100. yılında anayasa arayışımız

Temel siyasal gerilimleri anayasal kuruluşa teşmil etme sorunu anayasacılığa değil, siyasi hesaplara dair bir mesele. Hak ve özgürlükleri daraltacak uygulamaları anayasa arayışı olarak adlandıramayız.

Google Haberlere Abone ol

Batılı olmayan dünyada Rusya ve İran’ı önceleyen ilk anayasamızın mimarı Mithat Paşa, felâketlerimize yegâne çare, içeride ve dışarıdaki düşmanlarımızla çarpışmanın en kesin yolu olarak görüyordu anayasayı. Osmanlı tebaasını, eşit kamu haklarına sahip olarak bir arada tutulabilecek, Düvel-i Muazzama'ya da İmparatorluğun içişlerine karışma fırsatı verilmeyecekti.

Anayasa tarihçilerimize bir disiplinin kapısını açan Tarık Zafer Tunaya, Kanunu Esasi’nin ilanının Balkanlardaki Osmanlı tebaasının durumunun görüşüldüğü, Osmanlı’nın zor durumda olduğu konferans gününe denk getirilmesinin Batılı diplomatlar tarafından çocukça bulunduğunu yazar. Konferans’ta Avrupalı ve Rusyalı diplomatlar müzakere ederken Hariciye Nazırı Saffet Paşa kısa konuşmasında gayrimüslim anasırın özgürlüklerinin aynı gün ilan edilecek Kanunu Esasi’nin getireceği yeni idarede güvence altına alınacağını, dolayısıyla konuşulacak bir şeyin kalmadığını söylemiş; Osmanlı bürokratları Paşa ile birlikte salonu terk etmişlerdi. O gün Padişah iradesiyle 1876 Kanunu Esasisi ilan edildi.

EŞİT OLMAYANLARIN HAK MÜCADELESİ

Anayasacılığın Batı'da farklı bir tarihi var. Cem Eroğul’un ifadesiyle dünyanın en çok taklit edilmiş anayasal gelişme serüvenine sahip ülkesi Birleşik Krallık’ta sınıf mücadelesinin evrimi sonucu mutlak monarşiyi sınırlayan temsili kurumları üreten anayasal monarşi, Birleşik Devletler’de devlet kurucu bir eylem olarak ortaya çıkan bağımsızlık bildirgesi ve cumhuriyetçi anayasa; Fransa’da sınıf çatışmasının devrime sıçraması ve burjuvazinin aristokrasiye karşı mücadelesinde kendi çıkarlarını genel çıkar olarak ilanının sonucu ortaya çıkan insan ve yurttaş hakları bildirgesi, yıllar süren anayasalar savaşı… On sekizinci yüzyılın son çeyreğinden yirminci yüzyılın sonuna kadar gelişen anayasacılık hareketlerinin motoru olan eşitlik talebinin yarattığı mücadeleler içinde, eşit olmayanların anayasal hakların sınırlarını genişleterek haklarını kayıt altına aldıkları ya da yenildikleri dönemler var. İşçilerin siyasal ve sosyal haklarını kazanma mücadeleleri, kadınların siyasal ve sosyal hak mücadeleleri, siyahların mücadeleleri… Wallerstein’in kavramıyla söylersek kapitalist dünya, ekonominin jeokültürü, merkez liberalizmin soyut eşitlik fikrinin her somut eşitsizlikte ezilenlerin mücadelesiyle aşılmasının ürünü anayasa hareketleri… Her seferinde yeni bir başlangıç için, sınırda tutulanların sınırları delme eylemlerinin sonuçları…

DÜNYA DEVRİMLERİ VE KANUNİ ESASİ

Osmanlı İmparatorluğu’nun on dokuzuncu yüzyılın emperyalist devletlerince paylaşılması meselesinin, Doğu Sorunu’nun artık diplomatik jestlerin ötesinde tartışıldığı bir ortamda; uluslar çağının çok uluslu İmparatorluk içinde etkisini hissettirdiği yıllarda, yeni yeni oluşan modern bürokrasinin temsilcilerinin İmparatorluğu kurtarmak düşüncesiyle, tebaaya haklarını vererek harici ve dahili düşmanlara karşı güçlenme fikri, çocukça bulunabilir, çocukçadır da. Ama Yalçın Küçük’ün Aydın Üzerine Tezler’de Türk aydınını tanımladığı anlamda çocukça; düşüncenin değil, eylemin ürünü olarak, eylem içinde çocuk kalan ve büyümemesinin yarattığı duyguyla hüzünlü bir çocukluk. Yalçın Küçük Mithat Paşa’nın etkili olduğu yıllarda bir deprem kuşağını tanımlar; Rusya’da serfliğin kaldırılması, Birleşik Devletler’de iç savaş, Japonya’da Meiji restorasyonu… 1871’de Fransa’nın Almanya’ya yenilgisi ve Paris Komünü. Devletler ve devletler sistemi için kurucu gelişmelerdir bunlar. 1876 Kanunu Esasisi'ni daha hafif de olsa bu deprem kuşağındaki hareketlerin etkisi olarak görür Küçük.

II. Abdülhamid 1878’de Meclis'i tatil eder, Kanunu Esasi rafa kalkar; Mithat Paşa sürgüne gider, öldürülür. 30 yıl süren baskı döneminde Meşrutiyet fikrinin savunucuları değişir, dönemin koşullarında disiplinli, gizli örgütlenmeler kurulur. İstibdat, bu defa hükümet darbesi planlarıyla değil dilekçeler ve ayaklanmaların yarattığı etkiyle son bulur; artık istibdata karşı “hürriyet”tir istenmektedir. 1908’de II. Abdülhamid’in Kanunu Esasi'yi yeniden yürürlüğe koyması, artık farklı bir anlam taşır; bu anlam Kanunu Esasi’de yapılan 1909 tadilatıyla anayasal anlamını bulur. 1909’da 2017 yılına kadar kesintilerle sürecek olan parlamenter sistemin ana hatları kurulur. 1908, Rusya’da 1905 Devrimi ve İran’da 1906’da meşrutiyetin kurulmasından hemen sonradır.

DEVLET KURTARMAKTAN DEVLET İNŞA ETMEYE

Hürriyetin yarattığı coşku, artık bitmekte olan bir çağın felaketlerine karışıp eriyecektir. 1913’te İTC’nin bir darbe ile yönetimi doğrudan ele alması, İmparatorluk ülkesinde felaketlerin de habercisi olur. 1914’te I. Dünya Savaşı, 1915’de yirminci yüzyılın karanlığı Anadolu’nun üzerine çeker, nüfusun homojenleştirilmesi, Ermenisizleştirme ile başlar.

Savaşın sonu, çok uluslu imparatorlukların da sonudur. Kurulacak yeni dünyada nasıl yer alınacağı sorusu yanıt beklemektedir. İmparatorluk mülkünde Tunaya’nın ifadesiyle, interregnum, bir iktidar boşluğu ortaya çıkmış; boşluk Müslümanların doğal üye sayıldığı derneklerin siyasi ve askeri iktidar odakları ile doldurulmaya başlanmıştır. Tanör’ün Yerel Kongre İktidarları adını verdiği bu dönem, İstanbul’un işgali ve Osmanlı Mebusan Meclisi’nin basılmasının ardından Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanmasıyla sona erer. Siyasal birliğin formuna ve tipine, yeni dünyada bu devletin nasıl yer alacağına ilişkin sorulara ilk yanıt veren bu meclis, Büyük Millet Meclisi’dir. Böylece anayasa arayışı, devlet kurtarmaktan, devlet inşa etmeye doğru kayar.

1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu, bu arayışın bir ürünüdür. Türkiye’de olabilecek en çoğulcu ve daha toplanırken kuruculuk vasfını kazanmış olan bu Meclis, doğrudan demokrasi prensibinden temsilin demokratikleşmesine, demokrasinin halkın olgunlaşmasını beklemeyeceği fikrinden yola çıkarak halk ve demokrasinin birlikte olgunlaşmasına cesaret edilmesine kadar birçok konuda tartışır. Yalnızca Müslümanların seçimlere girmesine izin verilmesi nedeniyle bir Müslüman Meclisi olarak ortaya çıkan bu Meclis, demokrasiyi hayata geçirmek için demokratik katılımın yerellerde güçlenmesini, vilayetlerin geniş yetkilerle donatılan özerkliğini anayasal bir ilke olarak ortaya koymuştur. Anayasa ulusal egemenlik ilkesini esas almakla kalmadı, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Savaş dönemi anayasası olarak istisnaidir; siyasal birliğin sınırları bakımından “açık”tır.

Fakat devleti kurtarmadan devleti, devletin kuruluşunu ortaya koymaya kayan anayasa arayışı burada sonlanmaz. 1923’te, II. Meclis toplanır. I. Meclis’in çoğulluğunu taşımayan bu Meclis, 1923’te Lozan’ı onaylar, rejimi açıklığa kavuşturan 364 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile Cumhuriyet'i, devletin dinini ve resmi dilini ilan eder. 1924’te 1921 Anayasası’nın kapsamadığı konularda geçerliğini koruyan 1876 Kanunu Esasisi ve 1921 Teşkilatı Esasiye'sine son verecek 1924 Anayasası’nı kabul eder. 1924 Anayasası, siyasal birliğin 1921’deki açıklığını kapatmış, siyasal birliğin sınırları daraltılmıştır.

100 YILIN ANAYASA ARAYIŞI

Cumhuriyet'in 100 yıllık ömründeki anayasa arayışını ben burada arıyorum. Temsil aracılığıyla kurulan ulusal birlikte temsil ilişkisi nasıl kurulmuş, yani kimler siyasal birliği sınırları içerisinde haklara sahip olma hakkına kavuşmuş, kimler tutuldukları sınırda verdikleri mücadele ile hak ve özgürlük alanlarını halkı yeniden kuracak şekilde yürütmüş? Devleti kurtarmak ve devleti kurmaktan sonra anayasa arayışının anlamını bulacağı yer burası olsa gerek. Dolayısıyla 1961 ve 1982 anayasalarını değerlendirirken temelde anayasanın egemenliğin kullanışında mutlak iktidarın oluşmasının önüne hangi setler çekilmiş ve temel hakların sınırları nasıl çizilmiş diye değerlendiriyoruz. Tabii yine deprem bölgesinden nasıl etkilendiğimizi göz önünde bulundurarak… 1960’da sermaye birikim rejiminin, siyasal çoğulculuğun sosyalistlerin kurduğu hegemonik düşünce ve eylem içindeki önemi, SSCB’nin varlığı ve Avrupa’da refah devletinin yarattığı etki; 1980’de yürütmenin güçlenmesi ve sermayenin yıkıcı üstünlüğünün hak ve özgürlükleri kısıtlayarak dayatan dünyada Türkiye’nin konumunu dikkate almak ve etkilerini görmek gerekir. Fakat bu etkiler bakımından da 1961 ve 1982 anayasalarını Cumhuriyet'in yeni arayışı bağlamında değerlendirmeliyiz.

2017 Anayasa Değişikliği Referandumu ise yine dünyadaki gelişmelerden ayrı olmayan bir milat, fakat bu defa depremin merkezine de oldukça yakın; umuyorum çok uzun sürmeyen bir parantez olacak. Anayasa arayışı bağlamında değerlendirilemeyecek bir milat.

SİYASİ HESAPLARIN PARÇASI OLARAK ANAYASA

Tek bir soru kalıyor geriye: Bu anayasa arayışı neden hiç bitmiyor? Sevgili hocam Murat Sevinç bu konuda defalarca yazdı, temel siyasal gerilimleri anayasal kuruluşa teşmil etme sorunu anayasacılığa değil, siyasi hesaplara dair bir mesele. Bu nedenle anayasa arayışı sorununu gerçek bağlamına oturtmak için, Cumhuriyet'in anayasacılık deneyiminden öğrendiğimizi hatırlayarak şunu söyleyebiliriz: Mevcut iktidarların siyasi hesaplarını anayasayı suistimal ederek kullanmaları, halkoylamaları ve anayasa kanunlarındaki anayasal olmayan değişiklikleri bir anayasa arayışı olarak göremeyiz. Yürütme gücünü anayasa ve yasanın koyduğu bağlardan kurtaracak ve hak ve özgürlükler alanını daraltacak eylem, program ve uygulamaları anayasa arayışı olarak adlandıramayız. Fakat gerçek anayasal ihtiyaçlar bakımından Cumhuriyet'in kuruluşundaki gerilimleri açıklık yönünde aşmaya çalışan anayasa arayışlarının süreceğini öngörmek de zor değil. Son on beş yılın suistimalci anayasacılığının yarattığı düzen, anayasa arayışına da elbette tepkisel bir yön verecek; kuvvetler ayrılığı ve hak ve özgürlüklerin kullanımının ve bunlara sahip olanların genişlemesi bakımından.

Son olarak mevcut iktidar partisinin son önerisinin bir anayasa arayışı içinde olup olmadığını test etmek için çok kolay bir yol var. Yürürlükteki Anayasa'nın, ki madem yeteri kadar demokratik bulmuyorlar, temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine uyuyor musunuz, uymuyor musunuz? Yıllarca süren toplantı gösteri yürüyüşü yasakları hakkın özüne dokunur mu dokunmaz mı? Cumartesi Anneleri'nin eylemlerinde AYM kararına uymamak, Anayasa'nın bağlayıcılığını tanımamak anlamına gelmez mi? Şu anda mevcut anayasal düzenin temel haklara ilişkin çizdiği sınırların gerisinde olan bir iktidarın yeni anayasa arayışı ne ola ki? Bu soruya yanıt vermeden bir anayasa siyasetinin anayasa arayışı olup olmadığına karar veremeyiz.