Zafer Ceylan: Çevirmen ikinci yazardır

Yazar Zafer Ceylan'la Arapça aslından çevirdiği 'Kaptan' kitabı hakkında konuştuk. Ceylan, "Çevirmen, ikinci yazardır. Hatta iyi bir yazar olmak zorundadır" diyor.

Google Haberlere Abone ol

Süleyman Turna

Taleb Alrefai’nin kaleme aldığı, Zafer Ceylan’ın Arapça aslından çevirdiği 'Kaptan' adlı roman geçtiğimiz haftalarda Ayrıntı Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Bir yönüyle bir deniz anlatısı, bir yönüyle toplumsal bir dönüşüm hikâyesi olan 'Kaptan', Kuveyt edebiyatının öne çıkan eserlerinden biri olarak görülmektedir. 

Bir akademisyen olan Zafer Ceylan, bu kitaptaki çevirisiyle Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’ne değer görüldü. Bu vesileyle Ceylan’a kitabın çeviri sürecini, Arap edebiyatının Türkçedeki yolculuğunu ve çevirmen-yazar ilişkisini sorduk.

Zafer Ceylan

'TALEB BEY GÜNÜMÜZ KUVEYT EDEBİYATININ ÖNE ÇIKAN İSİMLERİNDEN BİRİ'

Taleb Alrefai’nin yazdığı, Ayrıntı Yayınları etiketine sahip olan Kaptan adlı romanla Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’ne layık görüldünüz. Peki bu kitabı çevirmeye nasıl karar verdiniz?

Öncelikle bu söyleşi vesilesiyle hem İstanbul Kültür Sanat Vakfına hem de Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nün seçici kuruluna bir kez daha teşekkürlerimi iletmek isterim. Ödül belgeme kavuştuğum şu günlerde tekrar 'Kaptan'la haşır neşir olmak çok heyecanlı.

'Kaptan'ın çevrilmesi, Taleb Alrefai’nin Prof. Dr. Mehmet Hakkı Suçin’le iletişime geçip kitaplarından birinin Türkçeye çevrilmesini talep etmesi ve Mehmet Hakkı Hoca’nın bana, “Bu işi sen yaparsın” demesiyle ilerleyen bir süreçti. Taleb Bey günümüz Kuveyt edebiyatının öne çıkan isimlerinden biri. Öncesinde kendisini ismen bilsem de, bir iki öyküsünü okumuş olsam da romanlarını hiç incelememiştim. Taleb Bey, hangi eserinin çevrileceği tercihini bize bırakmıştı. Romanları elime ulaştığındaysa, dil ve kurgu bağlamında beni kendine çeken Kaptan oldu. Bunların yanına Körfez efsanesine dönüşen bir denizciyi, günümüzde sadece petrolle ilişkilendirdiğimiz Körfez Arap ülkelerinin geçmişte denizle olan bağlarını, kültürlerini ve petrolün sebep olduğu büyük dönüşümü de koyunca kitap size kendisini zorunlu olarak seçtiriyor.

Kaptan, Taleb Alrefai, Çeviri: Zafer Ceylan,
128 syf., Ayrıntı Yayınları, 2022

Bize kitabın çeviri sürecinden biraz bahseder misiniz?

Her ne kadar öncesi olsa da, sonrasında yoğunlaşıp üç ayda tamamladığım bir süreçti. Deniz ve denizcilik jargonu bambaşka bir şey… Arapça sözlüklerden daha çok Türkçe sözlükleri karıştırdığım, hem Arapça hem Türkçe heyamolalar dinlediğim, Halikarnas Balıkçısı’nın ilk romanında olduğu gibi “Aganta! Aganta!” diye bağırarak ortalıkta dolandığım bir süreçti.

Kitapta sizi en çok zorlayan ve en beğendiğiniz şeyler nelerdi?

Deniz ve denizcilik jargonu… En çok zorlandığım da, en çok beğendiğim de bu sanırım. Nietzsche’nin dillere pelesenk olan sözü gibi: Seni öldürmeyen şey güçlendirir. Öncesinde hiç aşina olmadığım bir terimce vardı karşımda, ne Türkçesine ne Arapçasına. Çeviri yapayım ya da yapmayayım, bilgisayarımın ekranında deniz ve denizcilik terimleri sözlükleri açıktı hep. Bir sözcüğü olduğu gibi Türkçeye aktarmak ya da karşılık olarak Türkçede kullanılmayan bir sözcük türetmek, yaptığınız işten duyduğunuz memnuniyetle bağlantılı olarak olumlu veya olumsuz sonuçlanabilecek bir durum.

Çeviriyi bitirip Mehmet Hakkı Suçin Hoca’ya gönderdiğimde kendisinin, "Seni tanımasam bu kitabı çevirenin bir denizci olduğu zannına kapılacağım" sözleri, Talât Sait Halman Çeviri Ödülü seçici kurulunun ödül gerekçesindeki sözleri kadar güzel ve taltif ediciydi. Kitapta bir kültürün yok olup bambaşka bir kültürün doğuşuna ilk elden tanıkların gözüyle şahit olmak, sonrasında bunu kendi dilime ve kültürüme aktarmak beğenimin zirve noktalarından biriydi.

Çeviri öncesinde ya da sonrasında Taleb Alrefai ile iletişime geçtiniz mi? Kendisinin diğer kitaplarını da çevirmeyi düşünüyor musunuz?

Çeviri öncesinde Goodreads, Twitter gibi platformalar üzerinden takip ediyordum Taleb Bey’i ama herhangi bir iletişimimiz olmamıştı. Çeviri sürecinde ve basım aşamasında Mehmet Hakkı Suçin Hoca aracılığıyla bir iki haberleşmemiz oldu. Örneğin Kaptan’ın kapak tasarımı için Gökçe Alper’in çok hoş bir çalışması vardı, bunu Taleb Bey’e gönderdiğimizde kendisi kapakta, romanda bahsi geçen yelkenli Beyân’ın kendi orijinal fotoğrafının olmasını istedi. Çevirinin yayımlanmasından sonra da kendisi beni telefonla arayıp teşekkürlerini iletti, birbirimizi tebrik ettik. Artık WhatsApp üzerinden sürekli iletişim halindeyiz. Geçtiğimiz ay 'Dr. Nâzil' başlığını taşıyan yeni bir öykü toplamı yayımlandı. Kitap piyasaya çıkmadan önce PDF’i bana ulaşmıştı. Kendisini ayrıcalıklı hissediyor insan böyle durumlarda. Belli mi olur, belki Taleb Alrefai’den bir öykü çevirisi gelir edebiyat dergilerinde yayımlanması için.

Bir önceki çeviriniz de Kırmızı Yayınları etiketine sahip olan, Baha Tahir’in yazdığı Bilmezdim Tavus Kuşlarının Uçabildiğini adlı öykü kitabı. Biraz da bundan bahsedelim mi?

2008 yılında yüksek lisans yaparken kitaplarıyla tanıştığım, 2014 yılında Mısır’da bizzat evine konuk olup kahvesini içtiğim çok incelikli bir yazar Baha Tahir. Maalesef geçtiğimiz yılın ekim ayında ayrıldı aramızdan. Benim nezdimde yeri hep ayrı olacak. Mısır insanının sıcaklığını damarlarınıza kadar hissettirebilecek biri. Bununla birlikte, Enver Sedat döneminde ülkesinden uzakta geçirdiği on beş yıllık gönüllü sürgünlüğünün acı izlerini neredeyse bütün eserlerinde görebileceğiniz bir yazar. Günümüzde Arap edebiyatının en prestijli ödülü olarak kabul gören Uluslararası Arapça Kurgu Roman Ödülü’nün (Arabic Booker) 2008 yılındaki ilk sahibi. Ödülü kazandığı eseri 'Sürgünde Günbatımı' adıyla İsmail Özdemir tarafından Türkçeye de çevrildi. Benim çevirim ise bir öykü seçkisinden oluşuyor. Tahir’in beş ayrı öykü kitabından kendi beğenim doğrultusunda seçtiğim on farklı öykü. 'Bilmezdim Tavus Kuşlarının Uçabildiğini', kendisinin son öykü toplamının da başlığı aynı zamanda. Bana kalırsa çoğu öyküsü, birer novella tarzında, tadında. Tabii, ilk çevirim olması hasebiyle bugün dönüp baktığımda kendimi eleştirdiğim, “böyle mi yapılır yahu” dediğim çok yer var. Yine de ilkler her daim özeldir. Umarım 'Safiye Teyzem' ve 'Manastır' romanı da, Türkçede bir gün benim çevirimle yayımlanır.

Türkçeden Arapçaya çevirmek istediğiniz kitaplar var mı?

Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı’nın yürüttüğü "Türk Devlet ve Düşünce Hayatına Yön Veren Şahsiyetlerin Kısa Yaşam Öyküleri Serisi ve Çevirisi” projesi kapsamında Yıldıray Ozan Hoca’nın kaleme aldığı 'Cahit Arf - Matematiğe Adanmış Bir Ömür' adlı kitabın Arapça çevirisi geçtiğimiz aylarda yayımlandı. Eşim Eman Eissa’yla birlikte görev aldığımız ilk çeviri projesiydi. İşin büyük ve önemli kısmı onun omuzlarındaydı tabii, ben kimi zaman destekçisi, kimi zaman yancısı oldum. Geçmişte rahmetli Abdulkadir Abdelli’nin yaptığı gibi bugün de Ahmad Zakaria ve Melek Deniz ikilisi Türkçeden Arapçaya çok kıymetli çevirilere imza atıyorlar. Biz de ileride eşimle birlikte Türk edebiyatının özellikle genç kalemlerinin Arap yazın dünyasında tanınabilmesi için projeler yürütebileceğimizi düşünüyoruz.

'HER DİL KUTSALDIR'

Sizce Arapçayı diğer dillerden farklı kılan şeyler neler? Arapça ve edebiyat ilişkisine dair neler söylemek istersiniz?

Arapçayı diğer dillerden farklı kılan özellikleri saymam için sanırım dünyanın tüm dillerine dair az çok fikrim olmalı. O yüzden ben Arapça özelinde bakayım duruma. Öncelikle benim için dünyanın bütün dillerinin kutsal olduğunu ifade edeyim. Arapça ne kadar kutsalsa, dünyada sadece on iki kişinin, Türkiye’deyse sadece Mehmet Kuşman’ın okuyup yazabildiği Urartuca da o kadar kutsaldır. Ana dilim olarak Türkçe ne kadar kutsalsa Afrika’nın veya Brezilya’daki yağmur ormanlarının ücra bir köşesindeki kabilenin dili de o kadar kutsaldır. Hangisi olursa olsun bir dilin bir başka dil karşısında artıları olduğu kadar eksileri de vardır.

O yüzden Arapçanın bir özelliği olarak onun iltifat kabiliyetini ön plana çıkarmayı tercih ederim. Klasik ya da modern eserlerinde olsun, sinema/dizi veya sokak dilinde olsun öyle güzellemelerle doludur ki Arapça, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki insanların yaşadıkları onca olumsuzluklara rağmen bakışlarının bir kenarında sürekli duran o umudun da sebebidir bence. Öyle iltifatlar ki kimi zaman yakınınızı kaybettiğinizde yaşadığınız acıyı size unutturur, kimi zaman en dara düştüğünüz zamanda sizi kahkahaya boğar, kimi zaman da gerçek bir yağlamaya dönüşür.

Arapçanın edebiyatla ilişkisine gelirsek Arapların uzun bir süre boyunca kendilerini dünyanın tek şair halkı olarak gördüklerini söyleyerek işe başlayabiliriz. Bu, Arapçanın bir şiir dili olduğu anlamına gelmez ama şairliğin önemli bir uğraş olduğunu gösterir. Bugün bile birçok Arap için hayalleri süsleyen bir meslektir şairlik. Bunu sadece şiir değil de güzel söz söyleme sanatı üzerinden de değerlendirebiliriz. Hani “edebiyat parçalamak” deyimi var ya, yukarıda söz ettiğim Arapçayı ön plana çıkaran bir başka özellik olarak belki bunu da sayabiliriz. Çünkü bedevi bir yaşam tarzına sahipseniz, geceleri yıldızların altında, uçsuz bucaksız bir boşluğun ortasında kalakalmışsanız yapacağınız tek şey “edebiyat parçalamak” olur, yeri gelir şiir okumak, yeri gelir masal anlatmak ama sürekli anlatmak. O yüzden, roman, öykü ve tiyatro her ne kadar Batı çıkışlı bir tür olarak düşünülse de anlatı sanatı Doğu’nun, Doğu insanının hücrelerine işlemiş, genlerine kodlanmış bir yaşam tarzıdır bence. Geçmişten ve gece sohbetlerinden gelen o poetik ruh, 'Binbir Gece Masalları'na, Mütenebbî ve Ebû Nuvâs’ın şiirlerine, Harîrî’nin 'Makâmât'larına, Maarrî’nin 'Risâleti’l-Gufrân'ına, İbn Tufeyl’in 'Hay bin Yakzân'ına ve İbn Hazm’ın 'Güvercin Gerdanlığı’na can suyu verip sonrasında Bedir Şâkir es-Seyyâb’ın, Mahmud Derviş ve Adonis’in şiirlerini ağzında mırıldanarak Abdurrahman Munîf’in 'Tuz Kentleri'ni, Necib Mahfuz’un 'Kahire Üçlemesi'ndeki eski Kahire sokaklarını dolaşır. Günümüzde ön plana çıkan, belli bir dikiş tutturan Arap edebiyatçılarının, benliklerinde bulunan o edebiyatçı kumaşının yanı sıra geçmişten gelen bu büyük mirası özümseyip işleyebilen isimler olduğunu düşünüyorum.

Çevirmenlik yapmaya nasıl karar verdiniz? Dil bilmek, çevirmenlik için yeterli midir?

Kendimi bir çevirmen olarak addetmediğimi söyleyeyim öncelikle. Bir iki kitap çevirmekle kendime “çevirmen” unvanını hak görmek usta bildiğim isimlere saygısızlık olur bence. Daha çok, birkaç kitap çevirmiş bir akademisyenim ben. Ama bunun, benim de topa tuttuğum “akademik çeviri” bağlamında düşünülmesini istemem. Türkiye’de Arap edebiyatının uzun yıllar kabul görmeyip beğenilmemesinin sebebi biraz da ÖSYM’nin dil sınavlarındaki çeviri soruları tarzı bir akademik çeviri üslubu üzerinden gidiyor olmasıydı. Bunu Türkiye’de Arap edebiyatı özelinde kıran kişinin Mehmet Hakkı Suçin olduğunu da pek tabii belirtmem gerek. Benim de 2008 yılında yüksek lisans yaparken aslında akademik bir uğraş olarak başladığım çeviri işlerimi beğenip sonrasında teşvik eden de kendisiydi.

Dil bilmek ile çevirmenlik ilişkisine gelecek olursak, hem bir mütercim ve tercümanlık bölümü öğretim üyesi olarak hem de bir-iki kitap çevirme tecrübesi yaşamış birisi olarak çevirmenliğin, dil bilmekten bir adım ötesi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Çevirmenlik, dil bilmekten öte, kişinin dili bildikten sonra onu nasıl kullanacağını, nasıl işleyeceğini bilmekle ilişkilidir. Bir yazar kumaşından, bir şair kumaşından bahsedildiği gibi bir çevirmen kumaşından da bahsetmek mümkün. Birinin kişinin üzerinde bunu görüp işlemesi ya da kişinin bunu fark edip kendi kendine işlemesi kadar güzel bir eğitim yok. Bu yüzden dil bilmenin ötesine geçen çevirmenliğin, bir yetenek işi, var olan kumaşı daha fazla dokuma uğraşı olduğunu düşünüyorum.

YENİ ÇEVİRİ: SUNULLAH İBRAHİM’İN KOMİTE’Sİ 

“Çevirmen, ikinci yazardır” sözünü nasıl yorumluyorsunuz?

Nedendir bilmem ama bu cümle bana hep Tahsin Yücel’in Kara Kitap eleştirisinden kalma, Orhan Pamuk okuyanların da, okumayanların da sıklıkla başvurduğu cümleyi hatırlatır: İyi romancı ama kötü yazar. Her şey zıddıyla kaim. Çevirmenler için de, “Kötü romancı ama iyi yazar” diyebilir miyiz acaba? Önceliği çeviri olan usta çevirmenler kendi eserlerini üretmediği müddetçe bunu değerlendirmemiz zor olabilir belki ama Sabahattin Ali, Behçet Necatigil, Tomris Uyar, Ülkü Tamer gibi örnekler var karşımızda. O yüzden evet, çevirmen, ikinci yazardır. Hatta iyi bir yazar olmak zorundadır. Çevirmenlik dediğimiz uğraş, kişinin yetenekleri çerçevesinde bir metni başka bir dilde yeniden yazmasıdır. Bugün çeviribilim çalışmaları içerisinde de artık kaynak ve erek metinler iki özgün metin olarak ele alınır. Doğrudur. Sonuçta çevirmen, kendi dilinde ve kültüründe yeni bir yazınsal metin oluşturur. Burada unutmamamız gereken tek şey, aslının olmadan çevirisinin de olamayacağıdır.

Son zamanlarda neler yapıyorsunuz? Masanızda bizim için neler var?

Son zamanlarımı maalesef akademik atama ve yükseltme ölçütlerini yerine getirmeye çalışmakla geçirdiğimi söyleyeyim. Mütercim ve tercümanlık bölümlerinde yapılan çeviri çalışmalarının Üniversiteler Arası Akademik Kurul nezdinde hiçbir getirisinin olmaması ne kadar tuhaf değil mi? Yine de heybem boş değil. Çalışmalarımın arasında yıl sonunda bitecek diye planladığım bir çeviri de var: Sunullah İbrahim’in 'Komite'si. Okuyanlar hatırlayacaktır, yazarın 'O Koku' adlı yarı-otobiyografik romanı 2013 yılında Jaguar Kitap’tan kıymetli hocam Rahmi Er’in çevirisiyle çıkmıştı. Komite ise Orwell’ın '1984'ü ile Kafka’nın 'Dava'sının ortaya karışımı diyebileceğimiz hiciv yüklü karikatürize edilmiş bir anlatı. Bakalım, çeviri hastalığına yakalandıysanız şayet o masanın üstü hiç boş kalmaz. Umarım 'Babil’in Asma Bahçeleri’nden damıttığım o güzel tatları daha uzun süreler size de tattırırım.