YAZARLAR

Yürümek

Erkan Baş’ın Hatay’ın henüz kaldırılmamış enkazları arasından Ankara’ya başlattığı yürüyüş tam da burada hayati bir önem kazanıyor. Bu yürüyüşün sonunda varılacak menzilde, bu ucube rejimin halkın boynundaki siciminin kaderi biraz daha belli olacak ya da halkı teneşire getirmeye çalışan, kokuşmuş ucube rejimin teneşire gelmesi için önemli bir adım atılmış olacak.

Yürümekle yollar aşınmaz. Süleyman Demirel

İtin ayağını yoldan esirgeme. Türk Atasözü

İt ürür, kervan yürür. Başka bir Türk Atasözü

Yürünmemiş yol, yol değildir. Oruç Aruoba

Yürümek de, yürümeye karşı alınan tavır da elbette sizin hayatta nerede durduğunuzla ilgili.

Hayatı başkalarının sırtında geçenler, göbeklerini başkalarının çocuklarının yiyemedikleri ile yağlandıranlar elbette yürümezler. Yürümek, onlar için mesela mutfaktan arabaya, yatak odasından mutfağa kadarlık bir mesafeden bir mesafeye yol almaktır. Ama yürümek, dağlarda, ovalarda gezinmek, örneğin “ne güzel pınarları var gezsen Anadolu’yu” bir modernlik nostaljisi ve fantezisidir. Ömrü saraylarda geçmiş olanlar, gözelerinden pırıl pırıl sular akan derelerin hayaliyle yaşarlar hatta bu arzuyu sıklıkla politize ederler. Alman Nazizminin doğduğu Germen masalları ile yüklü taşra romantizmi de İtalyan faşizminin doğduğu pastoral ülkü de yürümekle ilgilidir. Fakat, başkasının tavuğunu kaz gösterecek yürüyüşte faşist ülkü yeterli olmaz. Brandenburg’dan Stalingrad’a kadar, Alman gençlerinin yürüyüşüne 200 milyon pervitin eşlik eder; yani amfetamin türevi bir uyuşturucu, pestisidlerin ve kimyasal silahların efendisi Bayer tarafından icad ve imal edilmiş bir hap. Faşizm narkotik bir hadisedir, faşistler narkotiğe doğru ve narkotik için yürürler.

Bir de orta üst sınıf yürümesi var. Belirli bir sağlık rejimi ve anti-aging söylemi tarafından üretilmiş, gençlik-esenlik arzusu etrafında, belirli diyet programları ile güçlendirilmiş sağlıklı hayat yürümesi. En azından evdeki koşu bantlarında, korunaklı gettoların tartan pistlerinde, spor salonlarında ya da sayfiye yerlerinde yayalara ayrılmış güzergahlarda, yürümek.

Yoksullarsa yürür, genel olarak yürür.  “İtin ayağını yoldan esirgeme” biraz burayla ilgilidir. Bu insanlar, hadi tartan pistli rezidanslar şurda dursun, hiç olmazsa bir sayfiyede (hadi mülk de şurada dursun, yılın iki üç haftası) yürüyecek kadar para, oralarda zaman geçirecek kadar boş zaman talep ettiklerinde ise yürüme yasaklanır. Ben yürüyorum, bari çocuğum okula servisle gidebilsin dediğiniz zaman yürüme yasaklanır.

Oysa derdi olan insan yürür.

Mesela Nietzche ve Kant büyük yürüyüşçüler. Ama, eski Osmanlı kadısının dediği gibi, akşama kadar yevmiyesini düşünen yoksulların şahitliği kabul olmayacağı için, yoksullar Nietzche ve Kant gibi tefekkür etmek için değil, lokmayı büyütmek, hayatlarını, çocuklarını büyütmek için yürürler. Yani bildiğimiz nümayiş işte: şimdi neyin içindeyiz, yarın ne olsun istiyoruz, ikisini birden temsil eden bir numunenin gösterilmesi.

***

15 Temmuz 2016’dan beri memlekette nümayiş, demokratik-barışçıl gösteri ve yürüyüş hala anayasal hak ama valiliklerin nokta atışlarıyla fiilen yasak, festivaller, grevler de öyle. Öte yandan, depremde ezilerek ve donarak ölmek, alt geçitte boğularak ölmek, göçükte kalarak ölmek, yol ortasında çetelerin kurşunuyla ölmek, bir tarikatın yurdunda yanarak ölmek, arkanda bir erkek varken plazadan itilerek ölmek, işkenceden ölmek, helikopterden atılarak ölmek, bir başka tarikat yurdunda tecavüze uğramak, seçilmiş vekilken cezaevinde kalmaya devam etmek, off-shore hesaplarda para aklamak, ihaleye fesat karıştırmak, sit alanlarını ve sosyal alanları imara açmak serbest.

İngiliz koloniciler de, üretim yapamasınlar diye Hintli dokumacıların, Çinli çay rençberlerinin ve çini ustalarının kollarını kesmişlerdi. Şimdi kapitalizmin geldiği nokta itibariyle, zaten küçük üreticinin üretim yapma şansı kalmadığı için, bunlara gerek yok. Ayrıca, ne gerek var bunlara, doğalgaz, elektrik, su, köprü, havalimanı işletmeleri ve asgari ücrete mahkum edilmiş milyonlar sayesinde, insanların bütçelerini istedikleri yerden, istedikleri kadar ve istedikleri zaman kesmek de serbest.

Peki koloni hukuku nasıl bir şeydir?

Günümüzde çok kullanışlı olduğu için, kolonicilik hikayesi bir kültürel katman üzerinden anlatılıyor. Bana siyah dedi, Müslüman dedi… Kültür savaşlarını ve buradan beslenen fobileri kaşıyacak harika bir etkileşim alanı. Fakat aslında kolonicilik insan bedeni ve doğanın kullanımına ilişkin iktisadi, hukuki, psikolojik ve sosyolojik bir tertibattır. Kolonideki insan bir insan değildir, doğal kaynaklardan birisidir, insansı bir hayvandır ve doğanın diğer parçaları ile birlikte yalnızca sömürülmek üzere vardır. Fanon’un deyimiyle, ellerini, ayaklarını ve vücudundaki kaslarını yalnızca rüyalarında kullanır.

Bu yüzden, kolonide hak-hukuk değil, renkler, etnisite ve inançlar konuşulur.  

İşte bu noktada bir yürüme biçimi daha ortaya çıkıyor. Yalnızca rüyalarında yürüyebilen koloni halkının, kendi uzuvlarını özgürce kullanmaktan, içinde yaşadıkları dünyanın en basit nimetlerini (örneğin tuz) kullanma hakkına kadar bir dizi hak için yürüyüş yapması. Bu yürüyüşlerin en meşhuru Gandhi’nin Mart 1930'da tuz vergisine karşı kendi tuzunu yapmak için Ahmedabad'dan Dandi'ye 12 Mart'tan 6 Nisan'a kadar kat ettiği 412 kilometrelik mesafedir. 6 Nisan’da denize ulaşan Gandhi, deniz kıyısından çamurlu kumu deniz suyu ile kaynatarak kendisi için illegal bir biçimde tuz imal eder ve “şimdi İngiliz sömürgeciliğini temellerinden sarsıyorum” diyerek, herkesi benzer biçimde tuz imal etmeye çağırır. Sonrasında 60 bin kişi tutuklanır ama Hindistan’da İngiltere’nin de-kolonizasyon süreci geri döndürülemez bir şekilde başlamıştır.

1990-91 kışında, artık yeryüzünde cehennemi yaşayan kömür işçilerinin Zonguldak’tan Ankara’ya aileleriyle birlikte gerçekleştirdikleri yürüyüş, ya da 1968’de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının İncirlik Üssü’nde somutlanan Nato sömürgeciliğine karşı Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal yürüyüşleri, tazminatını alamayan maden işçilerinin Soma’dan Ankara’ya yürüyüşü, Tekel İşçilerinin özelleştirme ve hak gasplarına karşı yürüyüşleri, sistemin bizzat çıplak hayatı gasp etmeye dönüştüğü anlarda gösterilmiş reflekslerdir.  

***

Gelinen noktada, koloni hukuku yani hukuksuzlukla yüz yüzeyiz.

En basit insan hakları, en basit yasal haklar OHAL hukuksuzlukları tarafından askıya alınmaya devam ediyor. Hatay halkının seçilmiş milletvekili Can Atalay’ın cezaevinde tutulmaya devam edilmesi ve bunun garanti altına alınması için Gezi davası hızlıca karara bağlandı ve Atalay’ın tutukluluğundaki fiili duruma hukuki bir kisve de ayarlanmış oldu.

Demokrasi denilen ucubeyi en katlanır kılan şeylerden birisi olan temsil yetkisinin tümüyle ortadan kaldırılması, temsil yetkisini kadavraya dönüştürmekten başka bir işe yaramaz.

Erkan Baş’ın Hatay’ın henüz kaldırılmamış enkazları arasından Ankara’ya başlattığı yürüyüş tam da burada hayati bir önem kazanıyor. Bu yürüyüşün sonunda varılacak menzilde, bu ucube rejimin halkın boynundaki siciminin kaderi biraz daha belli olacak ya da halkı teneşire getirmeye çalışan, kokuşmuş ucube rejimin teneşire gelmesi için önemli bir adım atılmış olacak.

Erkan Baş’ın çıktığı yol yeni bir yol değil, işleri yolunda olmayanların, yollu olmayanların ya da yola çıkmaktan başka yolu kalmamışların binlerce yıldır yürüdüğü yol bu.

bir yerden bıkıp, yeni bir yola çıkan kişi,
çıktığı yolun hiç de yepyeni bir yol
olmayabileceğini; daha önce zaten yürünmüş
bir yol olabileceğini de hesaba katmak
zorundadır: mutlak yeni yol yoktur:
ama, yola çıkacak kişi açısından, yeni yol, çoktur.  Oruç Aruoba


Osman Özarslan Kimdir?

1977 yılında, Burdur’un Çavdır ilçesinde doğdu. 2005 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazanıncaya kadar öğrencilikten başka pek çok iş ile iştigal etti. 2010 yılında aynı okulun Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. Nisan 2015’te, Masculinities at Night in the Provinces başlıklı tezini savunarak, yüksek lisansını tamamladı. Bu tez, Hovarda Alemi, Taşrada Eğlence ve Erkeklik ismiyle 2016 yılında yayınlandı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladı ve 2019 yılında Organ Bağışı ve Kaçakçılığı, Yeni Tıbbi İmkanlar, Yeni Sosyolojik Meseleler adlı tezini savunarak doktorasını hak etti. Değişik dönemlerde, gazete-dergilerde, fanzinlerde, bloglarda ve internet sitelerinde, ideoloji, politika, kültür yapıları, ve filmler üzerine yayınlanmış pek çok inceleme, deneme ve eleştiri yazısı vardır. Bundan başka, üç bireysel (Kemalizm Sovyetler Sosyalizm; Dekalog-Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal; Hovarda Alemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik) kitabı yayınlanmış, dört de editörlü (Resmi İdeoloji ve Kemalizm; Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme; Emile Durkheim'ı Yeniden Okumak; Sıkıntı Var-Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler) kitaba katkı sunmuştur. Halen, merkezin dışında kalmış taşra coğrafyalar ve toplumsal normlar tarafından içerilemeyen berduşlar, piizciler, defineciler, kumarbazlar, muskacılar, gibi değişik gruplar arasında, çalışmalarını sürdürmektedir. Osmanlıca ve İngilizce bilir.