YAZARLAR

Dolemite is my name!

‘Dolemite’ karakterinin gerçekten ‘ortaya çıktığı’ dönem ve ürettiği diskler, skeçler ve nihayetinde kendi ismini taşıyan (‘uyduruk’ diyebileceğimiz) sinema filmleri çok hassas ve değişken bir zaman aralığına işaret ediyor. Amerika’da, 70’lerde, bir zamanlar başlatmış oldukları ‘jazz’ müziği dönemi ciddi bir etki yaratarak geçmiş ve sanat ve kendini ‘ifade biçimi’ açısından bir tür ‘boşluğa’ düşmüş bir Afro-Amerikan toplumu göze çarpıyordu.

Sinemanın, özellikle 90’lı yıllarda zirvelerini yaşamış, ancak sonrasında değişik nedenlerden dolayı bu kariyerin ve ünün devamını getirememiş en önemli isimlerinden biri olan Eddie Murphy’nin Netflix kanalındaki bu, sinemaya ‘büyük dönüşü’, sadece 70’lerde yaşamış ikonik bir karakterin biyografisi olarak değil aynı zamanda oyuncunun kendisini yenilemesi ve bir şekilde ‘üzerindeki ölü toprağını atması’ açısından da dikkat çekiyor.

Daha önce ‘Hustle and Flow’ ve ‘Black Snake Moan’ gibi, türünde başarılı yapımlar sunan yönetmen Craig Brewer, bu kariyeri düşüşte olan yıldızı alıp onu adeta bir parodi ve ‘aşırılık’ suyunda yıkayıp, zamanında kendi kurduğu efsanevi imajla yüz yüze getirerek, Afro-Amerikalıların 70’li yıllardaki kültürünün içinde doğmuş bir akımına ve bu akımı başlatan bir fenomen karaktere eğiliyor.

1970’li yıllarda Rudy Ray Moore, sahne ismiyle Dolemite, Los Angeles’da, bir gece kulübünde, gösteriler arasında sunuculuk yapan, bunun dışında yaşamak için bir plakçıda çalışan, istediği oyunculuk başarısını asla kazanamamış ve biraz ‘boşa kürek çeken’ bir adamdır. O dönem, Afro-amerikalıların ikinci plana atılmış olduğu bir gösteri dünyasında, Dolemite sokakta yaşayan dilencilerden ‘feyz’ alarak önce sahnede çok sevilen bir stand-up’çı ve şarkıcı olur ardından o dönemde iz bırakacak tuh bir sinema projesine girişir.

KÖTÜNÜN KÖTÜSÜ İYİ OLUR MU?

‘Dolemite is my Name’ belli bir dönemi ve karakteri merkezine alırken, aslında halen güncelliğini koruyan ve sanatın her dalında değer ölçülerini sorgulatabilecek temalara eğiliyor. Dolemite karakterinin ününü yaptığı stand-up gösterileri, şarkı diskleri ve sonrasında bin bir zorlukla yaptığı sinema filmi o dönemki yoksul sayılabilecek Afro-Amerikalılar tarafından beğeniliyor ve komik bulunuyor. Bu gösterilerde hep bir bayağılık, ‘vulgaire’lik, ağza alınmayacak küfürler, düzeysizlik ve cinsiyetçi bir tutum eksik olmuyor, hatta bazen tavan yapıyor. Ancak Dolemite (ve aslında Eddie Murphy), bütün gösteri insanlarının kariyerlerinde bir ‘risk’ gibi taşıdıkları popülerlik iniş-çıkışlarını fazlasıyla yaşıyor ve başarı için izlediği yolda, bazılarına kaba ve itici gelse de, ‘esas’ dinleyici kitlesinin tepkisine göre devam ediyor. Dolayısıyla onun, ‘pejmürde’ duranı ‘hoş’ gösteren, ‘rezil’ gözükeni’ kabul edilebilir’ kılan esprileri ve şakaları, bütün beğeni dengelerini yerinden oynatıyor. Bu çok farklı görünen değerler zaman zaman birbirinin içine giriyor ve bir sanat gösterisi karşısında öznel bakışların ne kadar değişken ve kendi kültürleriyle bağlantılı olduğunu gözler önüne seriyor.

Bu açıdan en bariz gösterge, kuşkusuz Dolemite’ın arkadaşlarıyla sinemada Billy Wilder’ın ‘Front Page’(1974) filmini seyrettiği ve ne onun ne de arkadaşlarının sinema salonunda kopan beğeni sesleri ve kahkahaları anlamadıkları sekans oluyor. Özellikle ‘beyaz’ Amerikalı seyircilerin büyük beğenisini kazanan bu mizah, o zamanki Dolemite’ın ‘getto’ kültüründen beslenen mizahından çok farklı ve ‘yabancı’ duruyor.

GETTO İÇİN, GETTO TARAFINDAN YAPILMIŞ BİR FİLM…

Aslında bizce filmin ‘dönem filmi’ gibi görünmesine rağmen ‘modernize’ edilmiş anlatımı ve tarzı kuşkusuz ‘biopic’ diye adlandırabileceğimiz çok başarılı işlerin senaryolarına imza atan Scott Alexander ve Larry Karaszewski ikilisinden kaynaklanıyor. ‘Ed Wood’, ‘Man on the Moon’ veya ‘Larry Flynt’ gibi büyük iz bırakmış, gerçek karakterlerin çalkantılı hayatlarını anlatan senaryolardaki başarıları bu filmde de kendini fazlasıyla hissettiriyor.

‘Dolemite’ karakterinin gerçekten ‘ortaya çıktığı’ dönem ve ürettiği diskler, skeçler ve nihayetinde kendi ismini taşıyan (‘uyduruk’ diyebileceğimiz) sinema filmleri çok hassas ve değişken bir zaman aralığına işaret ediyor. Amerika’da, 70’lerde, bir zamanlar başlatmış oldukları ‘jazz’ müziği dönemi ciddi bir etki yaratarak geçmiş ve sanat ve kendini ‘ifade biçimi’ açısından bir tür ‘boşluğa’ düşmüş bir Afro-Amerikan toplumu göze çarpıyordu. Dönemin ruhuna uygun olarak Hollywood sinemasında da siyahi toplumu sömürmeye uygun bir ‘Blaxploitation’ filmleri dönemi yaşanırken, ‘Dolemite’ hem o zaman eksik olan ‘getto’ çıkışlı mizah anlayışını yeşertti hem de sonrasında, kendi çabasıyla çektiği ‘Dolemite’ filmleriyle, her zaman seyirci çekebilecek öğeleri (çıplak ve güzel kadınlar, yumruklu dövüşler, patlayan silahlar, seks, kung-fu vb.) kullanarak, ‘kült’ mertebesine ulaşacak yapımları yöneten isim oldu… Hatta Dolemite’ın yarattığı şaka ve espri dolu şarkıların ve çıkardığı disklerin, 70’leri yılların sonlarından itibaren doğacak ‘Rap’ müziğin bir öncüsü olduğu bile söylenebilir.

NETFLİX’İN JESTİ VE FİLMİN TUTUMU…

Ülkemizde sinema salonlarında pek gün yüzü görmemiş olsa da yurt dışında Netflix’in filmi sinemalarda da vizyona sokması, bir anlamda bu kanalın, 70’li ve 80’li yıllarda, Afro-Amerikan kesimin gittiği, şehir merkezindeki görkemli sinema salonları (hatta sinema sarayları) için yapılmış, dolaylı bir ‘saygı duruşu’ gibi görüldü.

Filmde sıkça gördüğümüz Dolemite’ın stand-up’larındaki çiğ, bel altı ve küfürlü espriler oldukça ‘vulgaire’ ve cinsiyetçi dursa da, senaryo yine de güçlü ve önemli kadın karakterlere yer açıyor. Başta Lady Reed’i canlandıran Da’Vine Joy Randolph olmak üzere, birçok kadın karakterin zaman zaman başkahramanın bile önüne geçtiği oluyor. Bu durum, esprilerdeki ‘rahatsız edici ve cinsiyetçi tonu’ dengeleyici unsur olarak dikkat ediyor.

Belli bir başarı kazandıktan sonra, Dolemite ve arkadaşlarının başta hiçbir maddi destekçi bulmadan giriştikleri sinema filmi çekme bölümü, bize uzaktan 1994 yapımı, aynı senaristlerin elinden çıkmış olan ‘Ed Wood’ filmini hatırlatıyor. Tabii ki Dolemite, Ed Wood kadar uçuk, hayalperest ve (hayranlarına göre) sinema tarihinin en ‘kötü’(!) yönetmeni değil. Ancak 1975 yılında, kendi cebinden harcayarak çektiği ‘Dolemite’ filmi de, her türlü ucuz klişeyi kullanan, tutarlı bir hikayesi bile olmayan ve içinde oyunculuk ve teknik açısından sayısız hata barındıran, tabiri caizse ‘evlere şenlik’ bir yapım oluyor. Ancak bu ‘derme çatma’ ve uyduruk film bile, belki yeni bir ‘kendini ifade edebilme’ kapısı açıyor ve büyük ticari başarı kazanıp neredeyse özgün bir yapım haline dönüşüyor.

BİR ZAMANLAR STARDIM!

Bütün bunların yanında film, her şeyden önce unutulmakta olan bir yıldızın da layığıyla ‘dönüşünü’ gösteriyor. 80’li yılların başından 90’lı yıllara kadar ‘Beverly Hills polisi’ ve ’48 saat’ filmleriyle inanılmaz ünlendikten sonra neredeyse kendi başına bir mizah ‘ekolü’ yaratmış olan Eddie Murphy, 2000’li yıllardan itibaren, sinemadan emekli olmasa da ve birkaç filmde yan rollerde görülse de, uzun zamandır bu kadar formda bir oyunculuk göstermemişti. Üstelik bizce bu performans bir ‘fabrika ayarlarına dönüş’ gibi tekrar tadında değil daha çok bir ‘yenilenme’ gibi duruyor. Yani Eddie Murphy’nin alışılmış yüz ifadelerini ve beden dilini bırakıp oyunculuk açısından ‘yeni sulara’ açıldığını ve uzun zamandır hayata geçirmek istediğini bildiğimiz bu projenin başkarakterinin içinde kendi kimliğini erittiğini fark ediyoruz. Bu arada büyük bir özenle yapıldığı belli, bir renk cümbüşü yaratan ancak ‘kitsch’lik abidesi kostümlerinin de ciddi katkı verdiği belirtelim…

Oyunculuk açısından bir parantez de filmin diğer starı, daha çok aksiyon filmleriyle tanıdığımız Wesley Snipes’e açmamız gerekir. Gerçekten bu, narsisistik, kaprisli, yönetmenlik yapmaya çalışan ancak eski günlerini arayan (!) bir oyuncu rolünde harika bir kompozisyon çiziyor.

Sonuç olarak ‘Dolemite is…’, başlarındaki bol küfürlü stand-up’lara tahammül edip, filmin senaryosu içindeki yerini kabul etmek şartıyla, hem etkileyici bir hayat hikayesi sunması, hem bir dönemi kültürel ve sanatsal açıdan başarılı bir şekilde irdelemesi, hem de özlediğimiz bir oyuncuya kavuşmak için bizce kaçırılmaması gereken bir film! Hoş geldin Eddie Murphy!... pardon… Hoş geldin Dolemite!

Yönetmen: Craig Brewer

Oyuncular: Eddie Murphy, Wesley Snipes, Keegan Michael Key, Craig Robinson, Da’Vine Joy Randolph, Tituss Burgess, Mike Epps, Snoop Dogg, Chris Rock…

Ülke: ABD


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .