Zeynep Altıok: Tezcan’ın Karamollaoğlu’na kefil olması umut kırıcı

Sivas Katliamı’nda babası şair Metin Altıok’u kaybeden Zeynep Altıok, aradan geçen zamanda katliama karşı durması gerekenlerin tavırlarının ve söylediklerinin umut kırıcı olduğunu söylüyor.  

Google Haberlere Abone ol

- Aziz Nesin kışkırtmasaydı, cahil kesimi hareke geçirmeseydi... Bazı insanlar için din hassas bir konudur. Kaşınması doğru mu? Aziz Nesin böyle yapmasaydı, babam ölmeseydi diye kafanızdan geçti mi?
- Aziz Nesin’e tahrik edici sorular gelmiştir. Nesin bunu söylemeseydi yaşanmaz mıydı? Belki evet ama bu ütopik bir görüş. Ben de bazen provoke oluyorum ama adam öldürmüyorum.
- Herkes fikrini söylemeli ama her fikir söylenmeli mi? Kadına ne kadar çirkinsiniz denmez mesela... Kışkırtmak gerekir mi?
- Provokasyon deniliyor, tamam belki var ama hırsızın hiç mi suçu yok?


Bu diyalog, 2012 yılının Nisan ayında, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu’nda geçiyor. Soruları soran, o dönem AK Parti Diyarbakır Milletvekili olan Oya Eronat. Yanıtları veren ise, 2 Temmuz 1993’te Sivas’taki katliamda şair, felsefeci babası Metin Altıok’u kaybeden Zeynep Altıok.

Katliamın üzerinden geçen 30 yıl, kimileri için geçen günlerin toplamı olabilir. Kimileri de yaşananların unutulmaması, ders çıkarılması, yüzleşilmesi için mücadele veriyor. Zeynep Altıok da o mücadeleyi verenlerden biri.

Aradan geçen zamanda iyileşebilmek için gerekli olanları "Yüzleşme, adalet, iyi niyet” diye tarifleyen Altıok’un umutsuzluğa kapıldığı anları, katliamda hayatını kaybedenlerden biri olan müzisyen Hasret Gültekin’in Pir Sultan Abdal’ın şiirinden bestelediği türküsündeki sözlerle tarifleyelim:

Şu illerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun gülü yaralar beni

Umutsuzluğa Oya Eronat’la arasında geçen konuşma veya benzerlerini yaşadığı anlarda değil, Sivas Katliamı’na karşı durmasını beklediklerinin hareketleri ya da sözleri nedeniyle düştüğünün altını çizen Altıok, partisinden gelen bazı çıkışların da incitici olduğunu anlatıyor.

Bir dönem Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve milletvekili olarak da görev yapan Altıok, Bülent Tezcan'ı kastederek, Sivas Katliamı yaşandığında şehrin belediye başkanı olan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’na kefil olduğu konuşmasının da kendisi için umut kırıcı olduğunu söylüyor.

“Sivas’ta Alevi toplumundan aldığı oylarla CHP’den milletvekili seçilen bir siyasetçinin, katillerin adının kayıplarımız ile birlikte bir anı köşesinde plakette yer aldığı, göstermelik bir kültür merkezine girerek karanfil koymuş olması mesela benim için kabul edilebilir, kolay üstesinden gelinebilir bir inciticilikte değil” diyen Altıok, isim vermiyor ancak CHP Sivas Milletvekili Ulaş Karasu’ya kırgınlığını dile getiriyor.

Sivas Katliamı’nın 30. yıldönümünde hissettiklerini anlatan Altıok’un sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Sivas Katliamı’nın üzerinden 30 yıl geçti. Bu zaman içinde siz, aileniz iyileşebildiniz mi?

Böyle bir meselede tamamen iyileşmek mümkün olmaz. İyileşmenin tarifinde sahici yüzleşmeler olmalıdır, sahici bir adalet mekanizması işlemelidir. O yüzleşmenin ötesinde tarihe bir bellek olarak bırakılacak, yenileri olmasın diye alınacak önlemler olmalıdır. İyi niyet olmalıdır, göz göze bakabilme pratiği gelişebilmelidir. Dünyadaki örneklere baktığımızda, kişisel olarak bizim iyileşmemiz söz konusu olmayacak belki ama toplumsal iyileşme muhakkak sağlanabilir. Örneğin Nazi Almanya’sında, 100 yaşında olsa bile bir katil, işkenceci Nazi subayı yakalandığında onun yargı önüne çıkarılıp cezasını çekeceğini biliyoruz.

Avrupa’da artan bir ırkçılık var ama o ırkçılık şiddetinin en azından yasalar tarafından caydırıcılıkla ya da toplumsal bilinç ile daha farklı bir yere yönlendirilmesi, kontrol edilmesini mümkün kılacak hukuk sisteminin varlığı, iç sağaltıcı bir şey olarak durur. Sen vahşi bir suç işlersen bu senin yanına kalmayacaktır. Ne yazık ki bizim ülkemizdeki en büyük eksikliğimiz şu anda bu. Bizde değil yüzleşme, saldırgan güruh Atatürk ve Pir Sultan Abdal heykellerini parçaladıktan sonra o heykelleri vahşice yerde sürükleyip insanları aleve vermeye kadar bir hoşgörü, müsamaha, müdahalesizlik, teşvik gibi şeylerin yaşandığı bir süreç görüyoruz.



‘MADIMAK’TA YAŞANAN KATLİAMIN HAK ETTİĞİ ADALET ÇIKMAYACAK’

Sivas Katliamı davasında hüküm giyen Ahmet Turan Kılıç, Cumhurbaşkanı tarafından sağlık sorunları gerekçesiyle affedildi ve hapisten çıktı. Hapisten çıktıktan 1 yıl sonra da hayatını kaybetti. İktidara yakın medya Kılıç’ı “Sivas mazlumu dede” diye tanıttı ama daha sonra elinde benzin bidonu olan görüntüler de paylaşıldı. Kılıç’ın affedilmesi, açık olan Sivas Katliamı dosyasına ilişkin size ne düşündürüyor?

30 yılın içinde, bu davayı sırtlanan mağduru, avukatı, hangi tarafa yakın olursa olsun hakimi açısından bile her şeyin amorflaştığını görüyoruz. Bütün bu izlenim içerisinde bir kere her şeyden önce zaman açıldıkça hafıza da gidiyor. Bu kadar unutturmaya yönelik sistemli ve programlı bir dava süreci yaşandığında ifadesi alınmayan çok önemli kilit isimlerin kendileri bugün iyi niyetli ifade vermeye gelseler bile neyi ne kadar net hatırlayacaklar? Tabii ki çok vahşi şeyleri hatırlayacaklar ama belki de taze taze olayın kaderini değiştirebilecek bilgileri belki onlar bile unutuyorlar. Doğru yargılamayı yapabilmek için gerekli önemli saç ayağının bacaklarından biri kendi kendini imha etmiş vaziyette. Bu davadan, Madımak’ta yaşanan o katliamın hak ettiği adalet hiçbir şekilde çıkmayacaktır.

30 yıllık bir sürecin içerisinde aslında en basit yapılması gerekilen yüzleşme hamlesi, Pir Sultan Abdal heykelini, kenti olan toprakları olan Sivas’ta yeniden yerine koymaktır. Minicik bir adımdır, ama çok büyük bir adımdır. Aslında çok önemli bir yüzleşme adımıdır.

‘KENDİ GİBİLİĞİNİ BEKLEDİĞİM BİRİSİNİN ZULMÜNDEN UMUTSUZLUĞA KAPILMAM’

2012 yılında TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda size AK Partili Oya Eronat tarafından “Aziz Nesin provoke etmeseydi de babam ölmeseydi diye kafanızdan geçirdiniz mi?” sorusu yöneltildi. Bu soru size ne hissettirdi? Hiçbir şey değişmeyecek umutsuzluğuna neden oldu mu?

Biraz belki ütopik gelecek, belki de biraz romantik gelecek ama benim umutsuzluğum sadece biz vazgeçersek olur. Ben, kendisinden kendi gibiliğini beklediğim birisinin zulmünden umutsuzluğa kapılmam. Ben umutsuzluğa, bizi yalnızlaştıran, daha çok yanımızda olmasını beklediğimiz insanların yokluğu, ihmali ya da fütursuzca cümleler kurabildiği zamanlarda kapılıyorum. Çünkü aydın ve entelektüel olan insanların siyasetin çarkları içerisinde işlerine geldiği yöne doğru söylem geliştirmeleri bizi yalnızlaştırır. Hele ki muhalefet tarafındalar ise, hele ki aslında mücadelenin ailelerin ya da bizlerin de önümüze geçerek bize kalkan olarak itici gücü olması gerekenlerin, bizim arkamızdan bizi itekleyip, bizim üzerimizden zaman zaman siyaset ve rant yaratmaya çalışarak ama sahici adımları atmayarak ve de Türkiye’deki siyasi iklimin gerektirdiği şekilde kötü niyetli olmasa da rutinin içerisinde karışarak edindiği o yalnızlaştırma, beni zaman zaman umutsuzluğa sürüklemiştir.

‘TAHRİK OLMA ÖZGÜRLÜĞÜ DİYE BİR ŞEY OLAMAZ’

Davanın aydınlar, muhalif siyasetçiler tarafından yalnızlaştırıldığından bahsediyorsunuz. Geçen zaman içinde bu kadar da olmaz dediğiniz bir örnek var mı?

O kadar çok var ki. Şimdi Sivas’ın 30. yılındayız, 10. yılında ‘Yeter artık. Sivas’ı ısıtıp ısıtıp gündeme getirmeyin. Bu Sivaslılar da ticaret yapamıyor, esnaf mağdur’ diyen köşe yazarı oldu mesela.

Kimdi o yazar?

Ertuğrul Özkök. Baktığınız vakit bu insanlar aslında aydınlanmacı, Cumhuriyet döneminin entelektüel gazetecisi, köşe yazarı. Ama bu insanın çıkınından böyle bir şey çıkabiliyor. Her iki taraf -varsa böyle meşru ve masum bir taraf tanımı- adına birilerini haklı çıkaracağım derken önümüze böyle bir oksimoron getirebiliyor. Bu hiç beklemediğiniz bir umarsızlık, çok can yakıcı. Benim 30 yıldır hep tekrar ettiğim şey şudur; tahrik olma özgürlüğü diye bir şey olmaz. Ben tahrik olduğum için kadın dövebilirim, kısa giyindiği için tecavüz edebilirim diyemezsiniz. Müslüman mahallesinde salyangoz sattılar diyerek adam yakmak da tahrik özgürlüğüne girmez!

Bugünün muhalif siyasetinin satranç gibi ince ince planlanırken kendi dilini kaybederek onların dayattığı yerli, milli ve dini dile esir olarak yürütüldüğü bir ortamda, kendi çağdaş aydınımız, kendi siyasetimizin içinde yalnızlaşmak umut kırıcı oluyor. Örneğin davada onlarca akılsızlık, onlarca hukuksuzluk varken ana muhalefet partisinin Hukuktan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve hukukçu bir milletvekili olan Bülent Tezcan’ın, hiç sorgulanmamış olan dönemin belediye başkanı Temel Karamollaoğlu ile ilgili kefil oluşu, bunu aynı kurulda konumdaşı olarak bulunan katliamda babasını yitirmiş İnsan Haklarından Sorumlu birine sormadan canlı yayında milyonlara hukuki dayanağı olan bir sonuç gibi dile getirmesi sizin için umut kırıcı olabiliyor.



‘ALEVİ TOPLUMUNUN OYLARI İLE SEÇİLEN BİR VEKİLİN O TOPLUMUN ACISINA DUYARSIZ OLMASI KABUL EDİLEMEZ’

Sizin CHP ile bağınız sürüyor. Partiniz Sivas Katliamı yaşandığında tarafı belli olan kişilerle bir yola girdi. Bu sizi rahatsız etti mi?

Ben kendi doğrularımı yazdım, çizdim. Siyaset zaman zaman insanın önüne kendisi ile ilgili sınavlar da getirebilir. Ama bazı zorunluluklar da olur. Ben niçin bugünün siyasi koşullarında şu kişi ile selamlaşıldı şu kişi ile görüşüldü, şu kişi ile bir müzakereye girildi gibi bir şey sorgulamam. Siyaset gereği, konumlar gereği herkesle görüşülebilir. Önemli olan benim partimin, benim partimin milletvekillerinin ya da yöneticilerinin o müzakere süreci içerisinde kendi durduğu yerden, kendi dili ile kendi savunduğu değerler ile bu davayı nasıl sahiplendiğiyle ilgilidir. İşte orada çok hayal kırıklığı yaşadığım zamanlar oldu. Devam eden bir davanın yargısını etkileyecek bir konuda açık ve kesin bir dille hüküm bildirmek ya da görüş bildirmek, hem de sözü doğrudan CHP’nin görüşü olarak algılanacak bir mevkide bulunurken sarf etmek sorunludur.

Çok kötü hissettiğim, çok ağrıma giden şeylerin başında, katliamın gerçekleştiği kentte, partimizden seçilen milletvekilinin tavrı var. 2018’de seçildikten sonra 2 Temmuz günü, bir gün önce "Eğer hükümet karşıtı slogan atılır ise anmayı yasaklarım" diye tehditler savuran vali ile birlikte katillerin adının bir anı köşesinde kayıplarımız ile birlikte plakette yer aldığı, göstermelik bir kültür merkezine girerek karanfil koymuş olması mesela benim için kabul edilebilir, kolay üstesinden gelinebilir bir inciticilikte değil. Çünkü içinde mücadele ettiğim, örgütlü mücadeleye inanan birinin kendi örgütünün mevzudan bu kadar bihaber olması, orada Alevi toplumunun oyuyla seçilen bir milletvekilinin, kendi kentinin gerçeğine ya da onu oyları ile seçen toplumun gerçeğine, acısına bu kadar duyarsız olması kabul edilemez.