İsrail tırnaklarını gösteriyor

Güney Suriye’de İsrail’in güvenlik çıkarlarını gözetecek şekilde, çatışmasızlık bölgesi oluşturulması, İsrail’in son çeyrekte Suriye’de oyun planına yön verdiğinin açık bir göstergesi sayılabilir. Bu açıdan bakıldığında, Kuzey Irak’ta 25 Eylül’de düzenlenecek bağımsızlık referandumuna destek vererek bölgesel dengeleri güvenlik çıkarlarına uygun biçimde şekillendirmeye çalışan İsrail, Suriye’yi vurarak İran ve Hizbullah’a tırnaklarını gösteriyor.

Google Haberlere Abone ol

Selin Nasi

. .

Hafta içinde İsrail’in Hama’daki Suriye mevzilerini vurduğu haberi basına yansıdı. Aslında Suriye Savaşı’nın başından bu yana İsrail’in kuzey sınırından Lübnan’a silah taşıdığı iddia edilen Hizbullah konvoylarını belirli aralıklarla vurduğu biliniyordu. Daha birkaç hafta önce Emekli Hava Kuvvetleri Komutanı Amir Eshel “5 yıldan fazladır, en az 100 kere Hizbullah’a silah sevk eden konvoyları hedef aldıklarını” söylemişti. Ancak ayrıntılar geldikçe, bu saldırının İsrail Askeri İstihbarat eski Başkanı Amos Yadlin’in Twitter hesabından paylaştığı üzere “rutin bir operasyon” olmadığı anlaşıldı.

İsrail’in henüz resmi olarak üstlenmediği saldırı, Suriye Bilimsel Araştırmalar Merkezi’ni hedef almıştı ve iddialara göre burada kimyasal silah üretiliyordu. Olaydan bir gün önce Birleşmiş Milletler, Khan Sheikhoun’da 80’den fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıyla ilgili raporu yayınlamış, failin Esad hükümeti olduğunu ve sarin gazı kullandıklarını açıklamıştı.

BM raporundan bir gün önce ise İsrail, yaklaşık 10 gün sürecek olan, son 20 yılın en büyük askeri tatbikatını başlatmıştı. Kara, hava, deniz ve istihbarat güçlerinin katıldığı tatbikat kuzey sınırından gelecek saldırıları bertaraf etmek ve Lübnan’a operasyon gibi senaryoları içeriyordu.

Zamanlamanın manidarlığı bununla da kalmıyor. İsrail’in Suriye’nin kimyasal silah üretim merkezini vurduğu tarih, aynı zamanda yine İsrail’in Suriye’nin El Kibar nükleer santralini imha ettiği “Operation Orchard-Mevye Bahçesi Operasyonu”nun da 10. yıl dönümüne denk geliyordu.

Hikaye,Hafız Esad’ın başta olduğu 90’lı yıllarda İsrail istihbarat örgütü Mossad’ın, Suriye’nin Arjantin ve Rusya’ya yaklaşarak nükleer santral kurma planı içinde oldukları istihbaratını almasıyla başlıyor. Zaman içinde nükleer santral olduğu tahmin edilen yapıda Kuzey Korelilerin çalıştığının gözlenmesi de Suriye ile Kuzey Kore’nin silah alışverişine ışık tutan bir ayrıntı olarak bir kenarda dursun. Santralin tespit edilmesiyle, İsrail, Begin doktrini çerçevesinde -adını İsrail Başbakanı Menachem Begin’den alan- düşman ülkelerin nükleer ve kimyasal silah edinmelerinin önünün kesilmesi üzerine kurulu strateji-operasyon hazırlıklarına girişir. ABD’de o dönem başta olan Bush yönetiminin desteğini almak üzere bir dizi görüşme yapılır. Sonuçta İsrail ABD’nin doğrudan desteğini almasa da engel çıkarmaması sayesinde operasyonu gerçekleştirir.

O tarihte iktidarda olan Beşar Esad, nükleer santral kamuoyundan gizli tutulduğu için ilk etapta saldırıyı gizleme yoluna gider. Ancak İsrail’in 12 gün sonra Suriye’yi vurduğunu açıklaması üzerine Arap basını, Deyri Zor bölgesinde terk edilmiş bir askeri binanın İsrail tarafından vurulduğunu yazar.

İlginç bir ayrıntı; bu saldırıdan bir ay sonra, 23 Ekim’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Başbakanı Ehud Olmert Londra’da buluşurlar ve planlı olmayan bu buluşmada İsrail’in Türkiye’den Suriye ile barış görüşmeleri için arabuluculuk yapmasını istediği rivayet edilir. Meyve Bahçesi Operasyonu ile Suriye’den gelebilecek bir kimyasal saldırı tehdidinin bertaraf edilmesinin, diğer bir deyişle status quo ante sağlanmış olmasının verdiği güvenceyle...

Günümüze geri dönelim.

Suriye’de savaşın en başından bu yana İsrail belirgin bir konum almadı, Esad yönetimiyle mevcut sorunlarına rağmen “Bildiğim şeytan, bilmediğimden iyidir” düsturuyla, bekle-gör politikası izledi. IŞİD Irak’la Suriye’yi birbirine katarken, terör örgütünün İsrail’e hayati bir tehdit oluşturmadığı, İran’ın IŞİD’e nazaran daha öncelikli bir tehdit olarak sıralamada yerini koruduğunu söylemek yanlış olmaz. Nitekim Orta Doğu’da İran, Irak, Suriye, Lübnan’ı içine alan Şii hilalinin genişlemesinin önüne geçilmesi İsrail’i Körfez ülkeleriyle de yakınlaştıran başlıca etken olmuştur. Bu bağlamda Rusya’nın Esad rejiminin tekrar ayağa kaldırmak için 2015’te sahaya inmesiyle, İsrail’in kuzey sınırındaki Hizbullah etkinliğine müdahale hakkını korumak için neden Rusya ile ivedi bir şekilde askeri koordinasyon kurma yoluna gittiği anlaşılır.

Suriye’de savaş, IŞİD’in topraklarını kaybetmesiyle birlikte yeni bir safhaya giriyor. Nihayetinde savaşlar masada sonlanır ancak masada imzalanacak müzakere koşullarını da sahadaki kazanımlar belirler. Sözde ortak düşman IŞİD’in gerilemesiyle birlikte, savaşa doğrudan veya dolaylı dahil olan aktörler arasında, etkinlik alanı ve kaynak paylaşımı için rekabetin kızışacağı bir döneme giriyoruz. ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri’nin zaman zaman Rusya ve İran destekli Suriye ordusu ile karşı karşıya gelmeleri çatışma riskini tamamen göz ardı etmemeyi gerektiriyor. Bununla birlikte ne ABD ne de Rusya’nın birbirini karşı karşıya almak istemedikleri de aşikar. ABD’nin Şayrat hava üssünü vurması, Başkan Donald Trump’ın gönülsüz de olsa altına imza koyduğu ekonomik yaptırımlara rağmen iki ülkenin sahadaki askeri koordinasyonunu koruması bu bakımdan önemli. Bununla birlikte ABD’nin IŞİD temizlendikten sonra bölgede kalıp kalmayacağı, doğrudan silahlandırdığı Suriyeli Kürtlerle işbirliğinin ne yönde gelişeceği, keza yeniden güçlenen Esad rejiminin hakimiyet alanını genişletmek için savaşa devam edip etmeyeceği gibi sorular belirsizliğini koruyor.

İşte bu paylaşımlar sürer ve haritalar yeniden şekillenirken, İsrail de kendisini güvence altına almaya çalışıyor. Hama’daki Suriye mevzilerinin vurulmuş olmasının gerisindeki yatan mesaj, İsrail’in Suriye’de İran ve Hizbullah’ın güçlenmesine göz yummayacağı ve sınırlarından gelecek tehditlere karşı gerekirse güç kullanmaktan kaçınmayacağıdır.

ABD’nin Şayrat hava üssünü vurduğu geçtiğimiz Mayıs ayına dönersek, bu saldırının İran’ın Suriye’de kalıcı bir üs talep etmesi ve Güney Suriye’ye Hizbullah gücünün konuşlandırılacağı açıklamaları ardından gelmiş olması düşündürücüdür.

Benzer şekilde Astana barış sürecinden-ve aslında İran etkisinden- bağımsız, Rusya ve ABD’nin anlaşması suretiyle, güney Suriye’de İsrail’in güvenlik çıkarlarını gözetecek şekilde, çatışmasızlık bölgesi oluşturulması, İsrail’in son çeyrekte Suriye’de oyun planına yön verdiğinin açık bir göstergesi sayılabilir.

Bu açıdan bakıldığında, Kuzey Irak’ta 25 Eylül’de düzenlenecek bağımsızlık referandumuna destek vererek bölgesel dengeleri güvenlik çıkarlarına uygun biçimde şekillendirmeye çalışan İsrail, Suriye’yi vurarak İran ve Hizbullah’a tırnaklarını gösteriyor.