YAZARLAR

Çare olmayan avantaj: Zamanı kullanmak

Bugün -ekonomik kriz dolayısıyla dolaşıma sokulan uydurma popüler kavramla söylersek- geçici bir siyasi “dengelenme” yakalanmış gibi görünüyor. Ancak bu “dengelenme”, iktidarın yapısal krizini çözmeyen ve çare olamayacak -üstelik kendisinin yaratmadığı- bir avantaj sadece.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir süre gözlerden uzak ve sessiz kalmasına son vererek partisinin il başkanları toplantısında yeniden sahneye çıktı. Yerel seçim ve tekrar edilen İstanbul seçiminin ardından yaşanan olağanüstü hareketsizlik, şaşırtıcı sessizlik, bir süredir Erdoğan’ın da ortalıkta görünmemesiyle birleşince -her zaman olduğu gibi- çeşitli spekülasyonlara neden olmuştu. Erdoğan’ın ortaya çıkması ve tekrar yüksek perdeden konuşmaya başlaması, iktidarın seçim yenilgisi sonrasında yapacağı bazı revizyonları da iyice ağırdan alacağının netleşmeye başladığı kulis haberleriyle eş zamanlı oldu. Gazete Duvar’dan Nergis Demirkaya ve BBC Türkçe’den Ayşe Sayın haberleri, ağırdan almanın iyice zamana yayılan bir geçici dondurmaya dönüşeceğini gösteriyor. Daha önce de bu köşede birkaç kez değindiğim üzere, Erdoğan’ın beklendiği ve iddia edildiği gibi seçim yenilgisine dönük önlem hamlelerinde pek de aceleci olmayacağının işaretleri hayli fazlaydı. Bütün sorun başlıklarında olduğu gibi kendi krizinde de, kontrolü elinde tutmak, ritmi ve takvimi belirleyebilmek meseleye müdahale etmekten daha öncelikli görünüyor. Bu konuda alınan ilk sonuçlar da, Erdoğan’ın bu tercihinin istediği gibi geliştiği yolunda bir resim veriyor.

İki hafta önce 10 Temmuz’da Gazete Duvar’daki “Demiri değil oyunu soğutmak” başlıklı yazıda, iktidarın ağırdan almasının muhalefete inisiyatif vermeme gerekçesi üzerine şu satırlar yer alıyordu: “Erdoğan’ın partililerle yaptığı kapalı ve açık toplantılarda en sık dile getirdiği nokta, önemli değişiklikler için ‘istiyorlar diye yapmayız’ şeklinde. Birkaç kez basın önünde de paylaştığı bu tavır, basit bir inatlaşmadan çok, meselenin -futbol tabiriyle- oyunun soğutularak halledilmesinin daha isabetli olduğu değerlendirmesinden kaynaklanıyor.” Karşı karşıya kalınan meselenin hızlı müdahale yerine biraz soğutularak yatıştırılmasının tek nedeni dışarıya karşı kuyruğu dik tutma ihtiyacı da değil anlaşılan. Oyunu soğutmanın içerideki akut ve kronik sorunlarla ilişki kurma biçimiyle de yakın ilgisi var. Özellikle yeni parti girişimleri ve AKP içindeki rahatsızlıkların acil müdahale ile kontrolden çıkabilecek biçimde tetiklenmesi riski, epey ciddiye alınıyor. Hem istenen kelleleri vermenin sonu gelmeyecek bir tatminsizlik yaratması, hem de çok sert bir revizyonun küskünler listesini büyütmesi olasılığı hiç de az değil. Dolayısıyla bir şeyleri tamir etme telaşının daha fazla kazaya sebep olması mümkün. Yani dışarıya olduğu gibi, içeriye karşı da temkin daha önde.

İktidarı hızlı hareket etmekten alıkoyan nedenler yanında, hareketsiz kalabilme lüksünün sağladığı avantajların da giderek genişlediği görülüyor. Dış politika konularında seçim öncesinde ortaya çıkan sıkışmışlık, iktidar lehine epey gevşemiş gibi duruyor. Ne içeride, ne de dışarıda zaman baskısını yükselten aktörlerin olmayışı veya mevcut aktörlerin bu yönde bir ısrar ortaya koymamaları bunun en önemli sebebi. Mesela Erdoğan’ın il başkanlarına yaptığı konuşmada, özellikle ABD ile yaşanan sorunlar konusunda meseleyi zamana yayma imkanını yeniden ele geçirmenin rahatlığı açıkça görülüyor. Pek çok yorumcunun beklediğinin aksine Trump -kendisi için de avantaj olan- krizi zamana yayma imkanını Erdoğan ile paylaşmakta bir sakınca görmedi. Böylece Avrasya lobisinin tazyiki ile ABD restleşmesinin arasında geçici bir dengenin bir süre daha devamı için alan yaratılabildi. Bunun iç politikaya yansıması, Erdoğan’ın konuşmasında yeniden ortaya çıkan “kendileri bilir” havasındaki özgüven ile kendini gösteriyor. Trump, şimdilik bunu Erdoğan’ın elinden almak ya da krizden çıkış formülü bulma konusunda onu sıkıştırmak için fazla heveskâr değil. Erdoğan’ın AB ile ilişkilerde temas ettiği “kârlı ortak” vurgusu da, Volkswagen’in yatırım kararında da görüldüğü üzere benzer bir zemini işaret ediyor.

Bir acil erken seçim ve bir yerel seçim yenilgisine mal olan ekonomik kriz tablosunda da, iktidar acil önlem sıkışmışlığını kısmen rahatlatmış görünüyor. Bir sahici iyileşme olmaksızın ve önemli hiçbir önlem almadan, kendi dışındaki konjonktürün de desteğiyle ekonomide yeniden kontrolü ele almış görüntüsü verebiliyor. Merkez Bankası Başkanı'nı “faizi düşürmedi” diye görevden almak ve sonra da beklenenden fazla bir faiz indirimi kararı çıkarttırmak, üstelik de bunları önemli bir piyasa tepkisi almadan yapmak böyle mümkün olabiliyor. Çok ciddi güven sorunları yarattığı iddia edilen ekonomi yönetimine müdahale etmeden “dengelenme” iddiasını sürdürmek de. Ekonomik kriz baskısını ve maliyetlerinden doğan itirazları politik alana taşıyacak herhangi bir dinamiğin işlemiyor olması, ilgili aktörlerin bu konudaki hevessizliği de bu rahatlığı, en azından zaman kullanma avantajını destekliyor. Kısa bir süre önce görevinden alınacağına neredeyse kesin gözle bakılan -sadece zamanlama konusunda farklı yorumlar yapılan- Berat Albayrak’ın işine devam etmesinin yeniden güçlü ihtimal haline geldiği konuşuluyor. Ekonomi yönetimiyle ilgili kabine ve sistem değişiklerinde rotanın yapısal hamleler yerine teşkilatları rahatlatacak rötuşlara çevrildiği söyleniyor.

Siyasi zeka ile politik kurnazlık arasındaki en önemli fark, hamle öncelikleri ve derinliklerinin zamanla ilişkisinde ortaya çıkıyor. Kısa vadede kârlı görünen bir durum, uzun vadede hiç de öyle olmayabiliyor. Bu yüzden, politik alanda zafer gibi görünen yenilgiler, yenilgi kılığında zaferler çok yaşanıyor. Kısa vadede “istenen” sonuçları aldıran, sorunlara geçici direnç yaratabilen kıvraklık, uzun vadede içinden çıkılmaz sorunları büyütüyor. AKP iktidarının daima istediği sonucu olabildiği veya sorunlara karşı şaşırtıcı bir dayanıklılığı olduğu yolundaki yaygın inanış, çoğu zaman liderliğinin yüksek siyasi becerileriyle (zekasıyla) ilişkilendirildi. Erdoğan’ın her durumda oyun kurabildiği iddiası, son yerel seçime kadar hep canlı kaldı. İktidarın karşı karşıya kaldığı sorunları sahici müdahaleler yapmadan ötelemesinin bedelini hafif atlatması hep hayretle takip edildi. Dış politikada veya ekonomide bazı yorumcuların abartılı bulunan öngörüleri dönemsel nedenlerle tam çıkmadığında, iktidarın bunu başarı olarak sunabilmesi kolay kabul gördü. Bugün de -ekonomik kriz dolayısıyla dolaşıma sokulan uydurma popüler kavramla söylersek- geçici bir siyasi “dengelenme” yakalanmış gibi görünüyor. Ancak bu “dengelenme”, iktidarın yapısal krizini çözmeyen ve çare olamayacak -üstelik kendisinin yaratmadığı- bir avantaj sadece.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).