2023 İran yönetiminin son yılı olabilir

İran yönetimi hayatta kalmak için tavizler vermek zorunda. Aksi taktirde Kuzey Kore modelinde olduğu gibi ülke içinde daha radikal ve uluslararası camiada tecrite düşen bir toplum haline gelecektir.

Google Haberlere Abone ol

Celal Rushen

2022 yılının yaklaşık üçte birinde ülkeyi kasıp kavuran kitlesel protestolara sahne olan İran İslam Cumhuriyeti, 2023 yılına ekonomisi, dış politikası ve temel hak ve özgürlükler açısından oldukça vahim durumda giriyor. İran'daki İslami rejim, 44 yıllık ömrü boyunca çok sayıda halk protestosuyla karşı karşıya kaldı. Her ayaklanmayı ve isyanı içeriğine ve biçimine göre, elbette geri adım atmadan ve müsamaha göstermeden ve hoşgörü olmaksızın yönetti ve bastırdı. Kullandığı yöntemler ise baskıcı ve totaliter doğası gereği oldukça kanlı ve şiddetli oldu.

Pehlevi rejimi 1979'da bir yıl süren bir halk ayaklanmasıyla yıkıldı ve çok şiddetli ve acımasız bir şekilde kurulan yeni İslami rejim, önce eski rejimin kalıntılarını sonra gelecekteki potansiyel düşmanları olarak gördüğü kişileri ve grupları yok etti.

1980'de İran-Irak Savaşının başlamasıyla birlikte bu infazlar daha yoğun şekilde başlamış oldu. 1988'e gelindiğinde İran’da neredeyse muhalif ve muhalefet diye bir şey kalmamıştı. Ya idam edilmişler ya da yurtdışına zorunlu sürgün edilmişlerdi. Sadece 1988’de binlerce siyasi tutuklu yeniden sorguya alınarak tövbe etmedikleri gerekçesiyle hızlı bir şekilde idam edildi. Şimdiki İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi o dönemde Humeyni’nin emriyle kurulmuş olan ve ölüm heyeti olarak bilinen dört kişilik heyetin üyesiydi.

O dönemden günümüze kadar 1996 Tebriz protestoları, 1998 Tahran ve Tebriz üniversiteleri kampüslerinde günlerce süren protestolar, 2006 ve 2015 Tebriz protestoları, 2009 yeşil harekât protestoları ve aynı zamanda 2019 yılında 1500 insani kaybın söz konusu olduğu akaryakıt zammına ilişkin geniş çaplı protesto gösterileri, İslami rejim tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.

2022 yılında ise çeşitli nedenlerden dolayı barut fıçısına dönen İran toplumunun patlamak için sadece bir kıvılcıma ihtiyacı vardı. Son yıllara baktığımızda İran yönetiminin ekonomi, sosyal refah ve dış politikadaki başarısızlıkları toplumda infiallere neden olmuştu. İran yönetiminin İslami-Şia yorumuna dayalı Velayet-i fakih tezini, ülke içinde iktidar için yegâne meşru merci olarak göstermesi ve nizamın egemenliğini ne olursa olsun muhafaza etmesi için, ilk günlerinden başlayarak totaliter bir rejime dönüşmesi, geniş ve oldukça açık bir biçimde hak ihlallerine neden olmuş ve toplumda keskin bölünmeler oluşturmuştu.

Adeta mafya niteliklerini taşıyan yönetim çemberi ve bu çizgi içindeki azınlık grup ve aileler ülkenin tüm servetlerini ve olanaklarını paylaşırken büyük çoğunluğu oluşturan halk günlük temel ihtiyaçlarını kazanabilmekte zorlanıyor. Temel hak ve özgürlükler konusunda da durum pek farklı değil. İletişim çağında yönetimin gençlere yönelik oldukça kısıtlayıcı tavırları gün geçtikçe tahammülü imkânsız hal aldı ve zaten var olan genel hoşnutsuzluğu bine katladı. Pek çok sosyal medya platformunun ülkede yasak olması ve paylaşımların takibe alınması bu kısıtlamalara sadece bir örnek.

BATI DÜNYASI İRAN HALKININ SESİNİ BU KEZ DUYDU

İran’da tüm kanunlar, Anayasanın 4. Maddesinde de açık bir şekilde görüldüğü üzere Şia/ şeriat hükümlerine göre düzenlenmektedir. Ülkenin adında Cumhuriyet kelimesi bulunmasına rağmen İran toplumu doğrudan bir şeriat sistemiyle idare ediliyor. Mehsa Amini isminde 22 yaşında genç bir kızın “İrşat Devriyelerince” tesettürünün uygun olmaması gerekçesiyle tutuklanması ve öldürülmesi zaten tüm hak ve özgürlüklerden mahrum olan ve tahammülü kalmayan halkın sabrını taşıran son damla oldu. Kadınların ve özellikle genç kızların sözde ahlak polisi birimi olan İrşat Devriyeleri vasıtasıyla alıkonulması ve işkence görüp öldürülmeleri, kadın hakları meselesini bir kez daha ciddi bir biçimde gündeme getirdi. Aynı zamanda genç kızların polis ve devrim muhafızları memurları tarafından haydutça saldırıya uğramaları, toplumda ve ailelerde haklı bir güvenlik endişesini de oluşturdu.

Yönetimin uluslararası camiada nükleer anlaşma konusundaki başarısızlığı, son yıllarda çok sert eleştirilere sebep olan Çin Halk Cumhuriyeti ile imzaladığı 25 yıllık iktisadi ve stratejik anlaşma ve en önemlisi ülke dışında yürüttüğü yayılmacı politika, Batı cephesinde yıllardır devam eden görmezden gelme ve müsamaha politikasının kısmen sona ermesine neden oldu. Özellikle İran-Irak savaşından sonra Batı dünyasının İran rejimini kabullenmesi ve müsamaha göstermesi yüzünden İran halkının itirazlarına adeta ambargo uygulanmıştı. Batı dünyası aynı zamanda İran yönetiminin bir tür reforma gideceğine inanıyordu. Hâlâ birçok Batılı ülkede farklı politik yüzler, İran rejimi ile olası politik ve iktisadi ilişkileri yüzünden halkın sesini duymamakta ısrarcı davranmaktalar.

Fakat yıllardır devam eden bu tılsım, İran rejiminin protestoculara kanlı müdahalesi ve ayaklanmanın geniş çaplı olması yüzünden bozuldu. İran halkı dünya kamuoyunun manevi desteğini yanında görmek için oldukça ağır bedel ödedi. Bağımsız insan hakları kuruluşlarının da sürekli raporlar halinde yayınladığı gibi İran’daki protestolarda ölenlerin sayısı beş yüzü aşmış durumda, hayatını kaybedenler farklı biçimlerde katledildiler. Bazıları protesto sırasında savaş silahlarından çıkan mermilere hedef oldu, bir bölümü işkencede hayatını kaybetti. Fakat kayıpların bundan daha fazla olduğu bir gerçek. Çünkü haberlerde bazı genç protestocuların tutuklanıp serbest bırakıldıktan sonra intihar ettikleri belirtiliyor. Aşırı derecede kayıp haberi ve kimliği belirsiz cesetler söz konusu.

Tutuklanmalar başladığı günden itibaren rejimin tutumu merak ediliyordu. Bazı çevrelerde tutuklanma sayısının ve protestoların genişliği nedeniyle genel bir af veya daha hafif cezaların verileceği görüşü savunulurken, büyük bir çoğunluk her zaman olduğu gibi idam başta olmak üzere daha ağır cezaların söz konusu olacağını öngörüyordu. Ve maalesef ikinci görüşü savunanlar öngörülerinde haklı çıktılar. Şeriat kanunlarında bulunan Muharebe yani Allah'a savaş açmak ve “İfsad-i filarz” yani yeryüzünde fesat üretme gibi iddialarla ve ülke güvenliğini tehlikeye atmak ve rejimi devirmek gibi suçlamalarla iddianameler hazırlandı. 1979 yılında kurulmuş ve halen devam eden inkılap mahkemelerinde yargılamalar başladı. 20 ile 30 gün arasında adeta jet hızında görülen iki davada idam cezası verildi ve infazlar gerçekleşti. Şekari ve Rahnavard isminde iki genç biri kapalı ve öbürü halka açık alanda asılarak idam edildiler. Toplumda korku yaratmak için gerçekleşen bu idamlar devam edecek gibi görülüyor. Yüze yakın tutuklu idam cezasıyla karşı karşıya.

REJİM GERİ ADIM ATTI MI?

Protestoların 3. ayında İran başsavcısı İrşat Devriyelerinin kaldırıldığını açıkladı. Bu konuyla ilgili başka hiçbir yetkili ve makamdan tek bir ikna edici açıklama gelmedi. Zaten protestolar başlamadan da bazı çevreler tarafından eleştirilen bu devriyelerin kapatılması konuşuluyordu fakat rejim bu açıklamasıyla sanki ahlak ve asayiş polisi tamamen kapatılmış gibi bir algı yarattı. Aslında bu türden devriyeler İran'da çeşitli türden kolluk ve silahlı güçlerin her zaman yaptığı uygulamalardır. Niruye Entezami adıyla tanınan polis ve emniyet gücü, devrim muhafızları, Besic milis gücü, yargı zabıtaları vb. gibi birçok ayrı ayrı birimin olduğu gerçeğinden yola çıkarak bu tür devriyelerin devam ettiğini kesinlikle söyleyebiliriz.

İran polis ve emniyet gücünün istihbarat ve güvenlik bölümü alt birimi olarak çalışan "ahlak ve genel güvenlik polisi" birimi reformist cumhurbaşkanı Mohammed Hatemi döneminde İrşat Devriyeleri uygulamasını başlattı. Ahlak ve genel güvenlik polisi birçok konuda anayasal ve iç tüzük gereği yetki sahibi olup kapatılması söz konusu değildir. Alkollü içecekler, evlilik dışı kadın erkek ilişkisi, İslami kurallara aykırı partiler ve bunun gibi sözde ahlak kurallarına aykırı konular bu polis biriminin faaliyet alanındadır. Buradan yola çıkarak 2023 yılının ilk günlerinde protestoların dördüncü ayının sonuna yaklaşırken İran yönetimi geri adım atmadığı gibi daha sert bir biçimde tavır alacağının sinyallerini şimdiden vermiştir.

İRAN YÖNETİMİ İKTİDARDA KALMAK İÇİN TÜM YÖNTEMLERİ DENEYECEKTİR

2023 yılına girerken, İslami yönetim bu konunun son derece ciddi olduğunu kavradı. Ordu ve devrim muhafızları arasında, en azından orta düzey katmanlarda, halka uygulanan şiddetten rahatsız olan asker oranının yüzde 50’nin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Her an askeri darbe tehdidi ile karşı karşıya olduğunun farkına varan Hamenei bir hafta sonra hoşnut olmayan bir grup komutanın görüşme isteğini kabul etti. Dini-siyasi lider Hamenei'nin adeta kuklası olarak nitelendirilen ve liyakatten yoksun Cumhurbaşkanı Ebrahim Reisi, bir acil eylem planı hazırlayıp uygulamak veya gerçekten halkın istekleri konusunda birtakım adımlar atmak yerine göstericileri tehdit etmek ve konuyu dış güçlere bağlamaktan başka bir şey yapmıyor. Çünkü bu türden adımlar iktidar çevrelerinde zayıflık olarak algılanıyor. Ülke içinde ve dışında güçlülük algısı yaratarak ayakta kalan İran yönetimi, uluslararası kamuoyunda her türlü reformu ve ıslahatı karizmasının çizilmesi olarak görmekte.

Öte yandan, yönetimin temelleri tamamen İslami-Şia hükümlerine göre dizayn edildiği için zorunlu tesettür gibi konularda geri adım atılması yönetim temellerinin doğrudan sarsılacağı anlamına gelmekte. Bu yüzden sözde reform söylemini geliştirerek on yıllardır toplumun içinde muhalifleri oyalayıp, sıkışan enerjiyi istedikleri gibi kanalize edip bu yöntemle ayakta kaldılar. Sosyal medyanın ülkede yaygın kullanımı ve gençlerin üzerindeki etkisiyle açığa çıkan müthiş sinerji sonucu, daha önceleri görülmedik ve çoğu zaman bölgesel bir biçimde oluşan protestolar bu defa ülkenin her tarafına yayıldı ve tüm baskılara, şiddete ve kana rağmen devam ediyor.

İRAN YÖNETİMİ İÇİN ÖLÜM KALIM MESELESİ

İşte bu yüzden İran yönetimi iktidarda kalmak için hem ülke içinde hem dış politikada son derece radikal tavizler vermek zorunda. Ama örneğin zorunlu tesettür konusunda yasa değişikliği yapılması anayasa değişikliği ile gerçekleşeceğinden ve bu da rejimin temellerinde değişiklik yaratacağından, tavizler gerçekte mümkün görünmüyor.

Peki, rejim ne yapmak zorunda kalacaktır?

İran yönetimi, çanak antenler vasıtasıyla İran'da izlenen yabancı kanallar konusundaki tavrını tesettür konusunda da sergilemek zorunda kalacak. Uydudan yayımlanan ve çanak antenler vasıtasıyla izlenebilen TV ve radyo kanalları İran'da kanunen yasak. Fakat o kadar yaygın ki gerçekte kimse müdahale etmiyor. Yasak olmasına rağmen bu cihazlar satılıyor ve kuruluyor. Herkesin bildiği ve gördüğü, fakat konuşmadığı bir gerçek bu. İşte zorunlu tesettür konusunda da böyle bir tutum sergilenebilir İran yönetimi tarafından. Zaten şu durumda birçok kadın dışarıda tesettür kullanmıyor ve kimse müdahale edemiyor. Çünkü müdahale etmekten korkuyorlar.

Konunun uluslararası boyutu daha önemli. Bilindiği üzere yıllardır devam eden bir nükleer anlaşma krizi var. En son Viyana'da devam eden müzakereler çıkmaza girdi. ABD ve AB tarafının öne sürdükleri koşullar arasında en önemli ikisi İran tarafından kabul edilmiyor. Birincisi İran'ın kıtalararası balistik füze geliştirme programının kısıtlanması ve ikincisi İran'ın Lübnan, Yemen, Suriye vb. bölgelerde sürdürdüğü yayılmacı politikasının kısıtlanması ve bu kapsamda Kudüs gücü başta olmak üzere faaliyetlerin sonlandırılması. Tabii bu koşulları kabul etmek İran yönetimi için son derece zor. Fakat zaten yaptırımlar çemberinde sıkışıp kalan İran yönetimi hayatta kalmak için bu tavizleri vermek zorunda. Aksi taktirde Kuzey Kore modelinde olduğu gibi ülke içinde daha radikal ve uluslararası camiada tecrite düşen bir toplum haline gelecektir.