YAZARLAR

Gelecek hırsızı bir iktidar

Milyonlarca insanı, canla başla koruyacağı bir gelire ve işe bağlamak yerine, geleceğine şimdiden ipotek koymak, ürkütücü bir kadere mahkum bırakmak, yıkıcı bir siyasetin varoluş zeminidir. Bir ‘gelecek hırsızı’dır çünkü bu iktidar. Geleceği inşa ettiği için değil, onu çalıp bugünden harcadığı ve yarının muhtemel imkanlarını ortadan kaldırdığı müddetçe varlığını sürdürebilir.

Salgın günlerinden başlayarak muazzam bir taarruza kalktı TOKİ. Sadece toplu konutlar yapmıyor; barajlardan parklara kadar inşaatın her kolunda, sanki bir ‘savaş’ verircesine ihale fırtınası estiriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi hayatının daima merkezinde yer alan bu ‘koç başı’, inşa değil bir yıkım makinesi olarak hızını daha da artırıyor.

Bir yanda genç işsizliği, yoksulluk, hayat pahalılığı, alarm veren Merkez Bankası rezervleri dururken; diğer yanda ihale düzeninin bu acımasız işleyişinin nedeni nedir peki? Bu acele niyedir?

İki gün önce normalde tartışması günlerce sürmesi gereken bir gelişme oldu. CHP Milletvekili Gürsel Tekin, önceki gün Kanal İstanbul kapsamında 4 milyon 422 bin metrekare büyüklüğündeki 489 gayrimenkulün bedelsiz olarak TOKİ’ye devredildiğini açıkladı. Böylece Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsi bir abide saydığı ve Türkiye’nin geleceğine dair stratejik bir hamle olarak gördüğü kanal düşünün, esasında nasıl iri kıyım bir emlak projesi olduğu iyice netleşti. Siyasi ve tarihi iddialarla ambalajlanan, dünyaya meydan okumanın şiarına dönüştürülen proje, dönüp dolaşıp bir TOKİ inşaatında somutlandı. Üstelik bunlar virüs salgınının toplumu kırdığı, insanların kitlesel halde işini, gelirini yitirdiği günlerde yaşandı.

Ne var ki meselenin iktidarın özdeşleştiği Kanal İstanbul ile veya pandemiyi fırsat bilerek sayısını artırdığı şehir hastaneleriyle sınırlı olmadığını, ‘normalleşme’nin başladığı haziran ayında açıkça gördük. TOKİ tarafından haziran ayının neredeyse her günü bir ihale düzenlendi. Bir ayda sözleşme aşamasına gelen ihalelerin toplamı 3 milyar 700 milyon lirayı buldu. Üstelik ihaleler konutla sınırlı kalmadı; mesela, Devlet Su İşleri’nin (DSİ) ihaleleri de TOKİ eliyle yapılıyor artık. Anadolu’nun hemen her kentinde parklar, çarşılar, camiler, çevre düzenlemeleri, sulama kanalları da öyle. TOKİ’nin temmuz ayı programı da hayli yüklü. İlan edilmiş ihale sayısı 37’yi buldu. Ağustosta ise 24 adet görünüyor. Yani üç ayda TOKİ eliyle tahmini 10 milyar lirayı aşacak kaynak, birkaç imzayla şirketlere aktarılacak.

Toplumsal tahribatın giderek ağırlaştığı bir süreçte karşımızda duran manzarayı ekonominin ‘rasyonalitesiyle’ açıklamak pek mümkün görünmüyor. Daima ekonominin ‘tunç yasaları’nın eninde sonunda hükmünü icra edeceği ve siyasi iktidarı buna tabi kılacağı varsayılır zira. Piyasanın bir aklı olduğu ve bu akla riayet etmeyenin ‘aklını alacağı’ düşünülür. Dolayısıyla da milyonlarca işsize iş bulacak, gelirini yitirenlere kaynak sağlayacak politikalar yerine, buldozer misali TOKİ’yi sahaya sürmenin mantıklı bir açıklaması olmuyor.

Oysa iktidar tam da bunu istiyor aslında. Nasıl ki siyasi temsil mekanizmalarında, hukukta yıkıcılıkla hareket ediyorsa, ekonomide de benzer şekilde davranıyor. Toplumsal yaşamın pek çok alanına hakim kıldığı irrasyonelliği, ekonomik icraatlarına da yayıyor; eylemlerini mantıki nedenlerden azade kılıp kendisini de mantıkla, akılla açıklanamayacak, dolayısıyla aşılamayacak bir mevkiye çekiyor.

İşte milyonlarca insanı 1000 TL’ye mahkum ederken ve IBAN’la para toplarken, aynı anda milyarlarca liralık inşaat projelerini aleni sergilemesi bundandır. İnşaat yatırımları, önümüzdeki birkaç yılın toplumsal birikimini bugüne çekip muhalefetin yüzüne çarpılacak bir büyüme oranını yakalamayı amaçlamanın yanında, inşaya içkin bir gelecek yıkımının da somut tezahürüdür.

Nitekim şu verileri de TOKİ projeleriyle beraber okumak anlamlı olur…

.

Pandemiyle beraber kredi patlaması berrak biçimde ortada. Fakat çarpıcı olan şey, hayatında bankanın kapısına uğramamış olanların sayısındaki olağanüstü artışta görülüyor:

.

Kredinin ne anlama geldiği malum. Milyonlarca insanı, canla başla koruyacağı bir gelire ve işe bağlamak yerine, geleceğine şimdiden ipotek koymak, ürkütücü bir kadere mahkum bırakmak, yıkıcı bir siyasetin varoluş zeminidir. Bir ‘gelecek hırsızı’dır bu iktidar çünkü. Geleceği inşa ettiği için değil, onu çalıp bugünden harcadığı ve yarının muhtemel imkanlarını ortadan kaldırdığı müddetçe varlığını sürdürebilir.

Dolayısıyla hiçbir alanda kimseye yeni bir inşa kabiliyeti tanımamak üzerine kurulu böyle bir iktidarın, ekonominin kendinden menkul kaidelerine çarparak dağılacağını beklemek hayal olur.