YAZARLAR

'Üst yönetim evinde, şubedekiler sanki köle'

Şu da oldu, bu ay performans sormayacağız, dediler. Evet, teşekkürler yani, çok da umrumdaydı! Kimsenin psikolojisi önemli değil gözlerinde. Üst yönetimin hepsi evde, şubedekiler sanki köle. Durum bu.

Ölümler ve hastalık haberleri gelirken, 19 yıllık bir bankacı böyle bir zamanda dışarıda olarak ve çalışarak aldıkları riske isyan ediyor. Sektöründe zaten var olan ama şiddetlenen eşitsizliği, çalışanların kendilerini nasıl “paçavra” gibi hissettiğini anlatıyor. İş yerinde yeterli önlem alınmadığı gibi, bu süreçte “bu ay performansa bakılmayacağı” müjdesi verilmiş. “Çok teşekkürler!” diyor öfkeyle.

Çizim: Murat Başol

19 yılık bankacıyım, size her şeyi anlatabilirim çünkü hâlâ bu işi yeterince ciddiye almamamıza çok kızgınım! Geçen pazartesi günü bankaların çalışma saatlerinin kısıtlanabileceği söylenmesine rağmen ve kamu bankası olmamamıza rağmen bizim banka bu uygulamaya gitmedi. En üst yönetim evlerinden çalışıyor, şubelerdeki kimse de umurlarında değil açıkçası. Ne dezenfektan, ne kolonya... Bir arkadaşımızın karısı hemşire diye acil bir-iki maske edindik sayesinde. Sonra parayla satın almaya başladık.

Şubede 20 kişiyiz. Kimseye müsamaha gösterilmedi. Daha sonra eleyin, idari izin gibi gösterin baskısına direnemeyince de sadece iki kişiye izin verdiler düşünün. Gişe elemanları full çalışıyor. 65 yaş üstü içeri almayın diye yazı gelmesine rağmen bize mail atılıyor, “Polise haber vermiyorsunuz, işlemini yapıyorsunuz” deniyor. Bunlar biliniyor ama herkes üç maymunu oynuyor. Kendinizi koruma şansınız yok. Her zaman büyük balık küçük balığı yutuyor.

Benim mevduat müşterilerim ağırlıkta, yani zaten yüzde 90 telefonla işlem yapıyorum. Diyorum ki, bırakın evden çalışayım... Neymiş, telefon görüşmelerimi kaydedemeyeceklermiş öyle. Şubeden de kendi cep telefonumdan konuşuyorum çoğunlukla, insanlar oradan arıyor, orada da kayıt yok, anlatamıyorum. Sonra 12-5'e geçmeye mecbur kaldılar, bu sefer de idari izin kaldırıldı. Herkes full çalışacakmış. Çok net mobbing ama yine kimse bir şey diyemiyor. Hepimizin birim birim ayrı WhatsApp grupları var; oradaki yazışmalara bir baksanız içler acısı. İnsanlar “Biz neyiz ki, bize verilen değeri gördük. Paçavraymışız onların gözünde” öyle şeyler yazıyor.

Bir de inanın o kadar antin kuntin işlemler için şube çalışıyor ki. Artık ATM kartıyla çözülemeyecek iş yok. Maalesef hâlâ şubeye gelenlerin yüzde ellisi 65 yaş üstü insanlarımız. Bu süreçte şunu da gördüm, bazı insanların çocuğuna, torununa güveni de yok, parasını çekecek sonra ona vermeyecek diye mi düşünüyor? İçlerindeki dünyayı anlamaya çalışıyorum, internet kullanamamak belli bir yaş üstü için tamam. Ama inanın sadece yaşlı kesim değil. Üç gün üst üste aynı adam şubeye geldi mesela. İlk gün para çekti, peki ikinci gün, üstüne üçüncü gün neden? Neden? Soruyorum, nasıl aciliyeti olmayan işlemler...

Diyorlar ki kendi OHAL'inizi yaratın. İşveren izin vermiyor. O zaman mesafe koyun. Peki, yirmi kişi aynı tuvaleti kullanıyoruz, giderken otobüse biniyorum, karşıdan karşıya geçerken de yanımdaki adamı ittireyim o zaman... Bu kadar yıllık bankacıyım, bankaların kapanamayacağının bilincindeyim. Bankalar ancak dünya nezdinde kapanabilir. Borsa kapanmalı, Merkez Bankası EFT işlemlerini durdurmalı vs. Şu anda ancak 2021 takviminde banka kapatacağınızı duyurabilirsiniz anlatabiliyor muyum? Banka açık kalacak, ama bu geçici ve olağanüstü durumda aciliyeti olan minimum işlemleri yapmak üzere bir sistem kurabilirsiniz. Şu anda mikrobu görmüyor diye, insanlar durumu anlamış değil. Ama ben bu korkuyu içimde yaşıyorum. Beş dakika da olsa anneme kapıdan bir şey bırakmak zorunda kalabilirim, evde çocuğum var, korkum çığ gibi büyüyor. Yakınınızda bu hastalığı kapan biri mutlaka vardır. Bütün ailem hemşire ve doktor, dolayısıyla gerçekte ne kadar yaygın olduğunu biliyorum.

Çok geriye gitmiş durumdayız. Bir zincir gibi düşünün. Halkalardan biri sekteye uğradığında sistem çalışmaz duruma gelir. Araba satışı sekteye uğrarsa, oradan banka, oradan konut, oradan küçük esnaf... Şu anda en iyi hallerimizde olduğumuzu göreceksiniz. En büyük handikap küçük esnafın. Kendilerini kurtaramıyorlar, bir ay kurtardı diyelim, üç ay sonra kapatmaya başlayacaklar. Ekonomik krizi, borsayı, ana sıkıntı dallarını saymıyorum, sadece bunun bile etkisini göreceğiz. En azından bütün dünya geriye gidiyor, sadece Türkiye'de olsaydı facianın faciası olurdu. Diğer ülkelerde farklı olan şu var... Sevgili Cumhurbaşkanımızın kullandığı “ihtiyat akçesi”, kötü günümüz için ayrılan para kullanılmamış olsaydı, bankalara bir miktar aktarılabilir, esnaf, bireylerin kredileri için kullanılabilirdi. Şimdi öyle bir şey çıkardılar ama öteleme şartları belli değil ki. Şöyle düşünün, banka da bir tür esnaf, birine verdiği krediyi altı ay neden ertelesin, bunun üzerine illa bir şey ekleyecek. Altı ay ötelemek yine bir şeydir, ama bu da yetmeyecek, ne yazık ki insanlar altı ay sonra batacak. Bazı ülkeler tam da bunun için önlem alıyor. Diyeceksiniz ki her şey hükümette mi bitiyor, ama sonuçta kapı oraya çıkıyor. Bakın şu noktaya geldik, avukatlara verilen takip dosyaları bizim önümüze çıkıyor artık. Avukat üç ay ulaşamamış, tahsilat kabiliyeti yok, bize diyorlar ki bir de siz ulaşmayı deneyin. Avukat yapamamış, ben kimim ki ulaşacağım? Ayrıca üç kuruşluk maaşla, bir de o işi mi yapalım? Artık bankacılık falan değil yaptığımız işin adı.

Şu da oldu, bu ay performans sormayacağız, dediler. Evet, teşekkürler yani, çok da umrumdaydı! Kimsenin psikolojisi önemli değil gözlerinde. Üst yönetimin hepsi evde, şubedekiler sanki köle. Durum bu. İnsanların duymak istediklerini söylemiyorum, yalakalık yapmıyorum ben. Bunları yapmayınca da bir bankada ancak benim kadar yükselebilirsiniz zaten.

Konuştuğumuz gün 2433 vaka, 59 ölüm açıklanmıştı.

*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar, erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar, karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.