YAZARLAR

Kürtler, terörle mücadele, isyan bastırma

Hangi koşullar gerçekleştiğinde başarı, zafer kazanılmış sayılacak? Seçimle gelenlerin yerine kayyum atanacaksa, meclisin milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmak dışında işlevi kalmayacaksa, barış görüşmesi yapmak değil sözünü dahi etmek yasaksa, Kürtlere ancak tam asimilasyon yoluyla yurttaşlık haklarından faydalanma ve siyaset yolu mu açılacak?

Cumhurbaşkanı bizden sekiz kişi gitti, onlardan sekiz yüz gidecek; Kandil, Sincar, Münbiç operasyonları sürecek diyor. Savunma Bakanı, (açık biçimde ABD’yi kastederek) TIR'lar değil, vagonlar dolusu silah ve mühimmat da verilse terörü bitireceğiz diyor. Sözüne enigmatik bir ekleme de yapıyor, bunu başlarındakiler anladı, aşağıdakiler de anlayacak diyor.

İçişleri Bakanı malum, HDP Eş Genel Başkanı’na telefon edip size yaşama hakkı yok, sizi CHP bile kurtaramayacak diyor. Yine Cumhurbaşkanı, 45 sene önce 89 yaşında hayata gözlerini yummuş cumhuriyetin kurucu babalarından, haydi onu geçtim eski cumhurbaşkanlarından İsmet İnönü’nün 56 sene evvel yaptığı ABD ziyaretinde çekilen bir fotoğrafı buldurup, büyüttürmüş. Onu gösterip, bakın elinde ABD bayrağı var, PKK’nin de ardında HDP, CHP var, onların da ardında ABD diyor.

Cumhurbaşkanı demokrasi için medyaya da gerek yok diyor. (Cemal Kaşıkçı’nın sıkletini vurgulamak içinse adam lalettayin biri değil, anlı şanlı Washington Post köşe yazarı diyor ama misal, Duvar/Wall bir Wall Street Journal sayılamaz haliyle.) Yine Cumhurbaşkanı eğer yerel seçimlerde Güneydoğu ve Doğu illerini HDP adayları alırsa yine kayyum atarız yerlerine diyor. Pekiyi ben bu kadar sözü niye alıntılıyorum? Yer doldurmak için değil.

Terörle mücadelenin yeni tanımı sanırım terör ve teröristi bitirmek oldu. Bu vurguyu yeni Genelkurmay Başkanı da görevini devralırken yaptı. Amacın ve kapsamın evrilmiş olduğunu düşünerek o zaman alıntılamıştım. Bataklık ve sinekler benzetmesi yapılırdı hep. Bataklığı kurutacağız. Tek tek sivrisineklerle uğraşmayacağız filan. O devir bitti anlaşılan.

Tekraren belirtmeli, bu yürütülen faaliyetin tanımı “terörle mücadele” (“counter-terrorism”) değil “isyan bastırma” (“counter-insurgency”). Geçenlerde ABD Savunma Bakanı Mattis (ki çatışma görmüş bir deniz piyadesi orgenerali) de bunu böylece ifade etmişti, Türkiye’nin hakkını teslim etmek gerekir derken “kendi topraklarında isyan bastırmakla uğraşan yegane NATO ülkesidir” demişti. Nedense, bizden kimsenin kaşı kalkmadı.

Avrupa ve ABD, Türkiye’nin PKK ile mücadelesini IŞİD’le mücadele gibi algılamıyor. TMK’daki terörizm tanımının AB ülkeleriyle uyumlu olmadığını eski AİHM Yargıcı (e.) Büyükelçi Türmen yazıp duruyor. İHD Genel Başkanı Türkdoğan ise TMK’nın topyekun kaldırılmasından söz ediyor. Son olarak Batman-Gercüş’te sekiz şehit verilmesi ve diğer terör eylemleri ise barış demenin terör propagandasıyla eşdeğer tutulduğu sessizliğin kesafetini artırıyor.

Oysa tam da böyle zamanlarda söz söylemek gerekiyor. Her ölenin, “bizden” veya “onlardan”, bir ailesi, yakınları olduğunu. Her ölümün fazladan bir ölüm olduğunu. Ölenlerin hepsinin yurttaşlarımız olduğunu. Yaşamanın kutsallığını. Doğru, silahla siyasal hak mücadelesi olmadığını da. Barış Akademisyenleri farklı bir şey söylemiyordu. IMC TV terör propagandası yapmıyordu. Bir yıldan fazladır iddianame bekleyen Kavala, altı milyon oy almış Demirtaş, günahsız Tahir Elçi, demokrasi şehidi Hrant Dink ne diyorlardı, ne yapıyorlardı?

Sözün özü şu: Diyelim günün birinde tüm Kürtler, tüm Kürt gençler, Diyarbakır’ı, Van’ı, Muğla’sı, Adana’sı, Mersin’i, İstanbul’uyla “Allah bin belasını versin bu PKK’nin” deme raddesine geldi. Ya sonra? Yeteri kadar “stratejik sabır” gösterilir, beklenirse örnekse yüzyıl belki, artık Kürtlerin Kürtlüklerini de unutup, “yahu ne güzel yaşayıp gidiyoruz işte, Allah razı olsun Türkiye Cumhuriyeti devletinden” diyeceği mi umuluyor? Değilse, ne öngörülüyor?

Belki o kadar uzun  boylu değildir, İmralı’da Öcalan’ın, Kandil’de keza onun gibi yaşları ilerlemiş Karayılan, Bayık, Karasu, Kalkan, Hozat vb. örgüt yöneticisi kadronun ölmesi bekleniyordur. Yani bir yönüyle Sri Lanka, diğer yönüyle Peru “çözümü”. Zaten bizlere de hep PKK’nin küresel akrabalarının Tamil Kaplanları ve Aydınlık Yol örgütlerinin olduğu öğretilegelmiştir. Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’a giden bir arkadaşım, kentin değişen çehresini, sönen politik enerjisini aktardıktan sonra, sohbet ettiği gençlerin “ölü taklidi yapıyoruz” dediklerini anlattı.

Şehitler, ölüler, etkisiz hale getirilenler ve ölü taklidi yapanlarla cumhuriyetin geleceği örülebilir mi? Hedeflenen sonuç durumu nedir? Hangi koşullar gerçekleştiğinde başarı, zafer kazanılmış sayılacak? Seçimle gelenlerin yerine kayyum atanacaksa, meclisin milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmak dışında işlevi kalmayacaksa, barış görüşmesi yapmak değil sözünü dahi etmek yasaksa, Kürtlere ancak tam asimilasyon yoluyla yurttaşlık haklarından faydalanma ve siyaset yolu mu açılacak? CHP de HDP’nin yanında ve o dolayımla PKK’nin arkasındaysa, muhalefetin her türünün yasa dışı olacağı bir parti-devlet midir bu geçilen ikinci cumhuriyet?


* 10 Ekim Ankara Gar Katliamı'nda hayatını kaybeden 103 yurttaşımızın aziz hatıralarını hayırla yad ediyorum.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.