YAZARLAR

İftar sofraları: AKP kendi ayağına mı sıkıyor?

İftar sofrası fotoğrafları geleneksel, sadık ama 31 Mart’ta ‘kırgın’ olan muhafazakar seçmeni yeniden keşfetmeye dönük birer seremoni sanki. Tıpkı her Ramazan Coca Cola reklamlarında olduğu gibi, ne yaşadıysak yaşadık ama biz aslımızı neslimizi inkar etmeyiz demek istiyor. İstiyor da, gerçekten bunu gösterebiliyor mu peki?

İftar sofrası fotoğraflarında bir sorun var. Arkada altı kişilik masa dururken yere oturulması, Binali Yıldırım’ın eğreti duruşu veya Berat Albayrak’ın herkesten önce çorbayı bitirmesinin ötesinde bir sorun bu. AKP’nin söylemek istediği ile gösterdiği şey arasındaki zıtlıktan kaynaklanan bir sıkıntı…

“Görme konuşmadan önce gelmiştir” der John Berger, Görme Biçimleri adlı popüler kitabında. Sözcüklerle görülen imgeler arasında var olan ve göstereni de göreni de yanıltan derin uçurumdan bahseder. İşte AKP’nin 31 Mart seçimlerinden kendince çıkardığı dersin bir sonucu olarak yöneldiği bu propaganda şekli, söylemek istediği ile gerçekte görünen arasındaki çelişkiyi barındırıyor.

Recep Tayyip Erdoğan’ın 1994 seçimlerinden hemen önce, sade bir salonda, küçücük bir masanın ardına dikilmiş yaptığı konuşmasında söylediği şu sözler, kahkahalar eşliğinde bol alkış alıyordu: “Fakir çalmayı beceremediği için fakirdir. Zengin ise çalmasını bildiği için zengin.” Necmettin Erbakan’ın 1990’larda iyice öne çıkan ‘adil düzen’ söyleminin tipik bir yansımasıydı konuşmanın bütünü. Erbakan’ın parmağını sallaya sallaya neredeyse her cümlesinin sonuna iliştirdiği “Sizi gidi haramzadeler sizi” sözleri, dönemin muhafazakar siyasi diline burun kıvıranlar açısından sadece bir taklit, bir komedi unsuru olarak görüldü. Oysa dünyanın en çıplak gerçeğini, en yalın şekilde ifade ediyor, bunun da ötesinde siyasi retoriğinin temel taşı haline getiriyordu. İslami ilişki ağlarının içinde hızla yayılan bu retorik, belediye seçimleri zaferiyle beraber bir politikaya dönüştü. Sosyal yardımlar, kömür dağıtımı, gıda kolileri, kira yardımları derken iş konut yapımına kadar uzandı. Solun mirası olan dayanışmacı ve yoksulluk söylemiyle devletin sosyal politika yükümlülüğü bir partinin şahsında bütünleşerek, popülist bir siyasetin refleksi haline geldi.

AKP iktidarında ise Erdoğan, bu sosyal yardımları kamunun olanaklarıyla kurumsal olarak sürdürse de esas vurgu zenginliğin paylaşımı üzerine kaydı. 2010’lardan itibaren pek çok örneğini sergilese de yakın zamandaki “15 sene evvel evlerde fırın, buzdolabı bulabiliyor muyduk” demesi; Anadolu’daki ev ve otomobil sahipliğine dikkat çekmesi, sık sık CHP döneminin yokluk ve kuyruk yılları olduğu vurgusu hafızalardadır. İşe yaradı mı? Doğrusu uzun süre işlevliydi. Ama 31 Mart seçimlerinden önce kurulan tanzim satış çadırları görünen o ki ters tepti. “Bunlar yokluk değil, varlık kuyruğu” dediği tanzim satışlar, Erdoğan üzerine basa basa “devam edecek” dediği halde sessiz sedasız kaldırıldı. Mesele ekonomik krizin etkileri değildi, AKP’nin vaatkarlığıyla uyuşmayan görüntüydü. Zira yoksulluk, söylemiyle beraber varlığıyla da AKP’nin vizyonundan çıkalı çok oldu aslında. Nitekim “Karınlarını doyurduk, her ihtiyaçlarını karşıladık artık oy vermiyorlar” sözleri Erdoğan’ın zihninde dahi sorunun ne derece silindiğinin, kabul edilmediğinin, üzerine düşünülmediğinin göstergesiydi. Öyleyse iftar sofralarındaki manzaraya neden ihtiyaç duyuluyor? Sıkıntıyı, derdi paylaşma gösterisi mi bu? Yoksa söylemde olmasa da görüntüde yoksulluğu görüyor ve anlıyoruz mesajı mı?

Bu soruların yanıtı bir bakıma Erdoğan’ın 31 Mart seçim sonuçlarının ortaya koyduğu rakamlara yüklediği anlamda yatıyor. Erdoğan’ın seçim stratejisinin esasının, daha önce kendine oy vermiş ancak son seçimde kırılmış, küsmüş seçmeni çekmek üzerine kurulu olduğu görülüyor. Binali Yıldırım’ın tuhaf “Görünüşüne bakıp pusula vermediler” sözleri de bunu teyit eder nitelikte. Muhtemelen rakamsal hesaplar, gelmeyenlerin adres tespitleri, ikna turları vs. de sonuç alıcı strateji olarak görülüyor.

Dolayısıyla iftar sofrası manzarası işte bu ‘kırgınları’ yeniden keşfetmeye dönük birer seremoni sanki. Yoksulu değil, o eski güzel günlerin sadık muhafazakar seçmenini arıyor AKP. Ve kağıt üzerinde çıkardığı profile uyan, uymasa da masa terk edilerek uydurulan, mütevazı yiyecekleriyle iftarını hep beraber yer sofrasında açtığı kabul edilen geleneksel aileye sığınıyor. Tıpkı her Ramazan Coca Cola reklamlarında olduğu gibi, ne yaşadıysak yaşadık ama biz aslımızı neslimizi inkar etmeyiz demek istiyor. İstiyor da, gerçekten bunu gösterebiliyor mu peki?

Dilindeki sözlerle verdiği fotoğraf arasındaki derin çelişki tam da burada yatıyor işte. Söylemek istediği muhafazakarlıkken, gösterdiği yoksulluk oluyor. Kültürel bir kimliğin altını çizmek niyetiyle girdiği evden, adaletsizliğin karnesiyle çıkıyor. Tanzim satışın önündeki çaresiz kalabalığı ‘varlık kuyruğu bunlar’ diye etiketleyen AKP, yoksulluğu da muhafazakarlık olarak kodluyor. 31 Mart’ta tanzim oradaysa BİM buradaydı, 23 Haziran’a giderken de muhafazakarlık buysa Cengiz İnşaat nerede o zaman?

O yer sofrasında 25 yıl önce “fakir çalmasını bilmez” diyenlerin yerine, oğlu 20’li yaşlarında milyonlarca dolarlık gemi filosuna kavuşmuş bir baba oturuyor artık. Ne misafir eski misafir, ne muhafazakar eski muhafazakar…