YAZARLAR

'Bugünün şamar oğlanı da biziz sanki'

İlk dönemde dezenfektan yoktu, inanın kendi cebimden dezenfektan hediye ettim 30 cc'lik şişelere koyup. Şimdi maske soruyorlar, bedava birer ikişer veriyorum ihtiyacı olana. Biz hayata böyle bakan insanlarız. Bildiğim birçok eczacının da mantığı budur. Sahtekâr gibi gösterilmek bizi üzüyor, bunu hak etmiyoruz.

Neredeyse 40 yıldır Konya'da eczacılık yapıyor. Bir yandan tecrübesiyle, bu dönemden eczacıların payına düşen risklere ve buna rağmen “sahtekâr” gibi gösterilmelerine sitem ediyor. Diğer yandan dışarı çok da ses vermeyen şehrinden çarpıcı korona gözlemleri aktarıyor. Başta her şeyin “dinle imanla” çözüleceğine inanılan, kimsenin önlem almadığı günler... Umrecilerin yayılmadaki etkisi, ölümlerle başlayan korku, yeşeren eleştiri dalgaları ve virüsün Konya'da değiştirdikleri...

Çizim: Murat Başol

Benimki küçük bir semt eczanesi. Neredeyse 40 yıllık eczacıyım. Hasta sayısı ve yoğun bakım yatakları bakımından, İstanbullu meslektaşlarımdan duyduğum gibi sorunlar, tabii ki Konya'da görünmüyor. Yine de ne kadar önlem alsanız, çok kişiyle muhatapsınız. Daha yeni 38 yaşında genç bir meslektaşımızı daha kaybettik İstanbul'da. Biz de şerit çektik, her tarafı sürekli dezenfekte edip duruyoruz ama tabii risk altındayız. Tedirginiz ama en kötüsü adımızı hiç anmamaları. Sağlık Bakanı daha yeni maskeden dolayı teşekkür ediyor, dağıtacak olan biziz, eczacıların adını dahi anmıyor. Bu bizi biraz ötelenmiş hissettiriyor açıkçası. Bugünün şamar oğlanı da biziz sanki, nasıl olsa onlar tüm ilacı bize satıyorlar, biz de onlara her istediğimizi yaptırırız gibi. Bu kötü bir şey. En azından tüm sağlık çalışanlarını olduğu gibi motive etmek, biraz özen, en azından adımızı ağızlarına almaları önemli bizim için.

Bu maskeleri dört-beş ay önce 10-15 liraya falan alıyorduk. Biz hatta ücretsiz veririz, tanesi 50 kuruşa gelen maskeden para mı alacaksın, ne olacak... Sonra 30 lira, 40 lira derken 120 liraya kadar çıktı. O dönemde duyduk, bir ton uyanık insan depolardan, eczanelerden, ne bileyim 30 milyon dolarlık mı ne, maske toplayıp Çin'e satmış. Bunların peşine düşmeyip eczanelere böyle davranmak bana haksızlık gibi geliyor. Bunun fiyatını biz belirlemiyoruz. 10 kat arttıran biz değiliz. İlk dönemde dezenfektan yoktu, inanın kendi cebimden dezenfektan hediye ettim 30 cc'lik şişelere koyup. Şimdi maske soruyorlar, bedava birer ikişer veriyorum ihtiyacı olana. Biz hayata böyle bakan insanlarız. Bildiğim birçok eczacının da mantığı budur. Sahtekâr gibi gösterilmek bizi üzüyor, bunu hak etmiyoruz. Ben bilemem mi bir ay evde oturmayı? Bunu yapabilirim. Ama insanlar var. Sokağa çıkma yasağında evden ilaç isteyen üç beş insan oldu, kalfam götürdü mesela. Eczaneye yakın oturanlardan ekmek isteyen oldu, gittim onlara ekmek dahi aldım. Ben 37 yıllık semt eczanesiyim. Birçok kişiyle dost olmuşuz. Bana sırlarını paylaşmaya, rahatlamaya, kahve içmeye de gelirler, bizim gözümüzde onlar para kazandıran insanlar değillerdir. Ben emekli olup yaşamımı öyle sürdürebilirim. Bunu yapmıyorum, her gün oraya gitmek, o ilişkileri sürdürmek için yapmıyorum.

Biz de tabii karşılaşıyoruzdur korona virüslü hastayla. Test yapılmıyor ki, grip diye ilaç almaya bize geliyorlar. Duyarsız, bana bulaşmaz mantığında çok insan var ne yazık ki. Kafa yapısı çok bilime yatmayan insanların tavrı biraz korkusuzca olabiliyor. Cahil cesareti dedikleri gibi bir korkusuzluk. Başlangıçta çoğu insan hiç korkmadı burada, dinle imanla bu işin çözülebileceğini düşünüyorlardı. Sonradan anlamaya başladılar. Bizde de ölenler oldu. Gözlemlediğim şu ki bir korku oluştu, mesela maske takmaya, özen göstermeye başladılar. Sanırım merkezdeki camilerden sosyal mesafeyle ilgili anonslar yapılmış. 10-15 gün öncesine göre sokaklarda daha az insan var korkunun etkisiyle. Bu virüs sanıyorum kafalarımızı da değiştirecek. Bu işin başka, diğer işin başka bir iş olduğu biraz ayırt edilecek. Etmeyen yine de olacaktır.

Umrecilerin yayılmada etkisi, böyle şeyler de konuşuluyor tabii. Bizzat yaşayanlar var. Bir arkadaşımın arkadaşı annesini kaybetti, 15-20 gün önce umreden gelen birine hayırlı olsuna gitmiş, oradan kapmış. Bunlar konuşuluyor. Zaten Konya'da ilk ölen umreden dönen genç bir iş adamıydı. Herkes evine geliyor gidiyor, derken aynı aileden dört beş kişi ölüyor. Umreye gidenler çoğunlukla yaşlı; dünyanın her yerinden insanla bir araya geldiler orada. Bu ülkenin en büyük yanlışı bu oldu ne yazık ki, geç kalındı, yayıldı. Umreden gelmiş birini ziyarete gittiğini söyleyen var, söylemeyen var. Bunun sosyal sonuçları da olacaktır. Açıklanan rakamlar konusunda sadece yorum yapabilirim. Kayda nasıl geçtiğini bilmediğimiz ölümler var, evinde ölenler var. Bu açıklananlar sadece test yapılıp hastanede gözlem altında tutulanlar diyor mantığım bana.

Tabii muhafazakâr bir kent Konya. Yine de bir dönem hükümete çok yakın olan insanların dahi bu dönemde eleştirilerini, “Böyle mi yapılır? Böyle olmaz” diye tepkilerini duyuyorum semtimde. “Çok iyi her şey” diyen pek yok; eskiden vardı. Ne olursa olsun savunurlardı. Sanırım virüs bazı şeyleri değiştirecek Konya'da. Ülkede değiştirecek. Bir de tabii dünyayı takip ediyorlar, herkes vatandaşına yardım etmeye çalışırken, biz burada vatandaştan para toplamaya çalışıyoruz. Bu büyük bir çelişki ve insanlar bunu görüyor. Böyle böyle seçmen davranışını biraz değiştirir diye düşünüyorum.

Rakamlar buradan sonra ivmeyle çıkacakken, bunu çaresinin sadece izolasyon olduğunu görmemek... Ancak iki günlüğüne sokağa çıkma yasağı yapıldı, onu da elimize yüzümüze bulaştırdık. Normalde tek tük arabanın geçtiği bir caddeye bakıyor evim, yasağın açıklandığı gece yüzlerce araba vardı. Kavşak dolu, her yer dolu... İnanılmazdı. Sosyal mesafe denilenin hiçbir anlamı olmadığını, her şeyin boşa gittiğini Konya'da da gördük. Petrol istasyonlarına gitmek nedir? Üzüldüm hakikaten.

Ben 62 yaşındayım, 1981 İstanbul Üniversitesi mezunuyum. Konyalıyım, 1976'da okul için İstanbul'a geldiğimde Türkiye'nin en karmaşık yıllarıydı. Sokağa çıkma yasaklarını başka hatırlıyoruz biz tabii, 1 Mayısları, başka şeyleri... Eczacılığı çok isteyerek seçtiğimi söyleyemem, puanıma göre girmiştim. O zamana kadar ilaç içmeyi bilmeyen biriydim. Sonra iyi ki seçmişim dedim ama. İnsanlara yardım etmek güzel şey, onların hayatlarına dokunmak... Hep almak değil, vermek de güzel çünkü. Parası olmaz, zor durumdadır, kendini onun yerine koyarsın. Bu meslek bana verme olanağı da sağladığı için mutluyum. Becerebildiğimiz kadar yaşamaya çalışıyoruz işte biz de. Şu korona izin verirse...

Konuştuğumuz gün 52 bin 167 vaka, 1101 ölüm açıklanmıştı.

*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar, erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar, karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.