Zeytin Ağacı: Gölgesine uzanıp tablet açmalık!

"Zeytin Ağacı" bir yaz dizisi, çekirdek eşliğinde iyi gider. Tablet açtırır, hamağa, çekyata uzandırır. Fazlasını beklemek doğru olmaz.

Google Haberlere Abone ol

Netflix'in yaz draması "Zeytin Ağacı" bütün bölümleriyle yayınlandı. Dizi, üniversiteden arkadaş Sevgi, Leyla ile Ada'nın ani bir kararla çıktıkları Ayvalık seyahatinde yaşananları konu alıyor. Nuran Evren Şit'in yazıp Burcu Alptekin'in yönettiği "Zeytin Ağacı"nda başrolleri ise Tuba Büyüküstün, Murat Boz, Fırat Tanış ve Boncuk Yılmaz paylaşmaktalar.

NETFLIX'İN YAZ DRAMALARI

Dizinin konusunu aktarıp değerlendirmeye geçmeden "Netflix yaz draması" ifadesini biraz açmak niyetindeyim. Yıllar geçtikçe birçok türde yerli içerik üretmeye koyulan platform, sezonu güz başından bahar sonuna dek uzatıp yazları da boş geçmiyor. Sezonda aksiyonu bol veya sosyal içerik yönünden sınıfı geçen işleri öne çıkarırken yaz aylarında televizyonun geleneksel mantığına uygun bir biçimde gençlik anlatılarına ağırlık veriyor. Aşkı merkeze alan bu diziler, nisan mayıs gibi başlayıp uzun süre gündemde kalabiliyor.

"Zeytin Ağacı", gençlik dizisi çizgisinin bir nebze dışında, daha ziyade orta yaş öncesi muhasebe ve yeni yollar fantazyası gibi dayanaklardan hareket ediyor ancak gerek seçtiği (geçtiği) mekânlar gerek kurulan iletişimin sıcak doğası onu da çabuk tüketilir bir ürüne dönüştürüyor.

Bu türden hesaplaşmaların, yıllar sonra buluşmaların yahut birlikte vakit geçirmenin yaz dramalarında önemli bir yer tuttuğunu belirtelim. Kapanan defterlerin yeniden açılıp geçmişten sayfaların fön rüzgârına tutulması, kışları gerilim ve gizem duygusunu kışkırtacak içerikleri, yazları ise duygusal bir mecrayı besliyor. "Zeytin Ağacı" da bir kırılmanın peşi sıra yaşamın kopuk tarafını irdeliyor. 'Kopuk'tan kastım; kendi içine gömülmüş, konsantre fakat yaşam enerjisinden ve kolektif üretimden uzaklaşmış bir zaman... Kahramanlar kendi yollarına inandıkça, bölünmüş yollardan seyrettikçe onları var eden ve bir arada tutan enerjiden mahrum kalıyorlar. Yaz tatili tam da bu enerjinin, başka bir deyişle o güne değin çeşitli vesilelerle bastırılmış şen ya da buruk yaşamın bulduğu çatlaklardan sızmasını sağlıyor.

Netflix'in gönül ilişkilerini başarıyla paylaştırdığını görüyoruz. Sezon ile sezon dışında belli bir yayın politikası izliyor platform. Mesela sezon aşklar milim şaşmıyor! Aksiyon dizilerinde sevgilileri buluşturan, yine sosyal içerikli dizilerde gerilimli aşklar öne çıkıyor. Yazlara ise bol öpüşmeli, sonra tekrar hatırlanmalı yaz aşkları ve hesaplaşma aşkları düşüyor. Uçucu yahut uçanı geri çağıran ilişkilere genellikle yaz dizilerinde rastlıyoruz.

RAKI BALIK AYVALIK, YOK ARTIK!

"Zeytin Ağacı", üç "başarılı" kadının yaşamından kesit sunmakta. Babasını kanserden yitiren Ada (Tuba Büyüküstün) Brüksel'de önemli araştırma topluluklarına kabul alacak kadar başarılı bir genel cerrahtır. İnşaat mühendisi eşi Selim (Serkan Altunorak) ile mutlu bir evliliği vardır. Sevgi (Boncuk Yılmaz) müvekkilleri arasında mekik dokuyan sıkı bir avukattır. Tamamen kariyerine odaklandığı için hayatı ıskalamaktadır. Leyla (Seda Bakan) ise zengin kocası ve oğlu Sarp ile para kazanmaya gerek duymadığı konforlu bir yaşam sürmektedir. Psikoloji eğitimini son sınıfta bırakmış, rahat koşullara alışmıştır.

Sevgi, kanser tedavisi gerileyince Ada tarafından acilen yatırılır. Nedir ki farklı şeyler denemek niyetindedir. İnternette gördüğü bir ilanın peşinden Ayvalık'a sürüklenir. Alternatif tıpçı Zaman (Fırat Tanış), "köken aile açılımı" adında bir yöntemle danışanlarının geçmişteki yaralarıyla yüzleşerek engelleri aşmasını sağlamaktadır. Ada'nın karşı çıkmasına rağmen Ayvalık'a giden Sevgi, bu mistik tedavinin faydasını görünce hukuk bürosunu ve o dayanılmaz iş temposunu bırakıp annesiyle Cunda'da bir taş eve yerleşir. Onu kocası iflas edip kaçtığı için oğluyla bir başına kalan Leyla takip eder. Son olarak Ada da art arda darbeler yer. Selim’in kendisini aldattığını öğrenir, üstüne, bir bakanın ameliyatına girip vahim bir hata yapınca işten çıkarılır. Ada, Ayvalık'ta rastladığı eski aşkı Toprak'a (Murat Boz) doğru bir yolculuğa çıkmıştır. (Eh, hepimiz toprağa dönmüyor muyuz?) 

.

AYVALIK'TA TOSTA 'AYVALIK TOSTU' DENİR Mİ? TOST TOST DEDİĞİN HİÇ AYRANSIZ YENİR Mİ?

"Zeytin Ağacı", bir asla dönüş, özü arayış hikâyesi, dolayısıyla Ayvalık kökleri bir biçimde Ege'ye uzanan kadınlar için turnusol işlevi görüyor. Her üç kadın da kendini tanıdıkça hem yolun geri kalanını haritalandırmaya çalışıyor hem arkadaşlarıyla ilişkisini belirliyor. Bazen hırçınlaşıp bazen aynı divanda buluşarak acılarını satıyorlar. Konuşmadan birbirini anlamanın, sıcak dostluğun mükâfatını aldıkları Ayvalık, Fiko'nun meyhanesi, Zaman'ın alternatif tıp merkezi ve elbette mimarisiyle büyüleyen taş ev, giderek sığınak daha çok da bir taktik çadırı hâlini alıyor.

Ayvalık bu yönüyle bir dönüşümün doğal yatağı... Hatayı değilse bile taklidi, kendini avutmayı kaldırmayan; kermeleri özenle kaldıran fakat saplı dikenleri ansızın çeken bir hastane... Sanırsınız Bergama!* Zaman'ın mekânı, meyhane, evler, sokaklar, deniz... Su ile karanın, şen ile buruğun çelişkisi, ölüm ile yaşamın onulmaz ikiliğini çağrıştırarak bir terapi sunmakta kahramanlarımıza.

Ayvalık ve Cunda'nın terapi merkezi olmasından kelli şikayetlerin dinlenmesi de kaçınılmaz. Zaman Bey'in terapileri dışında marazın kaynağı ile belirlenmesi, bir çeşit "görüntülenmesi" kaçınılmaz. Ada'nın eski aşkı Toprak'a rastlaması, Leyla'nın firari kocasının metruk bir evden fırlaması buranın sıkıntıların terk edildiği değil, bilakis travmalarla yüzleşilen yer olduğu yönündeki düşünceyi güçlendiriyor. Burada inzivaya çekilmek, yabancı kalmak fayda etmez. Kısacası Ayvalık'ta tosta Ayvalık tostu denmez!

ZAMAN'E ŞARLATANLIKLARI MI?

Dizinin şüphesiz en tartışmalı kısmı Zaman Bey'in tedavi yöntemi. Zaman Bey bunun bir tedavi olmadığını ve yüzleşmenin insan sağlığında sadece destekleyici bir rol oynayacağını ileri sürse de tam teşekkül bir mekân işletmesi, gizemli hal ve tavırları, şak diye teşhis koymasıyla ortalığı biraz bulandırıyor doğrusu. Sosyal medyada dolaşan bir video var belki denk gelmişsinizdir. Bir televizyon kanalında öğle kuşağı programına çıkan bey bel fıtığı uzmanı... Bir hasta yürüyor podyumda ve adam şak diye ‘arızalı’ omurları saymaya başlıyor: "L4, L5, S1... Arızalı ablam, hemen mr'ını çektirip getirebilirsin!" Zaman Bey de danışanının elini tutuyor, ruhunda bir yerlere dokunuyor. Bu hiç şüphesiz elle muayene! Daha geniş tetkiklere ihtiyaç duyulduğunda danışan bu kez Zaman'ın yanına ilişiyor (neyse ki yer minderinde falan oturmuyorlar) ve bu grup terapisinde kendisi gibi sıkıntı yaşayanlar arasından rastgele birilerini seçip kendini ve geçmişini temsil etmesi için podyuma çıkarıyor. Bu metot şöyle bir mesaj da vermekte: herkes birbirinin zehri ve panzehiridir. Bu insanın toplumsal yönüne ilginç bir gönderme ve dizide geçmiş, aile vurgularının ötesinde ayağın basıldığı zemine, nefes alınıp verilen atmosfere de bir anlam atfetmekte.

Yine de bu çözümün maddi dayanaklardan uzak olduğunu görüyoruz. Ada bu mistik çaba karşısında bilimi savunmaya koyuluyor. Zaman'ın bilim dışı duruşuna işaret ediyor fakat bu mesnetsiz omur saptamaları kadar psikoterapide önerilenlerin de 'bildiğimiz anlamda' bilime uymadığını, disiplin tarafıyla belli bir tutarlılık sergilese dahi doğrulanıp yanlışlanamadığını hatırlatmak gerekiyor. Öyleyse Leyla'ya "sen psikoloji terksin, bunlara nasıl inanırsın" sitemi de pek gerçekçi sayılmaz. Leyla psikolog olsa kendi yazıhanesinde fatura kesecekti, Zaman Bey hoş bir yazlık yerleşim bulmuş, çiftliğini kurmuş. Tabii burada ilginç bir detay Zaman Bey'in giyim kuşamı ile kazandığı “kasıntı” görüntünün gündelik yaşamının normal kılınışıyla az çok dengelenmesi. Gündüzleri geçmişe yolculuk eden ve ettiren ismiyle müsemma Zaman iş çıkışı maç seyrediyor, rakı içiyor. Arada beylik laflar etse de iş dışında iş konuşmuyor. "Yarı zamanlı", daha doğru bir ifadeyle "profesyonel" bir bilge var karşımızda. Bu profesyonellik bize terapi bilgeliğini de hatırlamıyor mu? Görerek, saptayarak, önererek herkes bilge olur! Kemal Sunal'ı analım: "Sen de paşasın, ben de paşayım. Gel öpeyim!"

.
EKSİLER, ARTILAR, AĞACIN DALLARI

"Zeytin Ağacı"nın içeriğine girişte değinmeye çalıştım. Netflix’in duygusal bir yaz draması; âşıkları kavuşturmalı, geçmişe uzanmalı, bol ağlamalı gülmeli... Mistik tarafı ile aileleri ve kuşakları ularken duyguları ateşliyor. İçerik böyleyken böyle biçimi ele alalım. Aşina olduğumuz hamur nasıl yoğrulmuş, fırından nasıl çıkmış bir bakmak lazım.

Öncelikle Netflix'in Türkiye ortak yapımlarında içerik politikasını değiştirmese de (diğer bir deyişle ülkedeki siyasal iklime uyum sağlasa da) çıplaklık bariyerini bir adım ileri taşıdığını söyleyebiliriz. Belli bir erotizm gözleniyor "Zeytin Ağacı"nda. Örneğin Serkan Altunorak'ın mabadını görüyoruz ya da ameliyat geçirmiş bir göğüs, model babında birkaç defa ekranda beliriyor. Bunların ötesinde platform dizilerinde sıkça rastladığımız "küvete birlikte girme" ritüeli yine çıkıyor karşımıza. Dizide erotizm kumsalda sevişme, dikiş atarken öpüşme gibi hayli tanıdık ama iç gıdıklayıcı sahnelerle destekleniyor.

Dizinin anlatısına yönelik birkaç söz etmeli. Geri dönüşlerden başlayalım. 1910'lardan 90'lara değin birçok zamana ve Girit'ten Erzincan’a, Toroslara birçok mekâna dönülüyor. Sürgün, kadın cinayeti, deprem gibi birçok sarsıcı olay izliyoruz. Dizide köklere dönüldüğü için bu dönüşlere dair “ihtiyaç” diyebiliriz. Yanı sıra dönüş sahneleri girişlerde çok kısa alınarak tempoyu da olumsuz etkilememiş. Bununla birlikte metaforların zayıf kaldığını ve dizideki gizemli yorumları güçlendirmediğini söyleyebiliriz. Şu basit sembolik yol izlenmiş, görülen ilk tabeladan sapılmış: "Ayvalık, Ayvalık'ta ne var? (...) -Zeytin. (...) Kökümüz nedir? (...) -Aile. (...) Aileyi zeytin üzerinden açıkla... (...) -Zeytin Ağacı!" Dizide bu geri dönüşleri ve çıplak kalmış mistik tarafı pekiştirmek iç konuşmalara ve açıklayıcı sese bırakılmış. Tuba Büyüküstün konuşuyor. Bazen kendi duygularını dile getiriyor bazen durumları açıklıyor, bazen de aile köken yorumlarına giriyor. Bu yorumlar bir süre sonra sıkmaya başlıyor. Aynı şeyi on farklı biçimde söyleyince daha iyi anlaşılmıyor! 

"Zeytin Ağacı" hayatın doğal akışına fazla aykırı kaçmayan, hani bu noktada insafını koruyan ancak tesadüflere ve sürprizlere bağlılığını da bildirmiş bir yapım. Ada'nın eski sevgilisine rastlaması, Leyla'ya Girit'te arsa kalması "Netflix’in doğal akışı" ile açıklanabilecek şeyler. Yine de bu danışıklı halin dışında ufak tefek uygunsuzluklar yok değil. Bir genel cerrah olan Ada'nın kafasına estiği anda atlayıp tatile gitmesi mümkün müdür? Daha önemlisi elleri titreyen bir cerrahın ameliyata girmesi, cerrahlık mesleğini sürdürmesi ne kadar gerçekçi? Ülkenin en iyi hastanelerinden birinde çalışıyor, yurtdışında en iyi kurullara kabul alıyor. Kurul iki yıl çocuk sahibi olmamasını şart koşuyor ama elleri titreyen bir cerrahı hiç sorgulamıyor mu? Hadi Belçika'da teorik bir çalışma yürütecek diyelim. Ellerinin titrediği bilinen, daha önce kayıt altına alınan bir hekim nasıl oluyor da bir bakanın ameliyatına giriyor? (Bakanın canı daha değerli olduğundan değil, hastane yönetimi meseleye öyle yaklaşacağı için vurguluyorum. Yani bir anlamda vurgu bana değil, düzene ait.) Ada ameliyatta bir damar kesiyor, ortalık kan revan tabii!

Dizinin artısına geçtiğimizde, en temel artısının sadeliği olduğunu görüyoruz. Geri dönüşlere, tüm o hikâyelere, metafizik çerçeveye karşın zamanla ve döngüsellikle tüm sorunlar hallediliyor. Zaman ve döngüsel yaşam temasının, aile bağlarının Netflix yayın programında önemli bir yer doldurduğu bilinmekte. Platform fanteziyi yaşamın içine yerleştirirken kurguyu da alternatifler üzerinden çeşitlendirmekte ve ideal-reel çatışmasından faydalanmakta. Biyolojik ailemizi seçemesek ve geçmişteki eylemlerimizi, tutumlarımızı değiştiremesek de hep bir satır başı, bir soru işareti ve üç nokta var Netflix dramalarında. "Zeytin Ağacı" da bu deneyimden payını almış, sadeleşmiş şüphesiz.

Sevgi’nin annesi Muko (Füsun Demirel) ile yerleştiği konak kısa süre önce yitirdiğimiz Erden Kıral’ın 12 Eylül öncesi süreci sembolik bir üslupla yorumladığı "Av Zamanı" filmindeki konağa benziyor. Özellikle içi, odaların ve salonun konumu filmdeki karakterin yalnızlığını yansıtırken "Zeytin Ağacı"nda bu yalnızlık paylaşılmış ve ağaçlar içindeki konak bir bakıma şenlenmiş. Bu iki yapının benzerliği Cunda Adası’nın sığınmaya müsait, izole ama biraz bağlı, uzak ama biraz yakın mimarisini ve coğrafyasını da pekiştiriyor.

.
TUBA BÜYÜKÜSTÜN'DEN NESRİN CAVADZADE YARATMAYI NASIL BAŞARDINIZ?

Bu başlık altında oyunculukları anmak istiyorum. Başlığa sebep Büyüküstün'ün gece vakti denizde geçen bir sahnesi... Sahnede Toprak ile yakınlaşan Ada'yı profilden görüyoruz. Ortam karanlık ve Büyüküstün'ün yanaklarından su akıyor. Profilden ve yanaklarından su akan bir Büyüküstün Nesrin Cavadzade'ye çok benziyor! Ki belki ben denize girsem ve yanaklarımdan su damlaları süzülse belki ben bile benzerim Cavadzade'ye! İşin şakası bir yana Büyüküstün üç arkadaş arasında zayıf bir oyunculuk sergilemiş. "Çemberimde Gül Oya"da yan rolüne karşın göz doldurup kendini göstermişti ancak sonrasında durağan ve renksiz bir hâl aldı. Televizyonun doğası bunu gerektiriyor. Filmlerde de bu tür roller yazılıyor Büyüküstün'e. Genellikle acılı roller... Bir karizması olduğu yadsınamaz fakat yeteneğini işleyemediğini, risksiz roller dolayısıyla potansiyelinin altında kaldığını görüyoruz. Büyüküstün "yüzü güzel" diye belli bir kategoriye sığdırılacak bir oyuncu değil ama fazlasının peşinden koştuğunu da söyleyemeyiz.

Seda Bakan ve Boncuk Yılmaz. Dizideki diğer iki kadın; biri neşeli biri ağırbaşlı... Büyüküstün de ikisinin enerjisi arasında köprü kurmuş, kâh oraya kâh oraya kayıyor. Yılmaz da "güzel ve acılı kadın"ın ikinci aşamasına geçip "güzel ve tamamlayıcı kadın" limanına demirlemiş. Hâlbuki karakteristik bir yüzü var. Karpuz Kabuğundan Gemiler yapıldı ve Yılmaz o gemilerden birine atlayıp gitti âdeta. Seda Bakan ise Behzat Ç.'ye değin pek ortalarda görünen bir oyuncu değil. Büyüküstün ve Yılmaz'ın aksine kariyeri sessiz ve derinden ilerledi. Bakan 60'larda yaşasa yardımcı rollerde izlerdik kendisini. "Komik" o... Sesi, öykünüşü, sahnedeki duruşu ile tastamam bir "komik". "Zeytin Ağacı"nda karakteri iyi işlenmiş. Çapkın ve zengin eşine neden âşık olduğunu vurguladığı sahneler pek oturmamış ama Bakan o uyumsuzluğunu komikliğiyle örtüyor. Dizide cinselliği sürekli dile getiren de Bakan. 

Erkeklere ve yan rollere gelirsek. Murat Boz baygın bakışlarının ötesine geçmemekte ısrar ederken, Serkan Altunorak da tutuk bir performans sergilemiş. Karakteri çok zayıf çizilmiş. Öyküsü iyi, kendisi zayıf... Fırat Tanış ve Rıza Kocaoğlu'na da değinmeli. Tanış, platformların Orhan Aydın'ı olmaya meyletmiş anlaşılan! Hep öğüt veren, saygı bekleyen konumunda. "Kulüp"te bile çirkin karakterine rağmen temize çekildi. Zaman Bey rolü ise insanı doyuracak bir rol değil doğrusu. Kocaoğlu da ana hikâyeyi desteklemiş, Ege'de meyhane açmış Adanalı rolünde. Ancak ötesine geçmemiş.

.

Füsun Demirel'i anmadan geçmeyelim. Demirel tecrübeli, dahası önemli bir oyuncumuz. 80'lerden itibaren girdiği rollerle bir boşluğu doldurdu. Günümüzde anne rolleri yazılıyor Demirel'e, ilk bakışta sönük, asgari oyunculuk isteyen bir karakter izlenimi alıyoruz bu tip annelerden. Ancak usta oyuncu kendi kimliğinden de katıyor role, fazladan duygu veriyor, canlandırıyor. Merkezdeki oyunculardan Demirel'in Muko'su ve samimiyetin harcı...

GÖLGESİNE UZANIP TABLET AÇMALIK!

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: "Zeytin Ağacı" bir yaz dizisi, çekirdek eşliğinde iyi gider. Tablet açtırır, hamağa, çekyata uzandırır. Fazlasını beklemek doğru olmaz. Hele ayçiçeği yerine zeytin çekirdeği çitler, döngüsel, çetrefil bir hikâye umarsanız hayal kırıklığı ve diş ağrısı kaçınılmaz olur. Buna karşın akan, kapıları zihniniz yerine evinizin salonunda, cereyan yapsın diye açıp serinleten bir dizi. Acılardan, dramlardan süzülmüş bir yaz seyirliği...

*Bergama Antik Kenti'nde (Pergamon’da) eski çağlarda sağlık tanrısı Asklepios’a adanmış bir hastane (Asklepion) yapısı bulunduğu ve bugünkü kompleks mantığında hizmet vererek bölge insanına şifa dağıttığı bilinmektedir.