YAZARLAR

Yerel Seçimler: Kentsel popülizmin ötesine bir adım

Geçtiğimiz dönemde kentsel siyaset alanında gelişen kendiliğinden popülizmi siyasetsizleştirerek yerel iktidarda tutunmak, gerçekçi bir proje olmaktan çok uzak. Tersine, bugün kentsel siyaset gündeminin, bu kendiliğinden popülizme aktivist bir aşı yaparak yeni bir aşamaya geçmesi gerekiyor.

Bu yazıda, yaklaşan yerel seçimleri, sunduğu fırsatlar ve olasılıklar açısından değerlendireceğim. Tartışmayı büyükşehir belediyeleri ve özellikle de İstanbul ve Ankara üzerinden yürüteceğim -bunun sebeplerinin aşağıda belirginleşeceğini umuyorum. Genel olarak metropollerin yeni ve özgül dinamikler barındırdıklarını ve bunların özel olarak ele alınmaları gerektiğini düşünüyorum. Bu yazıda değinmeyeceğim ancak, Türkiye kentlerinin siyasal gündemleri ve dinamikleri açısından da gruplanarak ele alınması gerekli. Son bir not olarak da Kürt illerinde kayyum siyasetiyle boğulmaya çalışılan metropoliten kentsel siyaseti de -tam da arafta asılı bu hali yüzden- bu yazının dışında tutacağım.

2019 seçimleri sonucunda CHP 30 büyükşehir belediyesinin 11’ini kazandı. Bu sonuç, metropollerdeki siyasal dinamikleri göstermesi açısından da çarpıcıydı, bu çerçevedeki sonuçları açısından da. Her şeyden önce hatırlamak gerekir ki, kamuoyunda “Bütünşehir Yasası” olarak bilinen, Büyükşehir Kanununda 2012 yılında yapılan değişiklikle birlikte büyükşehirler il sınırlarının tamamında etkin hale geldi. Bu uygulama metropoliten kentsel siyaseti yeniden şekillendirdi; her şeyden önce yeni bir temsil aritmetiği yarattı. Büyükşehirlere yeni dahil edilen alanların belediye meclislerinde temsil oranları nüfuslarına kıyasla daha yüksekti ve bu durum açıkça AKP’nin avantajına oldu. Örneğin, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı 2014 yerel seçimlerini oyların yüzde 45’ini alarak kıl payı kazandıysa da, AKP Büyükşehir Belediye Meclisi’nde sandalyelerin yüzde 72’sini kazanmıştı. 2019 yerel seçimlerinde sonuç daha da çarpıcı oldu. Büyükşehir Belediye Başkanlığını CHP’li aday kazandığı halde mecliste Cumhur İttifakı 147 sandalyenin 107’sini elde ederek ezici bir üstünlük sağladı. Benzer bir durum İstanbul’da da geçerli: 2019’da Cumhur İttifakı 180 sandalye kazanırken Millet İttifakı -başkanlığı kazanmasına karşın- ancak 131 sandalye elde edebildi.

Burada detaylarına girmeyeceğim; bütünşehir düzenlemesinin metropoliten kentsel siyasete etkisi çok boyutlu ve temsiliyet aritmetiğinden çok daha fazlasını içeriyor. Kısaca şunu söylemek mümkün: hem kent hem de kentsel siyaset melezleşmiş ve melezleşmektedir. Bir yandan çeperden merkeze (özellikle de baskın temsiliyet yoluyla) siyasal gündemler ve bunların ifade biçimleri taşınmakta, bir yandan da kentle kırın iç içe geçmesinden doğan yeni siyasal gündem maddeleri ortaya çıkmakta.

Buna ek olarak, 2019-2024 döneminde büyükşehir belediyelerinin kentsel mekân üretiminde ve onun yarattığı rantın kontrolü ve dağıtımında oynadığı rol azaldı. Bunun bir sebebi 2011’den başlayarak AKP’nin bu süreci merkezileştirmesi ise de, özellikle İstanbul ve Ankara’da meclis kontrolünün AKP’de kalması da bu süreci desteklemiştir. Bu koşullarda, belediyecilik siyasetinin odağı da imar gündeminden (görece) uzaklaştı. Bu kaymanın bir dinamiği, Millet İttifakı'nın yerel zaferini mümkün kılan ve onun doğal sonucu olarak daha da pekişen bir popülizmin ortaya çıkmasıydı. Geniş bir seçmen tabanını, farklı siyasal eğilimleri temsil eden partileri bir arada tutacak kapsayıcı bir söylemde buluşturmak ancak böyle mümkün olmuştu. Ancak bu popülizmin, kaynağını Gezi Direnişinden alan ve 2013’ten beri metropolleri sarmış olan başka bir toplumsallık arzusu ile ilişkisini de göz ardı etmemek gerek. Partilere sıkıştırılan kimliklerin ötesinde, ortak bir talep ve paylaşılan bir arzu etrafında bir araya gelme eğilimi, 2019 yerel seçimlerinin sonuçları üzerinde, partilerin tabanlarına yaptıkları çağrılardan çok daha etkili olmuştur.

Yani 2019’a gelindiğinde kendiliğinden bir popülizmin geçerli olduğunu ve bunun seçim sonuçlarını belirlediğini söylemek mümkün. Dahası, kendi “tabanları” olarak görecekleri sabit bir seçmen kitlesinin yokluğunda CHP’li belediye başkanlarının çoğu bu popülist pozisyonu hızla benimsedi. Yeni göreve gelen başkanların giderek ağırlaşan ekonomik kriz koşullarını veri alarak başlattıkları destek uygulamaları ve AKP-MHP muhalefetinin engelleme girişimlerini teşhir çabaları bu popülist tavrın doğal bir sonucu oldu.

Aynı dönemde küresel bir olgu daha bu popülist momenti besledi: bugün hayatta olan kuşakların benzerini deneylemediği COVID pandemisi, kentte yoğunlaştırdığı tehdit ile kentlileri birlikte hareket etme ve ortaklaşma yönünde zorladı. Pandemi sürecinde belediyelerin örgütlediği yardım ve dayanışma ağları, AKP dönemi sosyal yardım siyasetini başka bir niteliğe büründürdü. Pandeminin hemen ardından yaşanan deprem felaketi de hem popülist başkanlara ürettikleri dayanışma siyasetini kentlerinin ötesine taşıma fırsatı verdi, hem de yardım ve dayanışma faaliyetini ulusal ölçekte siyasallaştırma imkânı.

2019-2024 dönemini kentliler nasıl değerlendirecek, bunu 31 Mart’ta göreceğiz. Ancak şu anda bu dönemin popülist kentsel siyasetinin gündemi adaylaşma. Tabandan yükselen popülizmin kaynağını Gezi’de aramak gerektiğini yukarıda vurgulamıştım. Buna karşın kurumsal siyaset bu özgürleşimci arzuyu tanımamakta ve onu parti siyaseti çerçevesine hapsetmek refleksinde ısrarcı. Daha da kötüsü, kurumsal siyaset açısından bakıldığında bu popülizmin formülü “sağ siyasetle siyasetsizlikte buluşma”. Bu totolojik formül de, durmadan solcu olmayan adayların önümüze getirilmesi sonucunu doğuruyor.

Bu noktada Türkiye’de kentsel siyasetin önde gelen aktörlerinden biri olmuş olan Mimarlar Odası’na döneceğim. Toplumsal muhalefetin yükselişe geçtiği 1960’lardan başlayarak etkinliğini artıran Mimarlar Odası, AKP’nin kentsel dönüşüm rejimi karşısında barınma mücadelesi veren kent sakinlerinin yanlarında buldukları tarihsel müttefikti; kent merkezlerindeki kamusal mekânlar tahdit altına girdiğinde de öncü rol oynadı. Mimarlar Odası şubeleri yerel ölçeklerde hukuk mücadelesinin önemli taşıyıcılarından oldu, özellikle başkentte Kaçak Saray’ın hukuka aykırı biçimde işgal ettiği Atatürk Orman Çiftliği’ni savunmak için verilen mücadele AİHM’e kadar gitti. Ve son olarak Mimarlar Odası, kentsel mücadelelerin kristalleştiği Gezi Direnişi sırasında da bu barışçıl ve demokratik eylemliliğin doğal bir bileşeniydi.

Bugün AKP iktidarı genel seçimlerde sağladığı moral üstünlüğü yerel seçimlerle perçinleyip, (bundan önceki iki yazımda tartıştığım gibi) kentsel dönüşüm yasasında yapılan değişikliklerle yeni bir kentsel mekân üretim rejimine geçerken kurumsal muhalefet bu sürecin uzağında konumlanmış görünüyor. Geçtiğimiz dönemde kentsel siyaset alanında gelişen kendiliğinden popülizmi siyasetsizleştirerek yerel iktidarda tutunmak, gerçekçi bir proje olmaktan çok uzak. Tersine, bugün kentsel siyaset gündeminin, bu kendiliğinden popülizme aktivist bir aşı yaparak yeni bir aşamaya geçmesi gerekiyor. Bunun büyükşehir belediye başkanlıklarına yeni adaylar gösterilerek sağlanmasını beklemek de gerçekçi değil bu koşullarda.

Öte yandan, böyle bir aşının tam da kurumsal siyasetin en rahat ve huzurlu biçimde çöreklenmiş olduğu, CHP’nin “kaleleri” olarak görülen yerlerde yapılması mümkün. Geçtiğimiz günlerde, son dönemde Mimarlar Odası’nın yürüttüğü kentsel mücadelenin önemli aktörleri konumunda bulunan Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan ve İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Esin Köymen görevlerinden istifa ederek Ankara’da Çankaya ve İstanbul’da Maltepe ilçeleri için CHP’den aday adaylıklarını ilan ettiler. Dahası, Mimarlar Odası kadrolarından aday adaylığı için görevlerinden istifa edenlerin sayısı toplamda 60’ı aşmış bulunuyor. Bu sayının büyüklüğünü Mimarlar Odası açısından kentsel siyasete katılmak yönünde bir refleks olarak düşünmek abartı olmaz. Ama bu toplam içerisinde, yukarıda andığım gibi özellikle Çankaya ve Maltepe gibi CHP’nin güçlü olduğu ve tabanının da kendisinden dinamizm beklediği yerlerde yapılacak “ezber bozan” aktivist bir aşının, önümüzdeki dönem için metropoliten kentsel siyasete dönüştürücü bir etki yapması mümkün.


Bülent Batuman Kimdir?

Adana’da doğdu, Ankara’da yaşıyor. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans derecelerini aldı, doktorasını New York Eyalet Üniversitesi-Binghamton’da tamamladı. Bir süre Mersin Üniversitesi’nde görev yaptı; halen Bilkent Üniversitesi’nde Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı ile Mimarlık Bölümlerinde öğretim üyesi. Kentsel tasarım ve modern şehirciliğin kültürel politikaları üstüne dersler veriyor. Araştırma konuları arasında yapılı çevrenin toplumsal üretimi, modern mimarlık ve şehircilik kuram ve tarihi, kentsel siyaset bulunuyor. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde ve Avrupa Mimarlar Konseyi’nde yönetim kurulu üyeliği yaptı. Journal of Urban History ve Praksis dergilerinin yayın kurulu üyesi. Yayınlanmış kitapları şunlar: The Politics of Public Space (2009), Mimarlığın ABC’si (2012), New Islamist Architecture and Urbanism (2018; Milletin Mimarisi başlığı ile Türkçeleştirildi, 2019), Kentin Suretleri (2019), Cities and Islamisms (derleme, 2021).