YAZARLAR

'Modern köleliktir bunun adı'

Ben 29 yaşındayım, iki çocuğum var. Eşim özel bir anaokulunda öğretmendi, kreşi kapandı. Ben karantinadaydım, işe döneceğiz, sonra ne olacak belli değil. Bir çukurun, bir meçhulün içindeyiz işçi sınıfı olarak. Çalışan biziz, her şey bizden bekleniyor ama en son planda olan yine biziz.

29 yaşındaki Volkan, ağır mesaiden, ayı ucu ucuna bitirmekten ibaret bir hayattan yılmış bir metal işçisi. Her şeye rağmen sendika olarak önemli bir şey yaptılar, çalıştıkları bakır fabrikasında ilk Covid-19 sonrası “işten kaçınma” haklarını kullanarak 14 gün üretimi durdurdular. Yarın tekrar iş başı. Volkan yasağa rağmen her gün İstanbul'dan Gebze'ye giden binlerce işçiden biri. Sabahları “işçi trafiğini” anlatıyor kinayeyle. Çelişkileri, kemiğe yaklaşan bıçağı ve de böyle gitmeyeceğini...

Çizim: Murat Başol

Metal ağır sektör, hiç de iyi maaşlar almadan çalışıyoruz hem de. Bir yıldır Gebze'de, Sarkuysan A.Ş.'deyim. Daha önce inşaat pazarlama alanındaydım. İşimizi nasıl tarif edeyim... Hammadde olan bakırı inceltiyoruz, istenilen çapa getiriyoruz. Aklınıza gelebilecek bakır olan her şey... NASA'ya bile bakır yolluyoruz öyle düşünün.

Martın sonunda bizde bir korona vakası çıktı. Ateşi artan arkadaşımızı doktor hastaneye yönlendirdi. Üç gün sonra test sonucu pozitif çıkınca Nisan'ın 1'i itibarıyla işçiler olarak üretimi durdurduk. Fabrikada 600 kişi çalışıyor. Sendikalı (Birleşik Metal-İş Sendikası) olduğumuz için bütün kollar olarak aynı anda yapabildik bunu. Fabrikada bayramlarda dahi tatil verilmeyen sıcak işletmeler vardır, onlar bile durdurdu. Anayasanın bize verdiği “işten kaçınma” hakkını kullandık. Bunu sağlık bilgisiyle birleştirdik, 14 gün kendimizi karantina altına alacağımızı söyledik. Şu anda karantinadayız.

Biz bu hakkı örgütlü biçimde kullandık. Biliyorsunuz örgütlü olmayan fabrikalarda insanlar kontrol dahi edilmeden işe gelip gidiyor. Özel sektörün insana önem vermediğini hepimiz biliyoruz. Biz durdurma kararı aldık. İşveren tabii ki önce “Bu yasal değil” diye mesaj attı. İş süreciyle alâkalı olmadığını savunuyorlardı, dışarıdan olmuştur gibi şeyler söylendi. Fakat biz bir vaka yüzünden durmuştuk, ikinci gün vaka sayısı birden beşe çıkınca, onlar da anladı iş yeri kaynaklı olduğunu. Soyunma odasında yan yana giyinen iki kişide çıktı çünkü. Zaten çok çabuk bulaşan bir virüs. Fabrika çok büyük olduğu için makineler yine on metre aralıklıdır, bant sistemi gibi değil, herkes kendi makinesinde çalışıyor. Fakat bizim soyunma odalarını şöyle düşünün, dar bir alanda 600 kişinin dolapları yan yana, toplamda 12-13 tane de banyo var. Bulaşmaması işten bile değil diyeceğim, bulaşmış zaten.

Üretimi durdurduk, ertesi gün Valilik iş bırakmanın yasaklandığına dair açıklama yaptı. Bunun bir öncülük olmasını istemediler herhalde. Önce böyle dediler, tepki gelince sonra “sehven”e çevirdiler. Şimdi biz de iyi kötü vatandaşız. İş bırakma yasağıyla korona virüsünü ne şekilde yeneceklerini düşünüyorlar anlamıyorum. Neyse, geri alınması iyi oldu.

14 günlük süremiz pazartesi (13 Nisan) dolacak. Gerekli tedbirlerin alındığına dair sözler var. İl Sağlık Müdürlüğü'nden, Valilik'ten gelmişler, onlar tedbirlerin ne olduğunu fabrikaya söylemişler. Ciddiye aldıklarını düşünüyoruz, umuyoruz. Çünkü bir vaka daha çıkarsa bunu kaldıramazlar. Karantinadan sonra her şeye rağmen işe döneceğiz biz de. Gönül isterdi ki bu iş bitene kadar, gerçekten herkes evde kalabilseydi. Güçlü devlet, güçlü millet bunu gerektirir. Ama Türkiye'nin ekonomik şartları bunu kaldırmıyor. Başından beri üretimin devam edeceğini söylüyorlar, mecburen işçi kesimi çalışacak.

Bir de ben her gün İstanbul, Pendik'ten gidip geliyorum Gebze'ye. Düşünün normalde şehir dışına çıkmak yasak ama işçilere serbest. Servisle gidiyorum. Korona öncesi 14 kişi falandı, tedbirler dolayısıyla her servisi ikiye böldüler. Şöyle oluyor... İstanbul çıkışında, Tuzla bölgesinde polis kontrolü var. Zaten polis biliyor, iş yeri servislerini geçiriyor. Hiçbir sıkıntı yok o anlamda. Kaç işçi gidiyordur? Biliyorsunuz Gebze sanayi bölgesi, her gün yüz binlerce kişi gidip geliyor İstanbul'dan. Şimdi de sabahları İstanbul-Gebze arası bayağı işçi trafiği var. Şöyle söyleyeyim, sadece 600 kişilik bizim fabrikaya her gün altı-yedi servis İstanbul'dan işçi geliyor üç vardiya.

20 yaş altına yasak geldi, çalışan 20 yaş altı için esnettiler. “Çalışmaya devam” diyorlar kısaca. Korkunç... İşçiler korkarak çalışıyor, herkesin psikolojisi bozuk. Bir yandan aileme getirdim mi, hasta mı oldum derken, gidiyorsun beş yüz, altı yüz kişi birlikte çalışmaya... Modern köleliktir bunun adı. Kapitalist sistemin patronları, sermayesi evinde. Ve bu sistemsel bir olay. Çünkü hükümet de üretimin devamını istiyor. Metal sektörü ihracatın önemli bir parçası. Haklarını da bu kadar kullanıyorsun işte, 14 gün yeter mi hep beraber göreceğiz. Virüsün artış dönemindeyiz, yeni bir vaka çıkmayacağını kimse bilemez. Başka dayanağımız olmadığı için mecbur gideceğiz. İşçi için 100 lira, 200 lira eksik almak, evde dengenin bozulması demektir. Zaten gerçekten hakkettiğimiz ücretleri almadığımız için, düşünün bu zorlu şartlarda bile fazla mesai yapmaya bakıyoruz geçinmek için.

Ben 29 yaşındayım, iki çocuğum var. Eşim özel bir anaokulunda öğretmendi, kreşi kapandı. Ben karantinadaydım, işe döneceğiz, sonra ne olacak belli değil. Bir çukurun, bir meçhulün içindeyiz işçi sınıfı olarak. Çalışan biziz, her şey bizden bekleniyor ama en son planda olan yine biziz. Bütün alınan kararlar sermayeye yönelik... Bu düzen değişir mi? Değişeceğine dair umudumuz olmasa yaşayamayız. Bunu biz değiştiremesek de çocuklarımız için o umudu taşımak zorundayız. Bu değişecek, çünkü insanlar artık yaşayamaz hale gelecek. Yavaş yavaş oraya gidiyoruz. Eskiden bir baba beş-altı kişilik bir haneyi rahat şekilde geçindirirken, ben asgari ücretten biraz daha iyi maaş alan biri olarak, asgari ücretle insanlar nasıl geçiniyor bilemiyorum. En az bin lira kirası, en az beş yüz faturası.... Türk milleti olarak şükürcüyüzdür, azla yetiniriz. Ama artık azı da bulamayınca ne olacak? Bir sene durmadan çalışıyorsun, mesailere kalıyorsun, senede bir kere ailenle tatile gidemiyorsun, çocuklarınla bir yere oturamıyorsun. Sadece fatura öde, yiyebiliyorsan ye, ayı geçir. Evlendiğimizden beri bir kere bile tatile gidemedik. Bir tek balayı işte. Ha bu sene, ha ertesi sene derken olmuyor bir türlü. Bu değişecek. Korona virüsüyle olur, başka bir kıvılcımla olur bilemem ama değişecek.

Konuştuğumuz gün 47.029 vaka, 1006 ölüm açıklanmıştı.

*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar, erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar, karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.