YAZARLAR

Çernobil: Utanç ve onur!

Çernobil faciası ve dizisi vesilesiyle bir kez daha söylemekte yarar var: Bu büyük felaketin yaşanmasına ve sonrasında büyümesine neden olan bürokratik devlet aygıtının utancı da, sonuçlarını ortadan kaldırmak için hayatları pahasına seferber olan yüz binlerin onuru da Sovyet ülkesinin amel defterindeki yerini almıştır!

1986 yılı Nisan ayında Sovyetler Birliği’nin bir parçası olan Ukrayna’daki Çernobil Nükleer Santrali’ndeki patlama, savaşları dışarıda tutarsak, insanoğlunun kendi elleriyle yarattığı en büyük felaket olarak kabul edilebilir. Hani Türkiye’de “Biraz radyasyon çaya iyi gelir” denilerek halkın kandırıldığı, radyasyonlu fındıkların ilkokullarda öğrencileri dağıtıldığı ve sonuçlarının bugün bile yakıcı bir şekilde hissedildiği büyük felaket. Kuşkusuz böylesi büyük bir felaketin nasıl gerçekleştiği ve sonrasında neler yaşandığı da merak konusuydu.

HBO kanalının bu felaketi merkezine alan “Çernobil” dizisi, “kaza nasıl oldu” ve “sonrasında neler yaşandı” sorularına tarihi gerçeklere yaslanarak ama dramatik bir yapı kurmayı da ihmal etmeden yanıtlar veriyor. Distopik bir atmosferde geçen dizi, belgesel estetiğine de alan açıyor çoğu zaman. Beş bölümden oluşan dizi, ilk iki bölümde kazanın olduğu an ve ilk 24 saat içinde yaşananları anlatıyor. Daha sonra ise bu büyük felaketin yol açacağı sorunların önüne geçmek için harcanan emekleri gösteriyor. Dizi vesilesiyle internette yapılacak kısa bir araştırma kariyerini komedi yapımları üzerinden inşa etmiş Craig Mazin’in dizinin hikaye yapısını gerçek karakterler ve olaylar üzerine inşa ettiğini ama kimi kurmacalar inşa ederek dramatik yapıyı daha da güçlendirdiğini anlamamızı sağlıyor.

Öncelikle ABD çıkışlı bir yapımda, hele de böylesi büyük bir insanlık trajedisini ele alırken ezber, bildik ve klişe bir ‘antikomünizm’ yapacağına dair beklentinin kendi adıma boşa çıktığını söylemeliyim. Craig Mazin, bir yandan bürokratik bir yapıya bürünen ve son demlerini yaşayan Sovyet devlet aygıtının hantallığını, meselenin ciddiyetini kavrayamayışını anlatırken durumu kendi reel gerçekliği içinde ele alıyor. Bunu yaparken de iki türlü bir bakış koyuyor ortaya. İlki, Çernobil ile ilgili dönemin devlet başkanı Gorbaçov’un 2014 tarihli National Geographic belgeselinde açıkça itiraf ettiği gibi “sağlıklı bilginin” bürokrasinin koridorlarında dolaşmaktan bir türlü merkeze ulaşamaması. İkinci ise hem ‘Soğuk Savaş’ın yarattığı psikolojik ortam hem de Sovyet sanayi endüstrisinin kusursuz işlediğine dair kof özgüven durumun vahametinin hızlı bir şekilde anlaşılmasının önüne geçiyor. Dizinin iyi yaptığı işlerden birisi de böylesine büyük bir nükleer felaketin ilk kez yaşanıyor olması ve başta bilim insanları olmak üzere herkesin sorunu ancak deneyimleyerek ve kaçınılmaz olarak hatalar yaparak çözmek durumunda kalması. Dizi bu bakımdan Sovyet devlet aygıtının hantallığını, bürokratik yapısının durumun netleşme sürecini geciktirdiğini gösterirken; müdahale ve kurtarma çalışmalarındaki ‘çaresizliği’ ise rejimden çok insanlığının ortak çaresizliği gibi kurmayı başarıyor. Ki meselenin ciddiyeti anlaşıldıktan sonra yalnızca teknik malzeme olarak değil, insan gücü olarak da ülkenin bütün kaynaklarının seferber edildiği bir kurtarma ve kazanın etkilerini azaltma operasyonu yürütülüyor.

Karakterlerden birisinin söylediği gibi “insanoğlunun ilk kez karşılaştığı böylesi büyük bir felaket” karşısında nasıl çözüm bulunacağını, neler yapılması gerektiğini dizideki insanlarla birlikte öğreniyor seyirci de aslında. Bu bakımdan dizinin ilk iki bölümü, seyircinin de karakterlerle birlikte ne oldu ve nasıl oldu sorularına yanıt aradığı bir yapı üzerinden inşa ediliyor. Nükleer çekirdeğin patlamasının ‘bilimsel olarak imkânsızlığı’ inancı ile patladığı ve on milyonlarca insanın hayatının tehlikeye girmesi riskinin ortaya çıktığı gerçeği birbirinin içine geçiyor. Devlet aygıtının ilk tepkisinin iç ve dış kamuoyundan bunu saklamak olması, geleneksel ‘soğuk savaş’ anlatılarındaki gibi ‘kötücül’ bir durum olarak değil, böylesi bir yapının doğal refleksi, kaçınılmaz bir durum olarak sunuluyor. Ki bu da dizinin hem gerçekçiliğini hem de ikna ediciliğini artıran etmenlerden. Söylemeden geçmeyelim, Craig Mazin kaza yerine sevk edilen maden işçilerinin olduğu sahne gibi birkaç noktada, Sovyet devleti ile işçiler arasında oluşan büyük uçurumu da göstermeye çalışıyor.

Ama felaketin kendisi ve sonuçları bir yana dizinin ikinci bölümden itibaren izlediği yol ayrıca ele alınmayı hak ediyor. İlk iki bölümde insanoğlunun kendi elleriyle yarattığı bu en büyük felaketin nasıl gerçekleştiğini ve zamanında alınmayan önlemler nedeniyle kapsamının hızla büyüdüğünü izliyoruz. Dizinin yaratıcıları, üçüncü bölümden itibaren bu en büyük felakete karşı yürütülen en büyük kurtarma operasyonuna odaklanmaya başlıyor.

Patlayan reaktörün bulunduğu yerden başlayarak binlerce kilometre karelik bir alanda kazanın etkilerini azaltmak için yürütülecek çalışmalarda (patlama alanının temizlenmesinden ağaçların kesilmesine, bütün canlıların imhasına, insanların tahliye edilmesine kadar) yer almak üzere yüz binlerce insan seferber ediliyor. Tıpkı yukarıda andığım madenciler gibi işçiler, bilim insanları, askerler, sağlık uzmanları ve Sovyet halklarının üyeleri, on milyonlarca insanın hayatına mal olacak riski azaltmak için kendi hayatlarını ortaya koyuyorlar. Büyük bir kısmı aldıkları görevin, yapmak zorunda kaldıkları işin onları birkaç hafta ile beş-on yıl içinde bir zaman aralığında ölüme götüreceğini bile bile üstelik.

Sovyet halklarının İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanlık için bir kez daha büyük bir fedakârlıkla mücadele ettiğini görüyoruz ki, dizinin en iyi yaptığı işlerden birisi de bu. Zira Çernobil, kaçınılmaz bir biçimde felaket ve onun olası sonuçlarıyla anılıyor. Nükleer teknolojinin ortaya çıkaracağını tehditler için önemli bir referans kaynağı aynı zamanda. Ama kazanın ardından yürütülen kurtarma operasyonunun kahramanlarını gizlendikleri yerden çıkarıp, görünür kılan önemli bir işe imza atıyor dizinin yaratıcıları.

Dizinin ‘gerçekçilik ısrarı’ ve belgesele yakınlığı, yaratıcılarının niyetinden bağımsız olarak hikayeyi de ‘sosyalist’ bir anlatı çizgisine çekiyor mecburen. Örneğin, ABD merkezli ‘karakter/ kahraman’ anlatısı yerine ‘kitlesel’ fedakârlıkları öne çıkarmak durumunda kalıyorlar. Ne bir itfaiyeci, ne bir asker, ne de bir bilim insanına özel olarak kahramanlık payesi verilmiyor. Ama hikayenin içine serpiştirilmiş bu karakterler üzerinden kazanın sonuçlarını azaltmaya çalışan yüz binler taltif ediliyor. Bu da Hollywood’un aksine kişilerin değil, kitlelerin kahramanlıkları üzerine inşa edilmiş Sovyet sinemasına daha da yakınlaştırıyor dizinin dramatik ve estetik yapısını.

Dizi fragmandan anladığımız kadarıyla soruşturma ve mahkeme sürecinin yer alacağı bir bölümle bu akşam sona erecek. Nükleer sanayi o dönem yalnızca Sovyetler Birliği’nin değil dünyanın gelişmiş bütün ülkelerinde bulunuyordu. Başka bir ülkede olsaydı sonuçları ve yıkımının nasıl olacağı ayrı bir tartışmanın konusu olabilir. Ama bu ‘uygarlık krizi’ne Sovyet ülkesinin yöneticilerinin yaklaşımına, dizinin içine serpiştirilmiş birkaç ‘anti Sovyetik’ sahneye bakarak ‘amalı’ ‘fakatlı’ mazeretler üretmek abesle iştigal. Dünyanın ilk işçi devletinin son demlerinde Soğuk Savaş’la efsunlanmış ve devasa bir bürokratik aygıta dönmüş halinin, nükleer teknolojinin yaratacağı büyük felaketler karşındaki deneyimsizlikle birleşmesinden doğan sonuçlarının ağır olduğunu artık biliyoruz.

Dizinin gerçeklik duygusundaki ısrarı, kurtarma çalışmalarındaki ‘sosyalist ruhu’ da ortaya çıkarıyor öte yandan. Yani dizi bir anlamda kendi içinde kendi yadsımasını da üretiyor. Diziyi izlerken gözünü ‘rejim’den ayırıp biraz ‘halka’ çeviren herkes, milyonların hayatını kurtarabilmek için böylesine büyük felaketin içine bile isteye girebilecek sorumluluk duygusunun da ancak Sovyet halklarının sahip olabileceği bir meziyet olduğunu görecektir.

“Çernobil” faciası ve dizisi vesilesiyle bir kez daha söylemekte yarar var: Bu büyük felaketin yaşanmasına ve sonrasında büyümesine neden olan bürokratik devlet aygıtının utancı da, sonuçlarını ortadan kaldırmak için hayatları pahasına seferber olan yüz binlerin onuru da Sovyet ülkesinin amel defterindeki yerini almıştır!