YAZARLAR

Tarık Ziya Ekinci: İşbirliği olmazsa HDP de CHP de güdük kalacak

Tarık Ziya Ekinci: CHP’nin ödü kopuyor, Erdoğan’ın korkusundan, onun "Kürtlerle işbirliği yaptı, memleketi satıyor" propagandasından endişe ediyor. Yoksa CHP, HDP ile işbirliği yapmak ve birlikte demokrasi mücadelesini yükseltmek zorundadır. Bu olmadığı takdirde HDP de güdük kalacak, CHP de güdük kalacak. Bu korkunun bir anlamı yok.

Tarık Ziya Ekinci, hem Türkiye sosyalist hareketinin hem de Kürt özgürlük mücadelesinin çınarlarından biri. Bugün 93 yaşında olan ama yaşadığı fiziksel zorluklara rağmen bölgenin, Türkiye’nin ve Kürt halkının adalet ve demokrasi sorunlarına ilgisini kaybetmeyen, bunları berrak bir zihin ve eskimeyen bir tutkuyla düşünmeyi, tartışmayı sürdüren Ekinci ile gündemdeki konuları konuştuk.

Sizinle iki yıl önce görüştük, başkanlık referandumu gündemdeydi, siz sandığa götürülen başkanlık sistemi için detaylı bir değerlendirme yaptınız ve gelen sistemin bir ‘tek adam yönetimi’ olmanın da ötesinde, bazı noktalarda devleti çalışamaz hale bile getirebileceğini söylediniz. Geçen iki yılın ardından gelinen durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Referandum çok olumsuz bir süreç olarak gelişti ve tek adam uygulaması bütün şiddetiyle yaşama geçti, bugün de devam ediyor. Artık her şey Recep Tayyip Erdoğan’ın iki dudağı arasındadır. Bugün söylediğini yarın değiştirebiliyor, bugün görevlendirdiğini yarın inkar edebiliyor… Örneğin McKinsey şirketiyle ekonomik krize karşı bir anlaşma yapılıyor; bu şüphesiz onun onayıyla oluyor; ardından damadını ve bu anlaşmayı yapan ekibi tamamen yalancı çıkarmayı da göze alarak bu anlaşmayı reddediyor, hatta “Türkiye’de kriz de yoktur” diyebiliyor. Oysa Türkiye’de bal gibi bir kriz yaşıyoruz: Enflasyon gitgide artıyor, paranın değeri aşağı yukarı yüzde 50 düşmüş durumda ve TL giderek itibarını kaybediyor. Uluslararası ticarette yerli para birimi kullanma önerisi de kimsenin ciddiye almadığı bir yöntem olarak devreden çıktı.

"Suriye’deki Kürt toplumu son derece mütevazı bir topluluktur; varlığını sürdürmekten başka hiçbir amacı yoktur ve bu insanların Türkiye’yi rahatsız etmesi asla ve asla düşünülemez. Suriye’de daha geniş bir alanı kontrol etmek amacıyla Kürtler bahane gösterilmektedir." (Fotoğraflar: Sadık Güleç)

TÜRKİYE’NİN İZLEDİĞİ POLİTİKALAR DÜNYADA ÜRKÜNTÜ YARATTI

Peki siz bu ekonomik darboğazın Türkiye’nin siyasi tercihleriyle ilgili olduğunu düşünüyor musunuz?

Bir defa burada devleti yöneten kadronun çok büyük günahı vardır. Aşırı bir israf politikası izlendi; hiç kimseye hesap vermeden, Danıştay’ın ve Meclis’in kontrolüne izin vermeden devletin mali imkanlarını sonuna kadar zorladılar. Yeni uçaklar, lüks makam araçları, seçimde muazzam bir para harcama… Bunlar aracılığıyla Türkiye’nin ekonomik durumunu alt üst ettiler. Bugün yaşamakta olduğumuz ekonomik sıkıntıların temelinde AKP’nin izlediği ekonomik ve sosyal politikaların günahı vardır. Sarf edilen paranın hesabı verilmeden, keyfiyet sürdüğü ve yakın dostlara imkanlar, imtiyazlar sağlanmaya devam ettiği sürece Türkiye’nin bu bataktan kurtulması mümkün değildir. Biliyorsunuz ihale kanunu 180 küsur kez değiştirildi; sırf bazı kişilere imkanlar sağlamak için. Ve salt inşaata dayalı yatırımlar yapıldı. Sanayi yatırımları hemen hemen hiç dikkate alınmadı. Oysa bir ülkenin kalkınmasında belirleyici olan sanayidir. Sanayi yatırımı yapılmadan, ülkenin sinai kalkınması sağlanmadan, kendi ürettiği malları ihraç edecek bir konuma gelmeden, o ülkenin borçlanarak ekonomiyi çevirmesi ve toplumun ayakta kalması kolay değildir. Nitekim Türkiye için de ucuz kredi, borç bulma dönemi sona erdi. Hem eskisi gibi nakit bolluğu yok hem de kimsenin Türkiye’ye borç verme arzusu yok. Türkiye’ye yapılacak yatırımların geleceği meçhuldür. Türkiye’nin izlediği diplomatik, sosyal ve ekonomik politikalar dünya kamuoyunda bir ürküntü yaratmıştır. Hukuk devleti kavramı ortadan kalkmıştır. Yargı bağımsızlığı ortadan kalkmıştır. İstediği kişiyi tutuklatabiliyor ve mahkemeye de açıkça direktif verebiliyor. Bunun bir anayasa suçu olduğunu hiç nazarı itibare almıyor. Böyle bir ülkeye kimsenin yatırım yapması, borç vermesi pek beklenecek bir şey değildir.

Türkiye’nin ekonomik zorluklarına uluslararası alanda da önceki dönemlerle kıyaslanmayacak bir süreç eşlik ediyor. Bir yandan bir sıkışma, ama öte yandan konjonktürden faydalanan bir manevra alanı var…

Uluslararası alandaki zorluklar malum. AB Türkiye’ye büyük oranda güvenini yitirmiştir. Ama AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var çünkü önemli bir dış ticaret ilişkisi hacmi var. Bu yüzden bir miktar ‘idare ediyorlar’ diyebiliriz. Yoksa Türkiye ile sosyal ve politik alanlarda işbirliği yapma eğiliminde değildir.

Türkiye’de de benzer bir durum var. Özellikle Erdoğan’ın yönlendirmesiyle hem devletin hem de toplumun AB ile ilgili yönelimi terse dönmüştür. Oysa Türkiye ekonomik açıdan Avrupa Birliği’ne ihtiyaç duymaktadır. Hukuk devletine dönmek gibi konular açısından da orada uygulanan ortak ilkeleri Türkiye’nin ilkeleri haline getirmesi gerekmektedir. Başka türlü Türkiye’nin bu bataktan çıkması, uluslararası itibar sahibi bir ülke haline gelmesi, barışçı bir devlet olarak tanınması mümkün değildir. Türkiye bugün saldırgan bir ülke olarak biliniyor. Özellikle komşu ülkelerin Türkiye’ye güveni kalmamış. Gerek Suriye’de, gerek İran’da ve Irak’ta, Türkiye’ye karşı bir güvensizlik hakimdir. Bu güvenin tesis edilebilmesi için Türkiye’nin barışçıl bir politika izlemesi gerekir.

Türkiye, saldırganlığının nedeni olarak Kürt sorununu öne sürüyor. Kürtlerin Suriye’de konumlanacağını, siyasi ve sosyal bakımdan kazanımlar elde edeceğini ve tüm bunların Türkiye’ye zarar vereceğini iddia ediyor. Bunun aslı ve esası yoktur. Suriye’deki Kürt toplumu son derece mütevazı bir topluluktur; varlığını sürdürmekten başka hiçbir amacı yoktur ve bu insanların Türkiye’yi rahatsız etmesi asla ve asla düşünülemez. Suriye’de daha geniş bir alanı kontrol etmek amacıyla Kürtler bahane gösterilmektedir.

Tüm bunlar yaşanırken parlamentodaki muhalefet açısından tabloyu nasıl görüyorsunuz? Bunca sorun yaşanırken muhalefet genel olarak etkisiz bulunuyor…

CHP’nin izlediği sağlıklı ve tutarlı bir politikası olduğunu düşünmüyorum. Sosyal demokrasinin ve demokratik değerlerin uzağında duruyorlar. Meclis’te, sırf HDP’lilerin tutuklanması için çıkarılan ve dokunulmazlıkların kaldırılmasını içeren yasanın geçmesini sağlayan CHP’dir. 15 Temmuz’dan sonra Erdoğan’ı ziyaret etmek ve o dönem inşa edilen 3. Milliyetçi Cephe’ye destek vermek gibi tutumlar takınılmıştır. Sonradan bunun partiye zarar getireceği görülerek görece bir uzaklaşma sağlanmıştır.

Şimdi her gün Erdoğan ve AKP’nin yaptığı saldırılara neredeyse aynı üslupla yanıt vermekten başka kayda değer bir politika üretildiği görülemiyor maalesef. Nedir ekonomik politikası, sosyal politikası? Hukuk alanındaki politikası nedir? Oysa bugün CHP’nin gerçek bir anamuhalefet partisi görevini yerine getirebilmesi için yapacağı şey, bütün varlığıyla Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığını sergilemesi ve her gün yapılan işlemlerin ne kadar hukuk dışı olduğunu, yargının ne ölçüde bağımlı olduğunu, yalancı şahitlerin nasıl imal edildiğini ve sonradan nasıl manipüle edilip devreden çıkarıldığını kamuoyuna açıklaması gerekmektedir. Hatta Meclis’te kalınması bile tek adam yönetiminin meşruiyetine yaramaktadır. Meclis’te CHP’nin yeri olmamalıdır. Meclis’te diğer muhalefet partileri de olmamalıdır. Çünkü bu partilerin varlığı, Meclis’te çıkıp konuşmaları bugünkü tek adam rejimine cesaret ve meşruiyet sağlamaktadır. Oysa bu rejim Türkiye’nin tarihsel gelişmesine ters düşen ve onu kesintiye uğratan gayrımeşru bir rejimdir. Yasal olması meşru olması anlamına gelmez. Bu gayrımeşruluğun tescil edilmesi gerekir. Meclis’in nasıl safdışı olduğunu, Sayıştay’ın nasıl görev yapamadığını, Türkiye’de yapılan harcamaların hiçbirinin denetlemedeğini, hukukun olmadığını, yargının bağımsız olmadığını, Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun tamamen iktidara bağlı olarak çalıştığını, hakimlerin ve savcıların bağımsız olmadığını ve tehdit altında olduğunu açık ve seçik olarak belgelemesi gerekir. Anamuhalefet partisi Türkiye’nin kaybettiklerini göstermeli ve bunları yeniden kazanmak için çaba sarf etmelidir.

Muhalefet Meclis’te olmamalı diyorsunuz, bunu HDP için de mi söylüyorsunuz?

HDP için de söylüyorum, elbette.

KÜRTLER DEMOKRASİ MÜCADELESİNİ SÜRDÜRMEK VE YAŞATMAK DURUMUNDA

HDP’nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Büyük bir sıçrama sağlanan dönemin eş başkanları cezaevinde, ağır baskılar var…

Bugünkü iktidarın alternatifi olabilecek tek parti olarak görüyorum HDP’yi. Programı, tüzüğü ve bileşenleriyle anamuhalefet partisi olabilecek bir partidir. HDP bugün çağdaş nitelikte demokrat partidir ve ileri bir demokrasi anlayışını benimsemiştir –hatta onlar ‘radikal demokrasi terimini kullanıyorlar. Bu nitelikleriyle HDP, Türkiye’de iktidar alternatifi olabilecek tek partidir. Ama ne yazık ki HDP’nin politikasını belirleyen arkadaşlar bu gerçeği kavrayabilmiş değiller. Bu gerçek Selahattin Demirtaş tarafından çok iyi dile getirildi ve Demirtaş gerçekten bu partinin nasıl bir parti olduğunu, iktidara ve mevcut siyasal partilere alternatif olabileceğini bilerek davrandı, öyle konuştu. Demirtaş’ın tasfiye edilmesi, HDP’nin baskı altında tutulması ve yetenekli kadroların ön plana çıkmasının engellenmesinin temel nedeni de budur. Çünkü gerçekten HDP görevini yaparsa, Türkiye sathında düşündüklerini yaşama geçirebilecek şekilde çalışabilirse anamuhalefetin alternatifi olabilecek bir partidir. Erdoğan bunu çok iyi bilmektedir.

Çok üzüldüğüm bir konu var ki burada HDP’nin de hatası var… Şöyle ki, bugün demokrat aydınlarımızın, akademisyenlerimizin bir çoğu, yazdıkları yazılarda, Türkiye’de demokratik bir hareketi canlandırmak ve alternatif bir siyasal oluşum yaratmak gerekir, diyorlar. Nasıl yapacaksınız? Onun izahı yok. Demokrat insanları toplayacak, bir parti kuracak. Böyle bir şey olmaz, boş bir hayaldir. Ben Kürt özgürlük hareketini Türkiye özgürlük mücadelesinin öznesi olarak görüyorum; içinde Kürt özgürlük hareketi olmayan, onun desteğini almayan hiçbir siyasal parti Türkiye’de demokrasiyi kuramaz. Bugün demokratikleşme, Kürt özgürlük hareketi ile işbirliği yapmak, onun varlığını tanıyarak siyasal alanda yer vermekle mümkündür. Hayatın gerçeği budur. Kürtler bir var olma mücadelesi veriyor; ‘ben Türkiye’de ayrı bir halk olarak varım’ diyor. Bunun için de demokrasiye ihtiyacı var. Türkiye kamuoyuna, ‘bak ben varım, ben de bu ülkenin insanıyım, ben de senin gibi eşit vatandaş olmak istiyorum, dolayısıyla ben bu ülkede demokrasi için mücadele eden, onu koruyacak bir unsurum’ diyen; demokrasiye su ve ekmek gibi ihtiyacı olan bir halktır Kürtler. Bu mücadeleyi ister istemez sürdürmek ve yaşatmak durumundadırlar.

KÜRT BURJUVAZİSİ, TÜRKİYE PAZARI İÇİNDE KALMAKTAN YANADIR

Türk kamuoyunda, devletin propagandasının da etkisiyle bir ‘ayrılıkçılık’ etiketi daha baskın gibi görünüyor şu anda. Kürt halkında bir bıkkınlığa yol açmıyor mu bu? ‘Zaten ayrılıkçı, bölücü görülüyoruz; ayrılalım kurtulalım’ düşüncesi neden baskın hale gelmiyor? Özellikle Kürt eşrafı ya da ‘Kürt burjuvazisi’ diyebileceğimiz kesimlerde böyle bir eğilim yok.

Siyasallaşmış Kürtlerin içinde ayrılıp devlet kurmak isteyenler yok mu? Var elbette. Ama o unsurlar gerçekliği kavrayamayan, Kürt halkı için doğru yolu anlayamayan –şöyle diyelim; küçük burjuva radikalleridir, milliyetçi duygulara kapılmışlardır. Ki bunlar sayıca da çok sınırlıdır. Bir toplumda ayrılıp bağımsız bir devlet kurmak için o toplumun burjuvazisinin öncülük etmesi gerekir. Oysa Kürt burjuvazisi, hem tarım hem de ticaret burjuvazisi, Türkiye pazarı içinde çalışmak ve Türkiye pazarında ekonomik etkinlik göstermekten yanadır. Ayrılıp daha küçük bir Kürt pazarı içinde kalmayı kabul etmez. Kürt burjuvazisi bugün ayrılmak ve ayrı bir devlet kurmak talebi, arzusu içinde değildir. Bugün Kürt ticaret burjuvazisi, gerek turizm otelcilik alanında, gerekse sanayinin özellikle dokuma-tekstil alanında son derece gelişkin faaliyetler göstermektedir. Kürt tarım burjuvazisi de hem tarım gelirleri hem de hayvancılık alanında gelişkindir ve bunlar devletin desteğini de almaktadırlar. Kapalı bir Kürt pazarında ne tarım ne ticaret burjuvazisi bugünkü etkinliklerini gösteremez. Dolayısıyla Kürt burjuvazisi bugün ayrı bir devlete kesin olarak karşıdır. Bunu Türk burjuvazisi de çok iyi bilir ama buna rağmen hâlâ Kürtler için ‘ayırıcı, bölücü’ derler. Oysa asıl ayırıcı olan Türk burjuvazisidir; kendi öz vatandaşını düşman görüyor, ona dini ve kültürel bakımından da ayrımcı davranıyor. Bölünme propagandasıyla iki halkı karşı karşıya getiriyor.

"İki gencin, “biz Türkiye İşçi Partisi’ni kurduk, 53 yıl sonra TİP Meclis’e dönmüş oldu” demelerini çok abes karşıladım. Bunu hem etik bakımdan doğru bulmuyorum, hem de tarihi bozmaktan ötürü haklı bulmuyorum. Son derece yanlış."

HDP’NİN BÜYÜK EKSİKLERİNDEN BİRİ, İŞÇİ SINIFIYLA BAĞI

Ekonomik kriz dağınık ve birbirinden kopuk da olsa bazı işçi hareketlenmelerine yol açıyor. Örneğin İstanbul’daki yeni havalimanı inşaatında eylemler yaşandı… Böyle başka hareketlenmeler de oldu ama birleşik bir hareket yok henüz.

Şimdi demokrasinin gelişmesinde işçi sınıfının çok büyük önemi var, çok büyük rolü var. Türkiye’de bugünkü sıkıntıların temelinde işçi sınıfının eski gücünü kaybetmiş olması, eski örgütlü gücünü kaybetmiş olması vardır. Çalışanlar arasında 1970’lerde yüzde 80’e varan sendikalaşma oranı bugün neredeyse yüzde 20’ye falan düşmüş durumda. Sendikalar varlık yokluk mücadelesi veriyor. Etkin bir mücadele sürdürmeleri, varolduklarını kanıtlamaları, Türkiye’de temel haklara sahip çıkmaları, hukuka sahip çıkmaları gibi bir görevleri yokmuş gibi davranıyor bu sendikaların çoğu da... Erdoğan sendikalar üzerinde de bir etki kurdu ve gerçek anlamda sendika olan sendikaları da son derece etkisiz hale getirdi. İşadamlarına, “Yatırım yapın korkmayın, işçilerinizi istediğiniz gibi çalıştırın, çünkü ben bunların hiçbirine grev yaptırmam” diyebiliyor. Devleti temsil eden bir iktidar, patronun karşısına geçip, “Ben senin hak ve hukukunu savunuyorum, ben işçilerin üzerinde her türlü baskıyı yapabilirim, onların grev yapmalarını engelleyebilirim, görüyorsun ki engelliyorum da” diyebiliyor. Artık burada demokrasi olur mu? Burada işçi sınıfının varlığından bahsedilebilir mi? Bu çok büyük bir kayıptır. Türkiye’de sol partiler var, belki 10 tane, bunlar işçi sınıfının partisi olduklarının farkında bile değiller. Gerçek sol partiler, sosyalist veya komünist partiler işçi sınıfı partileridir. Solun öznesi işçi sınıfıdır. Bugünkü sol partilerin hiçbirinde, ne yönetimde, ne partinin etkin kademelerinde adı geçen işçiler yok; sosyalizmi özümsemiş işçiler yok. Aydınlar var, üniversiteyi yeni bitirmiş genç aydınlar, heyecanlı aydınlar, onların kurduğu partiler. Böyle sol mücadele olmaz. Bugün HDP’nin büyük eksikliklerinden birisi de işçi sınıfı ile olan bağını geliştirememiş olmasıdır. İşçi sınıfı ile olan bağını mutlaka geliştirmeli ve sağdan soldan böyle A partisinin B partisinin sosyalist üyelerini çekeceğine etkin sendika örgütlerinin başkanlarını partiye toplamalı, partide görev vermeli ve onları milletvekili yapmalı.

Bunu sadece Kürt işçi sınıfı için değil Türk işçi sınıfı için de söylüyorsunuz değil mi?

Türkiye işçi sınıfı için söylüyorum. Kürt işçi sınıfı zaten son derece zayıf. Aslolan Türkiye işçi sınıfıdır. Türkiye işçi sınıfının gerçek temsilcilerini, sol görüşlü temsilcilerini pekala parti bünyesine toplayabilir; çünkü HDP’nin amacı Türkiye partisi olmak. Türkiye partisi olmadan ne demokrasiyi geliştirebilir, ne de gerçekten Kürtlerin hak ve hukukunu savunacak bir ortamı hazırlayabilir. Onun için ben hep Türkiye partisinden bahsediyorum. Belki onlar kurarken farklı amaçlarla kurdular, ben de 30 yıl mücadele ettim bu partinin Türkiye partisine dönüşmesi için, ama başarılı olamadım. Bugün gelinen noktada belli ölçüde Türkiye partisi olma yolunda mesafe katedilmiştir. Bu önemlidir, bunu daha da geliştirmeleri gerekir. İşçi sınıfının desteğini kazanmalarında çok büyük yarar vardır.

Yerel seçimler siyasetin gündemine girmeye başladı. Muhalefet nasıl bir taktik izleyebilir sizce? CHP ve HDP’nin bazı açılardan birlikte davranma gibi bir yönelimi olur mu?

CHP’nin ödü kopuyor, Erdoğan’ın korkusundan, onun "Kürtlerle işbirliği yaptı, memleketi satıyor" propagandasından endişe ediyor. Yoksa CHP, HDP ile işbirliği yapmak ve birlikte demokrasi mücadelesini yükseltmek zorundadır. Bu olmadığı takdirde HDP de güdük kalacak, CHP de güdük kalacak. Bu korkunun bir anlamı yok. Elbette sana saldıracak MHP… CHP’nin oturup hesaplaması lazım: Kimle, nasıl, ne ölçüde işbirliği yapacağını hesaplaması lazım. Ben o ince hesaplara girmek istemiyorum. Beni ilgilendirmez de zaten. Ama CHP’nin, tıpkı Erdoğan gibi HDP’yi yok sayması ve onun HDP’yi ezici politikasına dolaylı biçimde de olsa araç olması, hatta bir yerde ona bu cesareti vermiş olması Türkiye’ye çok şey kaybettiriyor. Açıktan karşı çıkması lazım. “Sen bir siyasi partiye bunu söyleyemezsin. Bunu söylemek bir suçtur. Cumhurbaşkanı bağımsız olmak zorunda” diye söylemek durumundadır. Bunu yapmıyor, hiç sözünü etmiyor. Bıraksan o da aynı şeyi söyleyecek. Çünkü öbürünün aldığı birkaç oy kendisine gelecek sanıyor. Bu son derece saçma bir tutumdur, ciddi bir davranış değildir. CHP’nin bir an evvel kendine gelmesi ve Türkiye’de ileri konumda olan HDP ile işbirliği yapmanın yollarını araması lazımdır. HDP buna hazırdır diye tahmin ediyorum. Böyle bir işbirliği yapmaktan kaçmazlar ve korkmazlar.

CHP NİÇİN İYİ PARTİ’NİN, SAADET’İN ARKASINDAN KOŞUYOR?

Siz CHP ve HDP’nin birlikte davranması gerektiğini söylüyorsunuz ancak CHP, İYİ Parti ve AKP dışı sağ partilerle ittifak halinde davranıyor ve HDP’nin üçüncü bir kutup olduğu bir tablo oluşuyor…

Evet. Tuhaf bir şekilde çekiniyor bundan. Efendim İYİ Parti gelmezmiş… Efendim diğer partiler rahatsız oluyormuş… Bu nasıl bir gerekçe yahu? Sen doğruyu yapmalısın, doğru olan hangisiyse onu… Doğru olan İYİ Parti’yi, ikinci bir milliyetçi partiyi yükseltip geliştirmek midir, yoksa demokrasiyi savunan bir partiyle birlikte davranmak mıdır? Sen niçin İYİ Parti’nin, Saadet Partisi’nin arkasından koşuyorsun? Ne getirecek bunlar sana? Ne getirdiler bugüne kadar? Solcu, sosyal demokrat ve Atatürkçü olduğunu söylersin… Bu mudur solculuk, Atatürkçülük, ilericilik?

PKK’NİN SİLAH BIRAKMASINI İSTEMEK HDP’NİN HAKKIDIR

Özellikle iktidarın “HDP’nin PKK’ye müzahir olduğu”, onun “uzantısı” olduğu yönündeki propagandası, CHP’nin bu davranışında etkili oluyor göründüğü kadarıyla. Üstelik HDP’ye yönelik benzer ithamlar ‘CHP çevresi’ diyebileceğimiz kesimlerden de geliyor. HDP’nin bu konuda inandırıcı olma sorunu mu var?

HDP’nin PKK ile hiçbir ilişkisinin olmaması gerekir. Bağımsız hareket etmelidir. Çünkü hem Kürtlere hem de Türkiye’nin tümüne faydalı olabilir. PKK’nin de artık her türlü silahlı mücadeleyi bırakarak HDP’nin özgür bir biçimde hareket etmesine yardımcı olması lazımdır. Tabanda elbette pek çok insan vardır ki bunlar hem HDP’yi hem PKK’yi destekliyor. Bu ortak taban gerçeğini de gözeterek HDP’ye engel oluşturacak her türlü davranışa son vermek lazım geldiğini düşünüyorum. Bunu PKK’den istemek de HDP’nin hakkıdır. Ve sanıyorum Selahattin [Demirtaş] tutuklanmasaydı, bunu yapacaktı. Hatta bu konuda pek çok ithamlarla karşı karşıya kaldı. Kendisine “sen Sinn Fein’in lideri Garry Adams gibi mi olmak istiyorsun” dendiğini biliyorum. Ama Selahattin’in böyle bir niyeti, PKK’ye emir vermek, direktif vermek gibi bir niyeti yok elbette. Ama HDP’yi canlı, etkin bir parti haline getirmek istediği doğrudur. Ve bunu PKK’den bağımsız olarak yapmak istiyordu. Fakat Cizre’de insanlar öldürülürken, kıstırıldıkları evlerde üzerlerine gaz atılırken, yaralı insanlar tedavi edilmezken, Kürtlerin demokratik haklarını savunan bir partinin de bunu yok sayarak uzak durması beklenmezdi. Cizre’ye gitmesi, oradaki yaralı insanlara sahip çıkması, oradaki yaralıların hastaneye taşınması için çaba sarf etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bunu bir suç saymak, o nedenle de HDP’ye “sen PKK’nin uzantısısın” demek vicdansızlıktır. Taziyeye gitti diye insanları içeriye atıyorlar. İnsanlık mıdır bu? Atarsan at.

‘TİP MECLİS’E DÖNDÜ’ DENMESİNİ ÇOK ABES BULUYORUM

Siz Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşunda yer aldınız, milletvekilliği yaptınız… HDP listelerinden seçilen iki milletvekili TİP’e katıldı ve parti bu isimle Meclis’e döndü. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

İki gencin, “biz Türkiye İşçi Partisi’ni kurduk, 53 yıl sonra TİP Meclis’e dönmüş oldu” demelerini çok abes karşıladım. Bunu hem etik bakımdan doğru bulmuyorum, hem de tarihi bozmaktan ötürü haklı bulmuyorum. Son derece yanlış. Çünkü TİP, tarihin belli bir döneminde, belli koşullarda mücadele vermiş bir partidir ve sevabıyla günahıyla tarihe mal olmuştur. Onu ben bugün canlandırdım, yaşattım, reenkarne ettim, Meclis’e soktum demek, bence çok büyük haksızlıktır. Tarihe ve siyaset ahlakına karşı da bir hatadır. HDP’nin de hatası büyüktür. HDP de milletvekilliği için adaylarını belirlerken, uzun süre birlikte mücadele edecek insanları belirlemesi lazım. Çok yanlış bir davranıştı ve bundan ders çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Fakat maalesef arkadaşlar çıkıp bir basın toplantısı yaptılar ve TİP’in ayrılmasını adeta kutsadılar. Bunu anlamakta çok güçlük çekiyorum. İki tarafın da, hem HDP yöneticilerinin hatası var, hem de çıkıp “biz TİP’i 53 yıl sonra Meclis’e soktuk” diyen arkadaşların hatası var.

"Sen niçin İYİ Parti’nin, Saadet Partisi’nin arkasından koşuyorsun? Ne getirecek bunlar sana? Ne getirdiler bugüne kadar? Solcu, sosyal demokrat ve Atatürkçü olduğunu söylersin… Bu mudur solculuk, Atatürkçülük, ilericilik?"


Hakkı Özdal Kimdir?

1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.