek. Kahrolsun faşizm, yaşasın özgür basın” ifadelerini kullandı. 

Gazeteci arkadaşımız Abdurrahman Gök ile söyleşi yaptık. Bunun iki gazetecinin hasbıhal etmesi şeklinde olmasını istedim. Gazeteciliği, gazetecilik imkanlarına el konulmasını ve gazetecilik ile ilgili hayalleri paylaşalım istedim.

BERAAT ETTİĞİ 'ÖRGÜT ÜYELİĞİ'NDEN TUTUKLANDI

Gözaltına alınman ve tutuklanman bizi üzdü ama doğrusunu istersen şaşırtmadı. Çünkü bugüne kadar epey etkili haberler yapmıştın ve bu haberler, defalarca gözaltına alındığından belli, iktidarı rahatsız ediyordu. Sen ne hissettin gözaltına alındığında ve ardından tutuklandığında? Tutuklanmayı bekliyor muydun?

20 yıldır gazetecilik yapıyorum. Defalarca gözaltına alındım, yaptığım haberler nedeniyle hakkımda soruşturmalar açıldı, davalar açıldı. Toplumsal gösterilerde darp edildim, işkencelere varan uygulamalara maruz kaldım. Meslek hayatımın son 13 yılında telefonumun dinlenmediği bir an yok. Ama buna rağmen gazeteciliğin gereğini yerine getirmekten kaçınmayı bir an olsun düşünmedim. Bu sözünü ettiğim baskılar, özellikle 21 Mart 2017’de polis tarafından öldürülme anlarını kare kare çektiğim üniversite öğrencisi Kemal Kurkut’un fotoğraflarından sonra başka bir boyuta taşındı. Fiziki ve teknik takibe alındım. Defalarca evime baskın yapıldı, soruşturmaların biri kapandı biri açıldı, gizli tanıklar üretildi. Ama tüm bunlara rağmen beni ağır cezalarla "cezalandıramayacalarına” ikna olunca bu sefer Kobanê, Şengal ve Rakka haberlerimden, savaş muhabiri olarak bulunduğum dönemlerde yaptığım haberler, çektiğim fotoğraflar “suç” sayıldı. Ve yargı tarafından gazeteciliğim nedeniyle ertelemesiz 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası verildi.

Bu dosya halen Yargıtay'dayken 25 Nisan 2023 günü sabahı bir kez daha evim polis tarafından basıldı. Ve 27 Nisan’da “örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla tutuklandım. Üstelik daha birkaç ay önce “örgüt üyeliğinden” beraat etmeme rağmen. Aslında tutuklanacağımdan emindim. Çünkü soruşturma savcısının dosyada ne olmadığından haberi yoktu. Ve tavrından sadece “imza” savcısı olduğu net anlaşılıyordu. Nitekim emniyetin talimatı ve savcının tutuklama imzasıyla sevk edildiğim mahkemece tutuklandım. Yaşadıkları işkenceler sonucu ölümden kurtulanların dahi büyük cezalarla yargılandığı bir ülkede, işkencelere, haksızlıklara uğrayanların gazeteciliğini yapan ve hakikatleri ortaya çıkarmaya gayret edenlerin tutuklanmaması asıl şaşırtıcı olan olsa gerek. Ama buna rağmen ara sıra da olsa hükümet yetkililerinden “Türkiye’de basın özgürdür” sözlerini işitmek bizi mutlu ediyor. Biz hep bu sözü yanlış anlıyormuşuz meğer. Aslında düşünce dünyamızda bu özgürlüğün tadını çıkarabilirmişiz. Ama işte biz bununla yetinmeyip ifade boyutuna taşıyoruz, bunun da bir bedeli var tabi. Yani Kemal Kurkut’un yargısız infaz fotoğraflarını hafıza belleğinde saklama “özgürlüğüm” varken bunu yeğlemeyip toplum hafızasına taşıdım ve çizilen “özgürlük” sınırını aştım. Tabii ki bunun bir bedeli olacak ve devlet, polis-yargı eliyle şu an bunun intikamını almak için didiniyor, uğraşıyor.

'İTİRAFÇI İLE TANIŞMIYORUZ'

Kimliği açık bir itirafçının beyanıyla tutuklandın. İtirafçı, birçok kişi gibi muhtemelen basından tanıyordu seni. Sen tanıyor muydun bu şahsı?

Küçük bir hatayı düzeltmek istiyorum aslında, “açık tanık” denilen bu kişinin bana dair tek bir cümlesi yok dosyada. Savcı fotoğrafını bana gösterip “Bu şahsı tanıyor musun?" diye sorduğunda, "Onu tanımadığım gibi kendisi de beni tanımıyordur. Çünkü bana dair bir ifadesi yok" yanıtını verdim. Savcı şaşırdı ve ifadelerimizi okuyunca gerçekten bana dair tek bir cümlesinin dahi olmadığını gördü. İşte bu nedenle savcı için “imza savcısı" diyorum. Benim hakkımda ifadesi olmayan bir itirafçının fotoğrafı neden benim dosyama konulur ki? Düşünün, savcı dosyaya hakim olmadığı ve başka da dosyada ne olduğunu bilmediği için defalarca dosya karıştırdı ve bir ara TEM şube müdürünü bile çağırmaya yeltendi. Daha sonra 16 Haziran 2022’den beri tutuklu bulunan gazeteci arkadaşımın HTS kayıtlarında 2017-2021 arası telefon numaram olduğunu söyledi. İçeriği yok konuşmanın ama beni telefonla aramış olması dahi “suç isnadı" için yeterli sayılmış. Yani düşünsene, seninle de çok telefon görüşmemiz var ve bu senin başına da iş açabilir. Benden söylemesi. Ha, unutmadan son suç isnadı da yeni çıkan kitapların kısa tanıtımları. Biliyorsun uzun süredir çıkan kitapları okur ve ara ara haklarında kısa da olsa tanıtım haberleri yapardım. Birçok tanınmış yayınevi de çıkan kitaplarını tarafıma gönderirler, sağ olsunlar. Ama yaptığım onca kitap tanıtımından sadece Aram Yayınevi'nden çıkan, hepsi de bandrollü kitaplardan birkaçının haberlerini dosyaya “suç isnadı” diye koymuşlar. Bunlardan başka da bir şey sorulmadı ve buna rağmen “örgüt üyeliğinden” tutuklandım.

'GAZETECİLİK HAKİKATİ ARAMA BİÇİMİDİR'

Gazetecilik, birçok şeyin yanı sıra, yaşam biçimidir. Aylardır içeridesin ve sevdiklerinin yanı sıra mesleğinden, diyelim çalışma masandan ve fotoğraf makinenden de uzak düştün. Alıştın mı bu duruma? İçeride gazetecilik benzeri işler yapmak için olanağın var mı?

Benim ne kadar duygusal olduğumu bildiğinden, herhalde bu soruyu beni ağlatmak için sordun. Evet, insan sevdiklerini çok özlüyor, ben de çok özlüyorum. Gazeteciliği bir hakikat biçimi olarak görüyorum ve hem de en etkili hakikati anlatma yöntemi bana göre. Beni savaş bölgelerine ölüm pahasına götüren bu hakikat anlayışıydı. Yoksa ne diye Şengal’e, Kobanê’ye, Rakka’ya gideyim. Kürtçe de bir deyim var, "Morîkê diya min li vir ne qetiya bu" (Annemin boynundaki boncuklar orada saçılmamıştı). Onları aramaya gitmedim ki ya da Jina Amini'nin, Zekeriya Xeyal’in hakikatini duyurmak gibi bir arayışım olmasa, her gün insanların en ufak gerekçelerle idam edildiği İran’a gidip oradaki halkın ne istediğini yazma cesareti gösterebilir miydim? Evimin de hasar görmesine rağmen fotoğraf makinamı alıp hemen depremin üssü Pazarcık’a gidip bir an önce “güneşin doğmasını isteyen” Fidan Abla'nın derdiyle dertlenir miydim. Tabii sadece ben değildim bunu yapan. Vicdanını yüreğinde taşıyan her gazetecinin en önemli düsturudur bu hakikat gerçeği. Ve fiili olarak bundan uzak kaldığınızda üzülüyorsunuz. Gazetecinin en önemli aracı olan fotoğraf makinanızı, kameranızı, ses kayıt cihazınızı özlüyorsunuz, yoksa cezaevinde de hikaye çok.

SON VİDEOYU HAZIRLAYAMADAN TUTUKLANDI

Bir ara bisiklet kullanıyordun ve son dönemlerde bir motorun vardı. Bu motorla çıktığın yolculuklarda güzel videolar hazırlıyordun. Tahminimce çok özlüyorsundur bu aktiviteyi. Daha önce konuşma şansımız olmadığı için, bize bu çalışmalarınla ilgili de bilgi verebilir misin?

Fırsat buldukça aslında şehir hengamesinden, o boğucu havadan, ortamdan günübirlik de olsa sıyrılabilmek adına doğayla küçük buluşmalarım oluyordu ve ben bunu mütevazı YouTube kanalımdan arkadaşlarımla paylaşıyordum. Pazarcık merkezli depremde, özellikle sevdiklerinden uzakta olanlar için bir araç olabilmesi adına, Pazarcık’ta kaldığım süre boyunca yaptığım bütün haberleri, görüntüleri, insan hikayelerini ve diyalogları Mezopotamya Ajansı’nın yanı sıra Youtube kanalımda da paylaştım. Özellikle yurtdışında yaşayanlar böylelikle arkadaşlarından, yakınlarından, dostlarından haber alabildiler ve bundan büyük mutluluk duydum. Tabii o videolarda büyük travma da vardı ve dinlediğim her hikayenin etkisinde kaldım. Diyarbakır’a dönünce de ancak yeniden fırsat bulduğum anlarda motora binip bir yerlere gidip doğayla buluşarak biraz nefes alabileceğimi düşünüyordum. Hatta gözaltına alınmadan iki gün önce Eğil’e bağlı Şawelya köyünün arka tarafında, Dicle Nehri’nin geçtiği eşsiz bir vadiyi dolaşmıştım ve videosunu paylaşmak için hazırlamıştım. Ancak paylaşamadan cezaevine konuldum. İzlememişseniz Youtube kanalımdan eski videolarımı izleyin isterseniz. Buradan çıktığımda hem o son videoyu hem de yeni videoları sizlerle paylaşmayı sürdüreceğim.

'AĞIR HASTALAR TAHLİYE EDİLMİYOR'

Hasta mahkumlarla ilgili de sormak isterim. 'Ağır hasta mahkumlar tahliye edilmiyor' diye haberler çıkıyor. Bir de infazı yakılan mahkumların meselesi var. Bu konuyla ilgili gözlemin nedir?

Maalesef şu an bulunduğum cezaevinde de bırakın hastalığı, “kocama” nedeniyle tahliye edilmeleri gereken siyasi tutsaklar, Adli Tıp raporlarına rağmen cezaevinde tutuluyor. Yürümekte dahi zorlanan Mehmet Emin Özhan’ın durumunu artık tüm Türkiye biliyor. Ve buna rağmen tahliye edilmiyor. Kendisinin A Blok'ta olduğunu öğrendim. Burada ona Apê Dedo diyorlar ve kendisiyle aynı odada bulunan oğlu ona refakat ediyordu (oğlu, kısa süre önce tahliye edildi). Cezaevine geldiğim ilk gün müşahede odasında tutulurken yaşlı birisinin bir gencin refakatinde ayaklarını sürüyerek zar zor yürüdüğünü görmüştüm. Kapının yaklaşık 10-20 cm'lik cam bölgesinden baktığımda, yaşlı adamın Mehmet Emin Özkan olduğunu gördüm ve maalesef tahliye edilmiyor. Yine geçen sene 30 yıl ceza alan başka bir tutukluya idarenin verdiği cımbızın deformasyonu nedeniyle tornavidaya dönüştürüldüğü gerekçesiyle bir yıl daha ceza veriliyor. Aralıkta o bir yılın da bitmesi ve cezaevinden çıkması bekleniyor. Yine üyelik cezası olan birçok gencin de infazlarının yakıldığını öğrendim.

İçeride birçok gazeteci arkadaşımız daha var. Selam söyle desem kimlere selam söyleme olanağın var? Sağlık durumları, moralleri nasıl?

Diyarbakır 1 nolu yüksek güvenlikli ceza infaz kurumu C Blok 30 numaralı odada kalıyorum. Sanırım bulunduğum cezaevi A, B ve C bloklarından oluşuyor. 16 Haziran 2022’de tutuklanan gazeteci arkadaşlarımın bir kısmı A Blok'ta, bir kısmı kadın cezaevi, bir kısmı da CİK’te tutuluyor. Onlara selamını iletme durumum yok maalesef. İç posta ile gönderilen mektupların dahi onlara ulaşması ayları bulabiliyor. O yüzden bence sizler bir kartla bile olsa selam gönderirseniz daha hızlı ulaşmış olur. Remzi Akkaya ve M. Şah Oruç arkadaşlarla birlikte tutuklanmıştık ve üçümüz C Blok'ta farklı odalardayız. Görme imkanım olduğunda selamını iletirim. Bir de Beritan Canözer arkadaşımla birlikte aynı araçta getirildik cezaevine, o da kapalı cezaevindeydi ve kısa süre önce serbest bırakıldı.

Dışarıya ne söylemek istersin?

Bizleri yalnız bırakmayan, tutuklandığım günden beri yurtiçi ve yurtdışından tanıdık tanımadık mektup ve kitap gönderen herkese teşekkür ediyorum. Hakikati dediğim dedik birilerinin insafına bırakmayanların izinde gazetecilik yapmaya devam edeceğim. Sizleri sevgiyle selamlıyorum, görüşmek ümidiyle.