YAZARLAR

Yağma Hasan’ın böreği değil memleket parçası

Bundan sonra paşa gönülleri bilir. Beş yılda sayısız seçime girdik. Barajları tekrar tekrar aştık. Bir iki ay gibi kısa süreler zarfında seçim heyecanımızı yükseltmek, dayanışmak ve güçlenmek konusunda benzeri görülmemiş bir uzmanlık mertebesine ulaştık.... Seçimden mi korkacağız? Fakat milli irade, zaman, kaynak ve de mitil israfı ki bakın burası çok önemli.

Şehri muhteşemimiz İstanbul, kendisini hak edenlere geri döndüğünde ben şahsen böyle düşündüm. “Yağma Hasan’ın böreği değil memleket parçası” dedim. Bunun yerine “yağma yok” da diyebilirdim ama o ifadeden istediğim rayihayı pek alamamıştım.

“Rayihalı ifade” demişken ve bambaşka bir rotada yazımı ilerletmeyi düşünürken, gözüm kör olmasın ki gidip Dr. Bağçalı’nın açıklamalarına takıldı. Meral Akşener’in “anlaşılıyor ki mitili İmralı’ya atmış” açıklaması üzerine, tam olarak şunu söylemiş: “Zavallılar nereden bilsin mitili, onların tutuşmuş çoktan fitili. Biz mitil attık onların beti benzi attı. MHP, dediğini yaptı, sözünü tuttu. İstanbul'a gelmediğimiz uyduranlar, neredeydiniz diye soranlar, iyi görünümlü kötülerdir. Bunlara ne söylesek beyhudedir.

Doktor bu ne? Arkadaş, niye mütemadiyen böyle konuşuyorsun? Mitil, fitil, bet, beniz... Konuşmanın başı da sonu da ayrı bir değişik. Tamam memleketimizde tarihsel bir “özgünlük” sorunu var. Görece özgün bir şey söyleyen pek az, başkasının tarzını ve söz düzenini tekrar eden ise pek fazla. Ama milliyetçi bir partinin lideri de mütemadiyen kafiyelerle, özlü sözleri tespih gibi ardı ardına dizmelerle özgünleşemez ki...

Neden bilmiyorum ama “Zavallılar nereden bilsin mitili…” sözleri de aklıma bir türkü mü, bir şiir mi bir şey düşürüyor. Aynı kafiyeden giden bir şey. Fakat tam çıkaramıyorum. Saatlerce buldum bulacağım diye helak oldum ama bir türlü bulamadım. Bir el atsanız bu konuya sevgili okurlar?

Konumuza dönersek, bu İstanbul işinin sonrası gerçekten de güzel olacak gibi. Böyle mitilden ve fitilden gidilirse, “İstanbul ehline emanet edilmedi” diye “milli irade” küçümsenmeye devam edilirse, güzellik ihtimali acayip hızlanacak da. Böyle. Bütün kağıtları kardım, masaya açtım ve falımıza da baktım. Memleketi öngörmediğimiz bir uçuruma sürüklemeye kimse özel olarak cehdetmezse, elimizdeki papaz bunu gösteriyor. Ak-troll kardeşlerime not; buradaki papaz, iskambil destesindeki papazdır. Ekümenik bir şey sanmayınız. Fal bakıyoruz şuracıkta.

Kapsamlı bir “sandık çıkışı anketi” yapılsa tabloyu daha net görebileceğiz. Ama şimdilik AKP’nin güçlü olduğu semtlerde yurttaşla yapılan görüşmeler de epeyce bir şey söylüyor. Hacı Bişkin ve Şebnem Babat’ın haberini atlamayın lütfen. Muazzam veriler var. Şükür ki anlayacak kapasite kalmamış AKP tepe yönetiminde de, Dr. Bağçalı’da da.

Biz bize anlayacağımızı anlayalım. Bizim paşaportlarımızı iptal edip sonra da kendileri paşa gönüllerinin istediği limanda eyleşemesinler. Mitili yayıp kulaklarının üzerine yatamasınlar daha fazla... Millet bu pişkinlikten de bıktı. Mitili sereceğim diyor, sermiyor. Çitile kaldır o zaman diyorsun, ona da yanaşmıyor. O mitil çitilenecek!

Gerçekten de bunu yapabileceklerini sandılar. Değil 13 bin, değil 1.300, 13 oyla bile Binali Yıldırım kazanmış olsaydı, tek bir sandığı bile yeniden saydırtmayacağından, seçimi tekrar mekrar ettirmeyeceğinden her türlü emin olduğumuz AKP, “biraz eksik aldık, ilçe belediyelerinin ve büyükşehir belediye meclislerinde üyeliklerin çoğu bizde zaten, vitrini de düzelteceğiz” demeye getirerek, seçimimizi elimizden almaya kalktı. Vitrin de tabii ki İstanbul oluyor. Şıkır şıkır bir vitrin...

Çoğumuz İstanbul’da yaşamıyoruz, seçimde de oy moy kullanmadık ama üzerimize düşeni de layıkıylan yaptık. İstanbul İstanbullulardan büyüktür. Tanzimat romanı ve Yeşilçam sinemasındaki karakterler haricinde gerçek bir İstanbullu da yoktur üstelik. Orhan Pamuk olabilir, evet. Şehri muhteşemimizin dünya okurunun sevgisine mazhar olmasına çok emeği geçmiştir kendisinin.

Bekir Ağırdır en doğrusunu söylüyor, “Şehir hepimizin”.

Bundan sonra paşa gönülleri bilir. Beş yılda sayısız seçime girdik. Barajları tekrar tekrar aştık. Bir iki ay gibi kısa süreler zarfında seçim heyecanımızı yükseltmek, dayanışmak ve güçlenmek konusunda benzeri görülmemiş bir uzmanlık mertebesine ulaştık.... Seçimden mi korkacağız? Fakat milli irade, zaman, kaynak ve de mitil israfı ki bakın burası çok önemli.

Gelelim kıssadan hisseye. Sadece Dr. Bağçalı’nın değil, herkesin kendi mitilini çitilemesi lazım. Bizler de kendi mitilimizden başlayalım.

Bu noktada dili biraz ciddileştirmekte fayda var. Nihayet Kürt seçmene geldik çünkü. Her ne kadar oldukça güçlü bir mizah damarına sahip olsalar da Kürtler söz konusu ise olaylar ciddi demektir. Her şeyden önce Kürtler toplumsal muhalefet dinamikleriyle ciddi düşünüyor. Kimse bunu daha fazla test etmesin. Benden söylemesi.

Şunu görmek lazım. Uzun zamandır bir korku filminin sisler ve çakal sesleri arasındaki muazzep atmosferinde yaşadık. Yetti. “Korku filmi” tabiri az gelir. Zira anlatı üstadım Moretti, şöyle der:

"Burjuva uygarlığının korkuları iki isimle özetlenebilir: Frankenstein ve Drakula. Canavar ile Vampir... Korku edebiyatı toplumun bölünmüşlüğünün yarattığı dehşetten ve bu bölünmüşlüğü giderme arzusundan doğmuştur. Tam da bu yüzden Drakula ile Frankenstein, çok istisnai bazı durumlar hariç, beraber görünmezler. Çünkü o zaman tehdit fazla büyük olurdu. Oysa bu edebiyat korku uyandırmalı ama sonra bu korkuyu yatıştırmalı ve huzuru yeniden tesis etmelidir."

Teşbihte hata olmaz ya, o bakımdan yazıyorum Drakula’nın biri gidiyor, hooop öteki mitili memleket sathı mailine seriyor. Bakın korku filminin bile kaldıramayacağı bir şey bu, üstelik korku filmi seti değil tabii, memleket parçası burası, bir yere kadar.

Hep korkutmak, hep korkutmak... Yatıştırayım, teskin edeyim diyen yok. Öyleyse, o iş bizde.

CHP ve tüm toplumsal muhalefetin en kısa zamanda gündemine alması gereken şey “Kürtlerle dans” konusu. Kürtlerin hukuksuzluğa ve zulme karşı zorlu bir mücadeleden gelerek, demokratik bir toplumda bir arada yaşama amacına yürüyen, rasyonel, stratejik, vakur ve direngen adımlarına denk adımlar atılmak zorunda. Rasyonellik ve direnç arasında saydığım bu niteliklere bir itiraz pek hakkaniyetli olmaz doğrusu. 7 Haziran 2015 ile 23 Haziran 2019 arasındaki seçim tecrübelerimiz bize bunu göstermediyse, başka ne gösterecek? Acaba bunu şöyle mi yapsalardı dediğimiz birçok konuda, olabilecek en doğru seçeneği işaret ettiklerine tanık olduk. Tabii ki siyasette yanılma payı da baki. Ama hep daha iyisini yaptılar. Bunu görmek şart.

Sonuç olarak sadece Kürtler değil, hepimiz için hak arayışının ve cesaretin bu ülkede bunca erozyona, hırpalanmaya rağmen bir karşılığının olduğunu bu seçimden daha iyi gösterecek bir şey yok. Bu anlamda ihtiyacımız olan güven tazelemesini de yaşadığımıza göre, çekingenlikler bir tarafa bırakılmalı.

Kürtler yüksek oranlarla destekledikleri siyasi parti olarak HDP’yle mutabakat içinde, kendi imkanlarını zorlayarak ve koşullarını aşarak demokratik bir siyaset yapmakta inat ediyor.. CHP’nin de bu noktadaki bir siyasetten geri adım atmaması, AKP karalama ve kriminalize etme kampanyalarına artık papuç bırakmaması gerekir. İmamoğlu’nun seçim sürecinde kendisine bu çerçevede yönelen ithamlar karşısında legal bir siyasi partinin bana verdiği desteği tartışmam mealindeki sözleri çok önemliydi. Ürkekliğin bir işe yaramadığını da, bu ithamlara karşı samimi, cesur ve açık her tür tavrın da CHP seçmeninde ve muhalif toplumda bir karşılığı olduğunu da gösterdi.

Bu toplumun sadece muhalefet ediyor, çoğunlukçuluk değil çoğulculuk istiyor, adalet, hak, hukuk istiyor, demokrasi istiyor, anaakım medyasını eksiği gediğiyle geri istiyor diye hırpalanmaya cevabıdır İstanbul seçimi. Sisi, zillet, terörist, Pontus olarak yaftalanmaya, bu ahlaksızca ırkçı etiketlemelere cevabıdır. Unutulmamalı.

İstanbul seçiminin sonucu kendi çapının çok ötesinde bir cevaptır AKP’ye. Bu seçimi bir yerel seçim ve İmamoğlu’nu da sadece seçilmiş bir büyükşehir belediyesi başkanı olmaktan, AKP Genel Başkanı Erdoğan ve yandaş medya kendi elleriyle çıkardı. Onu toplumun geleceğinde yeri ve sözü olacak bir isim olmaya evriltti. Bu ülkeye bir lider kumaşına sahip yeni bir siyasetçi armağan etti.

İmamoğlu’ndan önce de siyaset sahnemizde böyle bir isim belirmişti, hepimiz biliyoruz. Çok kısa sürede her türlü imkansızlığı alt ederek barajları yıkmış, geniş bir seçmen kitlesinin gönlüne taht kurmuştu. Selahattin Demirtaş... Bedelini ağır ödetmeye kalktılar ama o “kendisine” yapılan her şeyi her türlü “hafife aldı,” siyaset yapmaya da edebiyat yapmaya da sorumlu yurttaşlığa da devam etti. Belki de onun cezaevinde olması, bunun bu kez İmamoğlu’na karşı akıldan bile geçirilmemesinin de garantisi olacak. Zira vahim bir hata umuyoruz ki iki kere yapılmaz... İlk hatadan da tez zamanda dönülsün istiyoruz.

Ülkemizin azap kaynağı değil hepimize yeniden “memleket” olmasını umuyoruz.


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.