YAZARLAR

'Önlem alanlar onlara göre şov yapıyor yani'

“Yapanlar var. Neden depo komple bir dezenfekte edilmiyor” diye sordum genel müdüre. “Onlar şov amaçlı yapıyor” diye cevap verdi bana. Önlem alanlar onlara göre şov yapıyor yani. Lavabolara dair de sordum. Bilmiyorum bunları sordum diye mi beni işten çıkarttılar...

Ümit A., 37 yaşında bir depo işçisi. Alışveriş sitelerine verilen siparişleri paketleyen o “görünmez” insanlardan. Sosyal mesafelenmeye olanak tanımayan, her saat belli sayıda ürünün altına düşemeyeceği, üstelik son dönemde yükü artan, çok ağır bir iş yapıyor. Yapıyordu daha doğrusu. Konuşmak için sözleştik, iki gün sonra aradığımda işten atılmıştı. Bir yandan virüs kapmış olmaktan endişeli, bir yandan acilen yeni iş bulması gerekiyor.

Çizim: Murat Başol

Dün işten atıldığımı öğrendim. Moralim çok bozuk. Çalıştığım projenin temmuzda kapanacağını, o yüzden şimdiden küçülmeye gittiklerini söylediler. Biz büyük depolarda markalara proje diyoruz. Mesela Madam Coco projesi, Ikea projesi, Koton projesi gibi... Günlük üç yüz çalışanın olduğu bir depoda çalışıyordum. Firmanın tamamı sekiz yüz kişi. Bizde iki marka vardı. Marka sayısının daha yüksek olduğu, çok büyük depolar da var.

Şöyle işliyor. İnsanlar e-ticaret şirketlerinden sipariş veriyor. O markanın ürünleri depoda belli bir sisteme göre yerleşmiş oluyor, biz siparişlere göre toplama yapıp paketlemedeki arkadaşlara veriyoruz. Oradan da kargoya gidiyor. Normalde de zor bir iş, performans baskısı var, markaya göre bir rakam belirleniyor, atıyorum saatte yüz ürün toplaman gerekiyor. Toplayamazsan şef çağırıp uyarıyor, tutanak tutuluyor. Hem hızlı çalışacaksın, hem bazı ürünler çok ağır. Madam Coco'da ağır cam ürünler var, halılar var. Ikea'da 40-50 kiloluk paketler oluyor.

İnternetten, televizyondan bu virüsü öğrendik. Bir gün iş güvenliği uzmanı, iş yeri hekimiyle toplantı yaptı. Mümkün mertebe kendinizi koruyun dedi, önlemleri söyledi. Ama ne oldu? Maske, eldiven hiç olmadı. Dezenfektan kondu ama çok yetersiz. Zaten düşünün vardiyada 160 kişi var, üç tane erkekler tuvaleti var, üç kabin yani. Üç tane de lavabo. Bize dair hiçbir önlem alınmazken, amir masalarının etrafına şuradan sonra geçemezsiniz diye işaretler koydular. İşçilere yasak. Kendilerine önlem aldılar yani. Zaten toplantılardan toplantılara görüyoruz onları.

Şirketin genel müdürü toplantı yapıp sosyal mesafeyi anlattı. Ama mesela ben ürün topluyorum diyelim, ürünlerin durduğu bir koliyi açıp kapatıyorum, benden sonraki de gelip aynı koliyi açacak, mecbur. Aynı yerlere sürekli herkes dokunmak zorunda. “Yapanlar var. Neden depo komple bir dezenfekte edilmiyor” diye sordum genel müdüre. “Onlar şov amaçlı yapıyor” diye cevap verdi bana. Önlem alanlar onlara göre şov yapıyor yani. Lavabolara dair de sordum. Bilmiyorum bunları sordum diye mi beni işten çıkarttılar... Bunların hepsini iki hafta önce tesis yöneticisine de söylemiştim. Normalde birkaç ay çalıştırıp işten çıkarırlar. Benim bir yılım dolmak üzere, eskilerden sayılırım, fikirlerimizi, önerilerimizi sormuştu. Söyledim, dinledi, teşekkür etti. Çalıştığım proje bitse de, yenisinin geleceğini falan söyledi. Ama işte sonunda atıldım. Bir de tabii yasal hakkımız olan sendikayı (DGD-Sen) arkadaşlara anlatmamın da etkisi var. Çoğu bilmiyor, yasa dışı bir şey gibi bakıyor, bilgilendirdim. Üye sayımız artıyordu. Büyük nedenin bu olduğunu düşünüyorum. Virüsten sonra bizim için işler yavaşlamadı. Hatta herkes evden siparişi arttırdığı için normalde sekiz saat olan vardiya on saat oldu. Buradan çıkmanın bir yolu varsa işçilerin birlik olması bence, birlik olunca kendi güçlerini görmeleri... Depolarda istedikleri gibi işçi atıyorlar. Topluca iş yavaşlatma ya da durdurma yapabilsek anında geri vites yaparlar. İşler yoğun, mecburlar buna.

Daha önce güneş paneli yapan bir fabrikada çalışıyordum. Evliyim, çocuğum yok, eşim de çalışmıyor. İş bakmam lazım, sokağa çıkmak tehlikeli. Zaten şu durumda iş bulmak da zor. İnternetten birkaç siteye baktım dün. Yok bir şey. Ne yapacağım bilmiyorum açıkçası. Evde kal diyorlar, mecburen kalamayacağız. İş kaygısıyla birlikte bir de virüs kaygısı var. Atılmadan önce griptim, rapor vermişti iş yeri hekimi. Depoda kayınpederi umreden gelen biri var mesela. Çocuğun ateşi yükselmiş, öylece göndermişler. Test yapıldı mı, pozitif mi bilmiyoruz. Başka depolardan da koronayla şüpheli birkaç kişiyi duyduk. Size anlattığım şekilde çalışıyoruz bütün gün, tabii ki kaygılıyım ben de. Ateşim artmadı ama belki de kuluçka dönemi, nereden bileyim...

Konuştuğumuz gün 1872 vaka, 44 ölüm açıklanmıştı.

*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar, erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar, karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.