YAZARLAR

Bizim bedenimiz, Erdoğan'ın kararı

Doğum kontrolü nesil kurutan bir yöntem değildir. Tıpkı kürtaj hakkı gibi, kadınların kendi bedenlerine ilişkin kararları kendilerinin vermesi gerekliliğine dayanarak çok uzun yıllar evvel, mücadeleyle kazandıkları bir haktır. Doğum kontrolünün nesil kurutmak olduğunu söylemek, bu yöntemi kullananların katil olduğunu söylemekten farksızdır. Bu da hiç kimsenin haddine değildir.

Mesut Özil ile Amine Gülşe’nin düğün töreninde nikah şahitliği yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan “Yıllarca doğum kontrol dediler, neslimizi kuruttular” dedi.

Klasik, Erdoğan cümlesi. Kadınlar tepki gösterdikçe inadına daha çok kuruyor sanki aynı cümleyi. Bu cümleye birçok sebepten tepki gösteriyoruz da hepsi bir yana, ben bu cümleyi çok ayıp buluyorum. İnsanların yatak odasına girmek gibi geliyor bana. Çocuk yapmak ya da yapmamak çok özel bir karar. Cumhurun başının insanlara bu konuda talimat vermesi distopik bir hadise gibi. Margaret Atwood’un, bugünlerde dizisi yapılan “Damızlık Kızın Öyküsü” kitabını anımsatan bir cümle. Korkutucu…

Bizler, çiftlere “Çocuğunuz var mı?” ya da “Çocuk yapmayı düşünüyor musunuz?” sorusunu sormanın dahi ne kadar sakıncalı olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Çünkü bu soruların özel hayata ilişkin olması bir yana, kişilerin canını yakabilecek, onları üzebilecek sorular olması da muhtemel. Belki çocukları olmuyordur, belki olmuştur da kaybetmişlerdir, birçok ihtimal var. Dolayısıyla bu soruların sorulmaması için çokça sebep var.

Bunun dışında, hepimizin bildiği üzere Erdoğan’ın “üç çocuk” talimatına, doğum kontrole ateş püskürmesine, hatta daha da ileri giderek “Anne olmayan kadın yarımdır” gibi cümleler kurmasına tepki göstermemizin ilk sebebi bedenimiz hakkında kendimizden başka kimsenin karar veremeyeceği kuralından ileri geliyor. Evet, bizim bedenimiz ve bizim kararımız. Erdoğan bu kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hakkı temsil eden kuralı çok kez en ağır şekilde çiğnedi ne yazık ki.

Cumhurbaşkanı Erdoğan düğünde yapmış olduğu konuşmada “Nitelikli nesillere ihtiyacımız var” diyor. Daha evvelki “Erdoğan neden üç çocuk istiyor?” başlıklı yazımda detaylı şekilde açıkladığım bir husus var. Erdoğan’ın üç çocuk talimatı nitelikli nesil ihtiyacından ileri gelmiyor, bu kadar masum değil yani bu talebinin altında yatan sebep. Zaten nitelikli nesil de herkesin üç çocuk yapmasıyla olacak bir şey değil, keşke olsa. Erdoğan’ın bu talimatı daha ziyade iktidarda kalmakla ilgili. İş gücü potansiyeliyle, kapitalizmle, ekonomiyle ve tabii ki dolayısıyla iktidarda kalmakla…

Ama gelin görün ki kadınların bedeni birilerinin iktidarı için kullanılan makineler değil.

Nitelikli nesil ise eğitimle, bakımla, sağlıkla, insan onuruna yakışır yaşam şartlarıyla, ruh sağlığı yerinde bir toplumda yetişmeyle, özgür, adil ve eşit bir ortamda büyümeyle olabilecek bir şey. Bunların kaç tanesine haiz hem aileler hem de içinde yaşadığımız toplum? Ülkenin ahvali bir yana, en az üç çocuk yapan kaç aile çocuklarının her üçüne de iyi yaşam koşulları sunabilir? Devlet ne kadar sosyal? Yapılan çocukların kaçına ücretsiz ve bilimsel eğitim, kaliteli sağlık hizmeti, yiyecek ekmek, başlarını sokacak bir yer veriyor? Ya da kaç genç okulundan mezun olunca mesleğini icra edebiliyor?

Bu saydıklarımızın gerçekleşmediği, yalnızca sosyal yardımlarla “idare edilen”, insanları daimi olarak yardıma muhtaç bırakan, insanların yeteneklerini körelten, kendilerini geliştirmelerinin ve girişimde bulunmalarının önüne geçen, balık tutmayı öğreten değil de hazır balık veren, örneğin vatandaşa İGDAŞ-İSKİ borcu silmeyi vaat etmekten öteye gidemeyen dolayısıyla yükümlülüklerini yerine getiren vatandaşı da aptal yerine koyan bir sistemde en az üç çocuk yapmaya teşvik etmek ve doğum kontrolünü canavarlaştırmak ancak dev bir işsiz-güçsüz, kriminal, bağımlı insan güruhu yaratmak demektir.

Kadınlar çocuk ilerde perperişan bir yaşam sürsün de hasbelkader hayatta kalsın diye mi doğursun çocukları? Çok istese bile üç çocuk yapmayı, eğer ekonomik gücü yerinde değilse –bu da ülke şartlarında çok yüksek bir ihtimal- nasıl cesaret edip de doğursun?

Ayrıca bu talimat kadınları eve kapatmaya çalışmanın da versiyonlarından yalnızca biri. Anlayış halen çocuğun bakımıyla annenin ilgilenmesi iken kadın hangi ara istihdama katılsın? Muktedirler çok çocuk doğurmaya teşvik ederek işgücü potansiyelini artıracağına, toplumun yarısı olan kadınları istihdama katmakla uğraşsa daha fazla üretim-tüketim ve ekonomik büyümeyi garantiye almış olmazlar mı? Hem belki böylece kadın haklarında ve demokraside de ilerleme kaydetmiş olurduk öyle değil mi?

Yoksa kadınları doğurmaya teşvik etmelerinin sebebi şu son cümlenin gerçekleşmesini pek de istemedikleri için mi?

Koskoca iktidar niçin kadınlarla uğraşsın diye düşünebiliyor bazıları ister istemez. Oysa kadınların hayatın her alanında yarı yarıya aktif olması demek; demokrasi demek, iktidarın bölünmesi demek, tek başına hükmedememek, başkalarını da dinlemek demek, savaşa hayır demek, barışçıl olmak demek ve daha nicesi demek. Bütün bunlar da iktidarın işine gelen şeyler değil.

Doğum kontrolü nesil kurutan bir yöntem değildir. Tıpkı kürtaj hakkı gibi, kadınların kendi bedenlerine ilişkin kararları kendilerinin vermesi gerekliliğine dayanarak çok uzun yıllar evvel, mücadeleyle kazandıkları bir haktır. Doğum kontrolünün nesil kurutmak olduğunu söylemek, bu yöntemi kullananların katil olduğunu söylemekten farksızdır. Bu da hiç kimsenin haddine değildir.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.