YAZARLAR

Bayram evi

Bu bayram evdeyim. “Aşağıdan gelir omuz omuza” türküsünü söylemiyorum. Önce hocamın, sonra akrabaların kabrini ziyaret edeceğim. Çocuklarla bayramlaşacağım, yeğenlere harçlık vereceğim. Akşamında kalabalık yemek yedikten sonra da birahaneye gideceğim arkadaşlarımla beraber.

İnsan yoksunluğu daha çok hatırlıyor sanırım. Yahut, içinde yoksunluk olan hikâye, normal olanın bir adım önüne çıkıyor doğası gereği. Bol harçlıklı çocukluk bayramları, yaza denk geldiği için epey miktarda eskimo (Kızıltepe’de meybuzumsu bir şeyin adıydı) yenilebilen bayramlar, yetişkinlikte tatil fırsatı gibi değerlendirilen ve güzel hatıralar da sebep olan bayramlar yerine, “evden uzakta” geçirdiğim ilk bayramı hatırlıyorum sıkça.

İstanbul’un Beşiktaş’ında, duvarları yeşile boyalı, salonunun ortasında kocaman (ve çok güzel) bir mimar masasının durduğu (halen o büyüklükte ve ergonomide bir masa arıyorum kendi kendime), Amerikan mutfak denen şeyi sanırım ilk defa gördüğüm bir evde geçirmiştim “evden uzakta” ilk bayramımı. Bu “ev” meselesi İngilizcede “home” ve “house” şekliyle çok güzel çözülmüş, Türkçede de “yuva” ile çözülebilecekken, kelime gitti “orta sınıf ailelerin çocuklarını okul öncesinde vermek zorunda kaldıkları mekân”a dönüştü. Artık “yuva” deyince “esas ev” diye bir şey kimsenin aklına gelmiyor; sanırım yıllık ücret, taksit gibi şeyler geliyor akla. İstanbulluların henüz “İstanbul’un en güzel zamanları bayram zamanı” demediği, bunu dedikten bir bayram sonra deniz tatiline çıkıp çılgınca seyahat fotoğrafı paylaşmadığı günlerdi. Zira sosyal medya denen şey, henüz bu kadar müdahil olmamıştı ufarak hayatlarımıza. O bayram İstanbul’un boşluğu ve nispeten az trafikli halini övmüş müydüm, buna sevinmiş miydim hatırımda değil. Ama evde olmadığım için epey burulduğum, işte ritüeller gelenekler her ne ise onlardan beri olduğum kesindi. Kapı çalmayacak, çocuklar şeker istemeyecek, temiz elbiseler giyilmeyecek, ailenin büyüğünün evine gidilmeyecek, akşamında herkesin toplandığı bayram yemeği yenilmeyecek, mezarlık ziyareti yapılmayacak, yemekten sonra kahveye yahut birahaneye varılmayacaktı. O Amerikan mutfağa sırtımı dayayıp, o günler Oğuz Aksaç’tan aşina olduğum “Aşağıdan Gelir Omuz Omuza” isimli müthiş Malatya türküsünün nakaratını söylemiştim kendi kendime: “Baba bayramınız aman aman mübarek ola/ Kirve bayramınız aman aman karalı geçe”. Türkünün ikinci üçlüğü de o anki durumumu temsil eder, açıklar, tarif eder durumdaydı. Halen de en çok o kısmı severim, bu bahaneyle kaydedeyim: “Duvara yaslandım sigaram içem/ Yağlı kurşun gelir nereye kaçam/ Kanadım yoktur ki havaya uçam// Baba bayramınız mübarek olan/ Kirve bayramınız karalı geçe”.

Sonra “evden uzakta” bayramları arttı, eve gidilen bayramların sayıca üstüne bile çıktı. Telefonla kutlamalar, SMS’lere yanıt vermeler, WhatsApp gruplarına emojiler atmalar gibi şeylere dönüştü, dönüşüyor. Ev bayramlarının bir de şöyle karşılığı vardır: Rahmete giden birinin “ilk bayramı”. Merhumun ölümünden sonraki ilk bayram, taziye evinin taziyeyi devam ettirmesi anlamına gelir. Sen de tıpkı taziyeye gider gibi o ilk bayramda rahmetlinin evini (yahut taziye nerede kurulduysa orayı) ziyarete gidersin, duanı okursun, merhumun yakınına baş sağlığı dilersin. Taziye ritüeli birebir uygulanır. Televizyon kapalıdır (hoş artık telefonlar televizyona dönüştü, çoğu kimse göz ucuyla da olsa bakıyor telefonuna haliyle), acı kahve-sigara ikramı vardır, büyük neşe hareketleri yoktur, mümkünse merhumdan bahis ve onun güzel huylarını hatırlamak vardır, gündelik dertlerin geçiciliği yoktur.

Yıllar evvel, yazdığım gazetede kurban bayramı üzerine yazmıştım. Kurbanın “kurbiyet” kısmını, yakınlaşma ihtimalini öne çıkardığını, bunun belki de bir imkân olabileceğini söylemiştim kavlimce. Aynı gün, köşe komşum ise, kurban ile türban kelimesi arasında bir “kurbiyet” kurmuş, Allah ne verdiyse vuruyordu. Siyasal İslam’ın bizlere neler ettiğinin elbette farkındayım. Ama bayramın, bayram kavramının, ritüellerimizin son tahlilde bizi ilgilendirdiğini düşünüyorum. Geleneğin bizzat kendisini sağcılaştırırsak, her şeyi, dayanışma duygusu da dahil her şeyi gericileştirebilme ihtimalinden söz ediyorum.

Bu bayram evdeyim. “Aşağıdan gelir omuz omuza” türküsünü söylemiyorum. Önce hocamın, sonra akrabaların kabrini ziyaret edeceğim. Çocuklarla bayramlaşacağım, yeğenlere harçlık vereceğim. Akşamında kalabalık yemek yedikten sonra da birahaneye gideceğim arkadaşlarımla beraber. Bu yazıyı okuyan herkesin ve o herkesin yakınlarının bayramını hassaten kutlarım. Bayramlar bayram ola; dayanışmaya, yan yana durmaya, aynıların aynı yere ayrıların ayrı yere gitmesine vesile ola. Cejna we ya Remezanê pîroz be gelî hevalan. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin yanaklarından. Hayat hepimize bir bayram evi vere.

Dinleme önerisi: Büyük Ev Ablukada, “En Güzel Yerinde Evin”

Okuma önerisi: İlkay Kara, Açık Yaranın Sesi, İletişim Yayınları

Kutlama önerisi: Ramazan Bayramı


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.