YAZARLAR

Pandemi futbolu ya da korona ligi

Altmış altı günlük aradan sonra başlayan sözüm ona lig, sırf bu erozyon nedeniyle, eski ligin, yani yarım kalmış ligin devamı değil. Salgın öncesi rekabette oluşan form durumu uçmuş, buharlaşmış. Takımlar salgın öncesi yarışmanın mirasçısı değil. Hakemin düdüğüyle başlayan maçlarda, oyunların karakterini ve ruhunu belirleyen yarışma heyecanı filan değil, tam tersine virüs endişesidir. Oyunun psikolojisini belirleyen itki, rakibin gücü ve topun imkanları değil, kendini koruma içgüdüsüydü.

Futbol yorumcusu Arda Alan Işık’ın deyimiyle "saha içinde yağlı güreş mevsimi başlamışken" sahanın kenarında karantina kurallarına ve sosyal mesafe kurallarına uyma özeni, ciddiyet değil olsa olsa "sulu mizah" olarak yorumlanabilir. Oyundan çıkan Dortmund’lu bir topçunun, oyundan çıkar çıkmaz kendisine uzatılan maskeye tepkisi, aslında çok anlaşılır bir tepkiydi. Ama maçı anlatan holigan yorumcu ve spikerlerin, oyuncunun davranışını kınamaları, cidden hayret verici bir samimiyetsizlik örneğiydi. Az önce ikili mücadelede rakibin teri ve tükürüğünde adeta banyo yapmış olan oyuncu, kendisine uzatılan maskeyi anlamsız bulmasından daha doğal ne olabilir?

Saha ve kenarı birbirinden keskin sınırlar ile ayrılmış iki yapay dünya gibi; birinde sözüm ona her kural işliyor, diğerinde ise anarşinin saltanatı hüküm sürüyor. Birinde kurallar işe yarıyormuş gibi dururken diğerinde kuralların esamesi okunmuyor. Benim anlamakta zorlandığım mesele şu; bütün dünya pandemi hukukuna göre faaliyetleri düzenliyorken, sahanın içinde neden karantina kuralları uygulanmıyor? Parklarda bahçelerde dolaşmak yasakken, neden topçular korner atışında, birbirlerinin omuzlarına çıkıp kafa kafaya tokuşma özgürlüğüne sahipler? Aynı dünyanın insanları değil miyiz? Aynı hukuk içinde değil miyiz? Ve bu tuhaf komedi için sahneye ilk çıkanlar, disiplinleri ve rasyonel fikirleriyle ünlü olan Almanlar oluyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse, Almanların serbest piyasa ekonomisi için gönüllü kurbanlık koyun olmaya aday olacağını rüyamda görsem inanmaz ve böyle bir şeyi hayal bile edemezdim. Normalde seyircisiz maç cezalarını "ayıp" diye niteleyen ve elinin tersiyle iten o asil davranış gitmiş, yerine seyircisiz bir ligin öncülüğüne soyunmuş bir sefalet işbaşı yapmış. Ne diyelim, Tanrı futbolu ve futbolcuları korusun.

İki maç izledim. Önce Leipzig-Freiburg maçı, sonra da Dortmund-Schalke maçını, şu ünlü Ruhr denilen derbiyi. Önce, her takımın ciddi nitelik kaybına uğradığını belirtmeliyim. Erozyona uğrayan nitelikler, taktik ve stratejinin lafta kaldığını gösteriyor. Özel yetenek istemeyen sistematik disiplin bile, bu erozyondan nasibini almış.

Altmış altı günlük aradan sonra başlayan sözüm ona lig, sırf bu erozyon nedeniyle, eski ligin, yani yarım kalmış ligin devamı değil. Salgın öncesi rekabette oluşan form durumu uçmuş, buharlaşmış. Takımlar salgın öncesi yarışmanın mirasçısı değil. Hakemin düdüğüyle başlayan maçlarda, oyunların karakterini ve ruhunu belirleyen yarışma heyecanı filan değil, tam tersine virüs endişesidir. Oyunun psikolojisini belirleyen itki, rakibin gücü ve topun imkanları değil, kendini koruma içgüdüsüydü.

Takımlar ve oyuncular bambaşka konjonktürde oynamaya zorlandıkları için, geçmişteki niteliklerini büyük oranda yitirdikleri çok açık; her şeyden önce bedensel denge algısı kaybolmuş. Kendini, topu, rakibi, zemini ve seçenekleri aynı düzlem üstünde algılamak ve bu algıya uygun hareket etmek üst düzey futbol ya da futbolcunun ayrıt edici nitelikleriydi. Salgın etkisi ya da salgın arası bu bilinçaltı otomasyonları sıfırlamış.

Ayak içi pasların isabetsizliği başka bir nedenle izah edilemez. Topun yönü ve şiddetinde yaşanılan pürüzler ancak bu denge kaybıyla açıklanabilir. Futbolun hatalar oyunu olduğunu kabul ediyorum ama futbolun hatalardan ibaret olduğunu söylemek büyük haksızlık olur. İzlediğim iki maç, bilincin ve planlamanın belirlediği maçlar değildi. Hatalı pas ve hatalı tercihlerin belirlediği maçlar oldu.

Bütün bu gözle görülen gerçekler, başlayan ligin, eskinin devamı olmadığını göstermesi bakımından önem kazandı. Oynanan maçlar Bundesliga’nın devam maçları değil, yepyeni maçlar bunlar.

Değiştirilebilir oyuncu sayısının beşe çıkarılmış olması da bunun en büyük kanıtı. Değiştirilebilir oyuncu sayısını arttırmak, futbolun kimyasıyla oynamaktır. Fiziksel yetersizliği resmen kabul etmektir. Saha kenarında sahnelenen hileli gösteri yetmemiş, sahanın içine de hile taşınmış.

Bu lig yeni bir lig.

Bu lig devam ligi değil.

Bu lig pandemi ligi.


Ali Fikri Işık Kimdir?

Ali Fikri Işık, 1958 yılında Mardin’in Savur ilçesine bağlı Xeramemo köyünde doğmuştur. İlk ve ortaokulu Batman’da, liseyi ise Silvan’da okumuştur. 1978 yılında Batman'da “Sesleniş” Gazetesiyle yazın hayatına başlamış. 1985 yılında yazarlar kooperatifi olan Yazko’nun dergisi “Yazko Somut”ta, 1994 yılında “Zone News” gazetesinde, 1995 yılında haftalık dergi “Roj”da, 2010 yılında Taraf gazetesinde, 2016 yılında “BasNews ve Kurdistan24 Türkçe'de yazmıştır. Amedspor Kaos ve Direniş Amedspor kitaplarının yazarıdır.